AB'nin en büyük iki ülkesinde, Almanya ve Fransa'da “siyasi karmaÅŸa” hâkim durumdadır.
Fransa'da, geçtiÄŸimiz yaz aylarında yapılan seçimlerin ardından CumhurbaÅŸkanı Macron'un, Anayasal yetkilerini çokça "esneterek" atadığı BaÅŸbakan Barnier'in başı bütçe ile dertte. Fransız Parlamentosu'nda çoÄŸunluÄŸun desteÄŸine sahip olmayan Barnier'i bütçe meselesi üzerinden düÅŸürmek için, hem sol ittifak hem de aşırı saÄŸcı partiler harekete geçti. Nitekim 4 Aralık günü yapılan güven oylamasıyla, yaklaşık 3 aydır baÅŸbakanlık yapanMichel Barnier hükümeti düÅŸürüldü ve ülke yeni bir siyasi belirsizlik içine girdi.
Almanya'da ise, birkaç ay içinde yapılacak olan federal seçimlerin yarattığı “siyasi belirsizlik” egemen. Anketlerde ırkçı AfD tarihte ilk kez Sosyal Demokratları geçerek, ikinci sıraya yerleÅŸmiÅŸ görünmektedir.
Yukardaki iki baÅŸat siyasi soruna, dışarıya karşı "demokrat" bir imaj veren, ancak ülke içinde ifade özgürlüÄŸü ve temel haklara karşı adeta savaÅŸ açan İtalya'daki aşırı saÄŸ koalisyonu da eklemek uygun olacaktır. Keza AB'nin bir baÅŸka büyük ülkesi Macaristan'da ise, saÄŸcı popülist Orban hükümetinin tavrı ve duruÅŸu ise zaten herkesçe bilinmektedir. Hollanda ve Avusturya’da, aşırı saÄŸcılar artık ya iktidar ortağı ya da iktidar adayı konumundadır.
Bu arada, yeni AB’nin yeni üyelerinden Romanya’da 24 Kasımda yapılan cumhurbaÅŸkanı seçiminin iptali yaÅŸandı. Ülkede aşırı saÄŸcı aday Calin Georgescu ile merkezci ve AB yanlısı Elena Lasconi arasındaki “hayati” önemdeki cumhurbaÅŸkanlığı ikinci tur seçimlerine sadece iki gün kala Anayasa Mahkemesi “ilk turu iptal” kararı aldı. Ülkenin Anayasa Mahkemesi, cumhurbaÅŸkanı seçimi ilk tur sonuçlarını, “Rusya’nın dahli” ve “yabancı güçlerin etkisi” nedeniyle “dramatik bir kararla” iptal etti. Seçimler yeniden yapılacak.
Bugünkü yazımız, yukardaki ülkelerin en büyük ikisinde deneyimlenen “siyasi kaos” ve buna ek olarak en büyüÄŸünde yaÅŸanan ekonomik sıkıntı/belirsizlik üzerine olacaktır.
FRANSA’DAKİ SİYASİ KARMAÅžA
Yukarda da belirttiÄŸimiz gibi Fransa'da, yaz aylarında yapılan seçimlerin ardından CumhurbaÅŸkanı Macron'un atadığı BaÅŸbakan Barnier'in başı bütçe ile sıkıntıdaydı.
Konuya biraz daha geriden giderek, daha doÄŸrusu geçtiÄŸimiz yaz aylarından baktığımızda; CumhurbaÅŸkanı Emmanuel Macron’un, Avrupa Parlamentosu (AP)seçimlerinde rakibi Marine Le Pen'in partisi Ulusal Birlik’in kazandığı büyük zaferin ardından erken seçim kararı aldığını; ancak aldığı siyasi riskinin istediÄŸi gibi sonuçlanmadığını ve sonuçta aşırı sağın desteÄŸi ile “kırılgan” bir “merkez saÄŸ” hükümetinin kurulduÄŸunu görmekteyiz.
Aşırı sağın desteÄŸi olmaksızın Parlamento’dan geçemeyecek olan ve bütçe açığının yüzde 6,1’e çıkmasını engellemek için harcama kesintileri ve vergi artışları plânlayan (toplam 60 milyar Euro’luk bir tasarruf) 2025 bütçesi önerisi Barnier Hükümeti’nin sonunu getirdi.[i] Aşırı sol blok ve Marine Le Pen'in başını çektiÄŸi aşırı saÄŸ, ayrı ayrı önergelerle bütçeye karşı çıktı. İki uç siyasi kanat, hükümetin “endiÅŸelerini dinlemediÄŸi” noktasında birleÅŸiyordu. Sonuçta, 4 Aralık günü akÅŸam saatlerinde yapılan güven oylamasında 577 parlamenterin 331'i hükümetin düÅŸürülmesi yönünde oy kullandığı görüldü. Böylece ülke tarihinde, 1962'den bu yana ilk kez bir hükümet güven oylaması sonrası düÅŸürüldü.
Son seçimin üzerinden bir sene geçmemiÅŸ olması nedeniyle, krizin sandıkla çözülmesi olasılığı da bulunmuyor. Çünkü Fransa Anayasası'na göre 2025 Temmuz ayından önce seçim yapılamamaktadır. Sonuç olarak bu aÅŸamada Macron'un seçilmemiÅŸ teknokratlardan oluÅŸan bir hükümet ataması söz konusu olmaktadır.
Eski Savunma Bakanı Sebastien Lecornu ve Macron'un merkezci müttefiki Francois Bayrou olası adaylar olarak görülmektedir. Ayrıca Macron’un, yerine birini seçerken Barnier'in geçici olarak görevde kalmasını isteme seçeneÄŸi de bulunmaktadır.
5 Aralık’ta yaptığı Fransa halkına yönelik TV konuÅŸmasında “Muhalefetin düÅŸündüÄŸü tek ÅŸeyin ülkeyi erken cumhurbaÅŸkanlığı seçimlerine götürmek olduÄŸunu” savunan Macron, ülkedeki siyasi krizden çıkmak için kendisine yöneltilen istifa çaÄŸrılarına olumsuz yanıt verdi. Keza, "Demokratik bir ÅŸekilde bana verdiÄŸiniz görev 5 yıllık bir görev ve sonuna kadar da bu görevi eksiksiz olarak yerine getireceÄŸim" diyerek görevden istifa etmeyeceÄŸini bildirdi.
Anılan konuÅŸmasında Macron, gelecek günlerde yeni bir baÅŸbakan atayacağını belirterek, "Bugünden itibaren yeni bir dönem baÅŸlıyor" dedi.
-Siyasi sıkıntılar
Fransa’da son günlerde deneyimlenen, hazırladığı 2025 yılı bütçesini Parlamentodan geçiremeyen ve akabinde yapılan güven oylamasında yeterli oyu alamayan hükümet olgusu hakkında bazı güvenilir görüÅŸleri aÅŸağıda toplamaya çalıştık.
Ülkenin bilinen gazetecilerinden Eric Brunet, parlamentodaki tartışmaları analiz ederek ÅŸu saptamada bulundu: "İzlediklerimiz dudak uçuklatacak kadar Fransız. Pragmatizm yok, sadece ideoloji var. Bütün konuÅŸmalar, deÄŸerler ve aşırılıklarla ilgili. Bütün söylemimiz gerçeklikten kopuk."
Piyasadan yana bir gazete olan L'Opinion'a yazan Nicolas Beytout'a göre bu durum, Fransa'nın çok sayıda kriz yaÅŸamasına yol açacak: "Yeni hükümetin zamana ihtiyacı olacak, ancak bu mümkün deÄŸil. ÇoÄŸunluÄŸu saÄŸlaması gerekecek, ancak bunu yapamayacak. Devlet harcamalarında kesintinin gerçekleÅŸmesi için kararlılığa ihtiyaç var, ancak bu olmayacak. Bu yüzden biz tam olarak uyanana kadar daha çok hükümetin düÅŸtüÄŸünü göreceÄŸiz."[i]
Barnier'in görevden alınmasının ardından bazı milletvekilleri, ilerlemenin tek yolunun Macron'un istifa ederek siyasi iklimi 'sıfırlaması' olduÄŸunu söylediler. Bu baÄŸlamda sol görüÅŸlü La France Insoumise (LFI) Partisi’nin milletvekili Manuel Bompard, "Emmanuel Macron'un bunu nasıl yapmayı planladığını önümüzdeki saatlerde göreceÄŸiz... Ancak istikrarsız bir durumla karşı karşıyayız", “EÄŸer istikrar ortamını geri getirmek istiyorsak, bunun için CumhurbaÅŸkanı'nın gitmesi gerekiyor.” dedi.
Bompard ayrıca, geleceÄŸin baÅŸbakanının Avrupa seçimlerini ve parlamento seçimlerini kaybetmiÅŸ bir Macronist olmaması gerektiÄŸini de vurguladı.
Bir diÄŸer LFI üyesi Éric Coquerel ise, “Bu hükümetin hiçbir zaman meÅŸruiyeti olmadı ve bunun sorumluluÄŸu Barnier'den çok Macron'dadır” dedi. Keza eski BaÅŸbakan Edouard Philippe ise, "Açıkça söyleyelim, uçurumun kenarındayız" diyerek, hükümetin devrilmesinin "siyasi düzensizliÄŸi pekiÅŸtireceÄŸi ve ülkeyi zayıflatacağı" uyarısında bulundu.[ii]
Macron'un 2027'ye kadar görev süresi var ve görevden alınması mümkün deÄŸil. Ancak ÅŸurası bir gerçek ki, yaÅŸanan bu “siyasi fiyasko” onu itibarsızlaÅŸtırdı.
Fransa'daki hükümet sıkıntılarının büyük kısmı,Fransız CumhurbaÅŸkanı'nın yaz aylarında erken seçim kararı almasından kaynaklanıyor. Yapılan seçim sonunda Fransız seçmenler parlamentoyu üç blok arasında eÅŸit olarak bölüÅŸtürdüler: Sol koalisyon, Macron'un merkezcileri ve müttefikleri ve Marine Le Pen'in aşırı saÄŸcı Ulusal Birlik Partisi. OluÅŸan bu Parlamento, her bloÄŸun birbiriyle çekiÅŸmesi, birbirine meydan okuması ve yapıcı politika kararları alamaması nedeniyle büyük ölçüde “iÅŸlevini yapamadığını” kanıtladı.
Yasama organında yaÅŸanan böylesi sıkıntılar, genellikle yeniden sandığa gidilmesiyle aşılabilir. Ancak Fransa Anayasası'nın 12. maddesi, önceki seçimden itibaren 'bir yıl içinde Ulusal Meclis'in yeniden feshedilmesini' yasaklamakta; bu da Parlamento'nun en azından Temmuz 2024'e kadar olduÄŸu gibi devam edeceÄŸi anlamına geliyor. Ancak bu süre içinde herhangi bir baÅŸbakanın, Fransa'nın bölünmüÅŸ parlamentosunu dizginlemek için yapması gereken çok iÅŸi olacağı da yadsınamaz bir gerçektir.
-Ekonomi yönündeki sıkıntılar
Ekonomi-politik durumun ekonomi yanına baktığımızda da, ülkenin mevcut kırılganlıklarının, Haziran sonu ve Temmuz başında yapılan Parlamento seçimleri sırasında, aşırı saÄŸ ve sol tarafından sulandırılıp, karşı önerilerde de aşırıya kaçılmasının piyasada yarattığı tereddütler ile daha da derinleÅŸtiÄŸini görmekteyiz. Avrupa’nın ikinci, dünyanın yedinci büyük ekonomisine sahip bir ülkede yaÅŸayan Fransızlar, CumhurbaÅŸkanı Macron'un beklenmedik bir ÅŸekilde parlamento seçimleri çaÄŸrısında bulunmasının bu geliÅŸmeye yol açtığını düÅŸünmektedirler [iii]
Süregelen iÅŸgücü açığı, Fransa ekonomisininen yaygın ve baÅŸat zorluklarından biridir. Sorunun çözümü “göçmen iÅŸ gücüne” dayanmaktadır. Ancak Fransız parlamentosundaki siyasetçiler, “göç üzerinde daha sıkı kontrol” getiren son yasa tasarısını onayladılar. Marine Le Pen'in Ulusal Mitingi'nden destek alan bu hareket, iÅŸgücü kıtlığını aÅŸmak için göçmen istihdamının önündeki en ciddi zorluklardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.
Ülkenin GSYİH’sı, salgın dönemindeki 7,5 oranındaki küçülme sonrası takip eden 2021, 22 ve 23 yıllarında sırasıyla 6,4; 2,4 ve 0,7 oranlarında büyümesine karşın, 2024 yılında sadece yüzde 0,4 oranında büyümüÅŸ olacağı tahmin edilmektedir. Fransız imalât sanayi 2023 yılsonuna doÄŸru kötüleÅŸti ve ÅŸu anda devam eden jeopolitik belirsizlik seviyesi göz önüne alındığında, toparlanmasının sorunsuz olmayacağı öngörülmektedir. 2024 yılında üretim aynı seviyede kalırsa, sektörde "teknik durgunluk" olasılığı yüksek olduÄŸu belirtilmektedir.
Ülkenin “bütçe açığı” hâlihazırda GSYİH'nın yüzde 6’sını aÅŸmış durumdadır. Bu oran, Fransa'nın önde gelen üyelerinden olduÄŸu AB'nin koyduÄŸu sınırın iki katıdır. Bu baÄŸlamda Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire, Fransa'nın 2024 yılında "sıkı maliye bütçesi" ile karşı karşıya kalacağını duyurmuÅŸtu. Bunun sonucunda, açığın yüzde 4,4’e düÅŸmesi için 16 milyar Euro kamu harcamalarında tasarruf yapılması gerekiyordu.[iv]
Bu arada Fransız tahvilleri ve hisse senetleri hâlihazırda elden çıkarıldığı gözlenmektedir. Keza bu geliÅŸme ve görüntünün bir sonucu olarak “Avrupa’da hisse senedi fiyatlarında da düÅŸüÅŸ” yaÅŸandı.[v] Tabii ki bu olgu ülkenin borçlanma maliyetlerini yükseltmektedir. Fransa artan borçlanma maliyetleri ve yavaÅŸlayan büyümeyle yoluna dam ederse, bu yıl “Avrupa'nın en büyük bütçe açıklarından biriyle” karşılaÅŸma olasılığı gerçek anlamda bulunmaktadır. Tüm bunlar olurken kamu sektörü çalışanları kitlesel greve hazırlandığı medyada yer almaktadır.
Sonuç olarak, Fransa ekonomi politiÄŸini oluÅŸturan koÅŸul ve parametrelerde oluÅŸan deÄŸiÅŸimler, The Economist’in 20 Kasım’da iÅŸlediÄŸi ÅŸekilde oluÅŸan geliÅŸmeler, Emanuel Macron ve Hükümetin bazı yanlış ve öngörü özürlü kararları, ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak sıkıştırmış; önemli zorluklarla karşı karşıya bırakmıştır.[vi]
ALMANYA’DA YAÅžANAN KAOS
2000’li yıllarda dünya ekonomisinde yaÅŸanan “serbest ticaret eÅŸliÄŸinde büyüme” olgusundan en çok yararlanan ülkelerden biri Almanya idi. Söz konusu avantajlı durum, Almanya’nın “ihracat güdümlü ekonomik büyüme modeli” sayesinde oluÅŸtu. Ancak son yıllarda bu model ciddi bir krizle karşı karşıya. Dış talebe bağımlı sanayi üretimine ve yine dışardan gelen ucuz enerjiye dayalı Almanya’nın “büyüme modeli”, küresel ekonomik ve jeopolitik deÄŸiÅŸimlerle birlikte sürdürülebilirliÄŸini yitirmeye baÅŸladı.
Son iki yıldır küçülen ve “ekonomik durgunluÄŸa” giren Alman ekonomisinin, 2024’ün bundan sonrasında da durgunlukla boÄŸuÅŸmak durumunda kalacağını son olarak Almanya Merkez Bankası’ndan da duyduk. Bundesbank, 19 Kasım’da kamuoyuyla paylaÅŸtığı ve Alman ekonomisinin hâlihazırda resesyonda/durgunlukta olabileceÄŸini teyit eden raporunda, ikinci çeyrekte yüzde 0,1'lik daralma gösteren GSYİH’nın, üçüncü çeyrekte sadece 0,1 artış kaydettiÄŸini kaydetti.[vii]
Tabii ki böylesi minimal bir artış, Alman ekonomisinin “durgunluktan çıktığını” göstermez. Söz konusu Raporun diliyle, “ÅŸu anda, temel talep bileÅŸenlerinin hiçbiri Alman ekonomisinde belirgin bir kısa vadeli toparlanma beklemek için herhangi bir neden” vermemektedir.[viii] Bundesbank BaÅŸkanı Joachim Nagel, daha önce de ülkedeki endüstriyel faaliyetlerin zayıflamasından ötürü “ekonomik güvenin zarar gördüÄŸünü” ve bahar aylarında yaÅŸanan küçülmenin bir “alarm zili” olduÄŸunu ve hükümetin bir “büyüme programı” uygulaması gerektiÄŸini söylemiÅŸti.
Anılan Rapora göre, sanayi üretimi ve mal ihracatı gerilemesini sürdürdü; mevsimsel ayarlamadan sonra, endüstriyel üretim Eylül ayında büyük ölçüde düÅŸtü. Bu geliÅŸmelere sonucunda ülke GSYİH’nın çeyrekler itibariyle deÄŸiÅŸim yüzdeleri aÅŸağıdaki tabloda gösterilmiÅŸtir.
Keza, Alman ekonomisinin 2024 yılı üçüncü çeyreÄŸi itibariyle GSYİH’daki deÄŸiÅŸiminin diÄŸer ülkelerle karşılaÅŸtırılması da aÅŸağıdaki tabloda izlenebilir. Statistisches Bundesamt
DiÄŸer ülkelerle karşılaÅŸtırıldığında, Almanya'nın yılın ikinci yarısının başındaki ekonomik performansı Avrupa ortalamasının biraz altındaydı. 2024'ün 3. ÇeyreÄŸinde ise, bir bütün AB ekonomik performansı çeyrek bazında yüzde 0,3 artarak, Almanya'nın 0,1'lik büyümesini biraz aÅŸmıştır.
Zaten AB’nin büyüme oranının, hem ABD hem de Çin ile karşılaÅŸtırıldığında oldukça geride kaldığını biliyoruz. Hele, AB’deki büyüme ortalamasının DoÄŸu Avrupa ülkelerindeki yüksek büyüme nedeniyle yükseldiÄŸi düÅŸünülürse, pratikte uzun süreli bir ekonomik durgunluktan bahsetmemiz yanlış olmayacaktır. Bu baÄŸlamda Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi olması nedeniyle, bu olgudan en çok etkilenen ülke olması çok ÅŸaşırtıcı deÄŸildir.[x]
Almanya ekonomisinin, Alman sanayisinin belli baÅŸlı ihracat pazarlarında zayıflayan taleple, kalifiye iÅŸgücü eksikliÄŸiyle ve Çin'in artan rekabet gücüyle zorlu bir mücadele verdiÄŸi bir gerçek. Ancak tabloyu bu denli kırılgan yapan ve Almanya’nın rekabet gücünü yitirmesindeki en önemli faktör, Ukrayna Savaşı ve yaptırımlar dolayısıyla yaÅŸanan “enerji krizinin” ülke ekonomisi üzerindeki derin etkileri ve buna baÄŸlı olarak yürütülen “sıkı para politikası” olduÄŸunu söyleyebiliriz.
Yaklaşık iki yıldır durgunluk yaÅŸayan ve ülke ekonomisinde lokomotif rolü oynayan Alman otomotiv ÅŸirketlerinin Çin’den gelen rekabet nedeniyle pazar paylarında sürekli kayıp yaÅŸadığı, hatta Almanya’nın simge firmalarından olan Volkswagen’in ilk kez Almanya’da fabrika kapattığı bir süreçte olan bir ekonomi izlemekteyiz.
-Alman ekonomisinde yaşanan sıkıntıların başat nedenleri
Burada yapacağımız açıklamalar, ülkede yaÅŸanan durgunluÄŸun ana faktörleriyle ilgili olup, bir kısmına yukarda da deÄŸinmiÅŸtik. Tüm bunları üç ana baÅŸlıkta toplayabiliriz.
İlk neden “büyüme modelinin niteliÄŸi” ile ilgilidir. KüreselleÅŸmenin ve serbest ticaretin gerilemesi, bunun sonucunda “yeni korumacılık önlemlerinin” arttığı bir dönemde, Almanya gibi “büyümesi ihracata dayalı” olan ülkeler büyük sorunlar deneyimlenmektedir.
Almanya gibi Çin ekonomisi de benzer sorunlarla baÅŸ etmeye çalışmaktadır. Sonuçta, artan “korumacılık önlemleri” ve “dış talebin gerilemesinin” neticesinde “ihracatın büyümeye katkısı” sürmektedir. Bu kısıt ile yaÅŸayan ülkelerin uygulaması gereken “rasyonel politika”, büyümenin “iç talep dinamikleriyle” devam etmesini saÄŸlamak olmalıdır. Ancak, göründüÄŸü kadar kolay yapılamayacak bu “politika deÄŸiÅŸimi” konuyu ikinci soruna taşımaktadır.
İkinci “kronik” faktör “yatırım eksikliÄŸi” olarak ortaya çıkmaktadır. Kamu harcamalarının “denk bütçe” bahanesiyle sürekli kısıtlandığı bir ortamda yatırımların bir türlü artmaması, hem mevcut altyapının ve kamu hizmetlerinin sürekli kötüleÅŸmesine yol açmakta, hem de büyümeyi sürekli aÅŸağıya çekmektedir. Dahası, kronik yatırım eksikliÄŸi, ABD ve Çin’den gelen rekabet baskısına karşı adım atılmasını da engellemektedir.
Son neden ise, Rusya’nın Ukrayna’yı iÅŸgal giriÅŸimi sonrası süren savaÅŸ yüzünden hem enerji fiyatlarındaki belirsizliÄŸin artması, hem de Almanya’nın Rusya’dan doÄŸal gaz ve bazı kritik hammaddeleri almayı sonlandırmasıdır. Çünkü Rusya’dan gelen “ucuz enerji”, Almanya’daki sanayinin en önemli “rekabet üstünlüklerinden” biriydi.
Henüz yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerji istenilen kapasiteye ulaÅŸmadan doÄŸalgazın bir anda kesilmesi, büyük bir fiyat ÅŸoku anlamına geldiÄŸinden, Almanya’nın rekabetçiliÄŸinin yüksek olduÄŸu sermaye malları ihracatında da ciddi sorunlar çıkmaya baÅŸladı. “Ucuz enerji rekabet üstünlüÄŸünün” ortadan kalkması, “alternatif enerji” kaynaklarının “istikrarlı” bir maliyetten tedarik edilmesine kadar ekonomi üzerinde baskı yaratmayı sürdürecektir.
YaÅŸanan ve ikinci yılına giren ekonomik durgunluk, yatırım eksikliÄŸi ve özellikle katı bir ÅŸekilde uygulanan maliye politikasının büyümenin önünde önemli bir engel haline gelmesi, ülkeyi yöneten koalisyon hükümetinin çöküÅŸünü getirdi.
Sosyal Demokrat Parti (SPD)’nin pozisyonu, borç freni konusunda bütçe dışı fonlar kurarak da olsa kamu harcamalarının ve yatırımlarının arttırılması gerektiÄŸi ÅŸeklindeydi. Esasında bu krizden çıkış için pek çok ülkede uygulanan standart bir reçetedir. Ancak koalisyon hükümetinde Maliye Bakanlığı koltuÄŸunda oturan Hür Demokratların her türlü harcama paketinin geliÅŸtirilmesini tıkaması, koalisyonun sonunu getirmiÅŸtir.
Kısacası ülkede son dönem yaÅŸananları, ekonomik kriz karşısında siyasetin kilitlenmesi ve bunun sonucunda da ekonomik krizin “siyasi krize” dönüÅŸmesi olarak özetleyebiliriz.
-Almanya’da bir ilk: Üç partili koalisyon
Almanya İkinci Dünya Savaşı sonrası 15 Eylül 1949’da Konrad Adenauer baÅŸbakanlığında kurulan hükümetin koalisyon ortağı Liberal Parti’ydi. 1949 yılından bugüne ÅŸansölye, daima Almanya’daki klasik kitle partileri olan CDU ve SPD’den çıkmıştır. Almanya bu tarihten itibaren sürekli olarak iki partiden oluÅŸan koalisyon ortaklarıyla yönetildi. Bu hükümet ortaklığı bazen Hıristiyan Birlik Partileri[xi] ve Liberal Parti, bazen Hıristiyan Birlik Partileri ve Sosyal Demokratlarla ve bazen de Sosyal Demokratlar ve YeÅŸiller Partileri arasında yapıldı. Kısacası, önceki BaÅŸbakan Angela Merkel[xii] sonrası kurulan ve ÅŸimdilerde sıkıntı yaÅŸayan son koalisyona kadar Almanya’da koalisyon hükümetleri hep iki parti arasında kuruldu.
26 Eylül 2021 genel seçimleri sonrasında bu sefer, üç partili bir koalisyonun söz konusu olacağı kısa sürede anlaşıldı: Federal Meclis’teki en güçlü parti SPD olduÄŸundan, sosyal demokratların YeÅŸiller ve Liberaller ile koalisyon görüÅŸmelerine baÅŸlayacağı en başından itibaren herkesin beklediÄŸi bir geliÅŸme oldu.
Almanya'da SPD yeni koalisyon hükümetini kurma konusunda YeÅŸiller ve liberal Hür Demokrat Parti (FDP) ile anlaÅŸmaya vardı.
Yeni hükümetin "yol haritası" olarak nitelendirilen 177 sayfalık “özgürlük, adalet ve sürdürülebilirlik ittifakı” baÅŸlığını taşıyan belgede, Almanya'da dijital dönüÅŸümün saÄŸlanması, sosyal adaletin, demokrasi ve özgürlüklerin güçlendirilmesi, iklim deÄŸiÅŸikliÄŸiyle daha etkin mücadele için yeni iddialı hedefler ortaya koyuldu. Hükümetin AB'yi güçlendirecek, daha aktif bir dış politika izleyeceÄŸinin altı çizildi.
-Üçlü koalisyon dönemi
2023 yılı Mart ayına gelindiÄŸinde, Merkel döneminden sonra büyük pazarlıklar sonucu kurulan üçlü koalisyonun “yönetim sıkıntıları” yaÅŸadığı görülüyordu. BaÅŸbakan Olaf Scholz liderliÄŸindeki hükümet yeÅŸil enerji, sosyal harcamalar, vergi artışları, altyapı yatırımları ve en önemlisi de ulusal güvenlik konularında anlaÅŸamadığı için, ülkeyi ve Avrupa’yı ilgilendiren kritik konularda karar alma süreçleri ertelenme noktasına gelmiÅŸti.
YeÅŸiller ve SPD, düÅŸük-karbon tüketimini önceleyen enerji politikalarına hızlı geçiÅŸi öngörürken, liberal eÄŸilime sahip FDP’nin kamu bütçesinde sosyal harcamalar ve vergi artışları konusunda muhalefet ettiÄŸi anlaşılıyordu. Basında yer alan haberlere göre, üçlü koalisyon arasındaki anlaÅŸmazlıklar nedeniyle, kamu altyapı yatırımlarının inÅŸasının hızlandırılması, yenilenebilir enerji projelerinde bürokrasinin azaltılması veya motorin ya da gaz ile çalışan ısıtıcıların yasaklanması gibi 30 civarında hükümet eylemi dondurucuda durmaktaydı.
Bu arada bölgesel seçimlerde ağır darbe yiyen FDP, seçmen tabanını korumak amacıyla, koalisyon içinde muhalefet gibi hareket etmeye baÅŸlamıştı. Ülke yönetiminde yaÅŸanan sıkıntılar ve sonuçlanmayan konular giderek birikti ve arttı.
Bu arada SDP’nin halk desteÄŸi de giderek azalmakta ve Parti içinde BaÅŸbakan Olaf Scholz yerine yeni aday arayışları baÅŸlamıştı. Almanya’da sosyal demokratların önümüzdeki erken seçimde baÅŸarılı olabilmesi için bir mucize gerektiÄŸi konuÅŸulmaktaydı. Bu baÄŸlamda partinin bir bölümü, “en sevilen politikacı” anketlerinde aylardır birinci sırada olan Savunma Bakanı Boris Pistorius’un bu mucizeyi gerçekleÅŸtirebileceÄŸini umuyordu. DiÄŸer yandan da Savunma Bakanlığı’na atandıktan sonra yıldızı parlayan Pistorius’u bu görev için düÅŸünenlerin de sayısı artmakta.[xiii]
Bunun sonucu olarak, üç yıl önceki genel seçime SPD’nin “federal baÅŸbakan adayı” olarak giren ve birinci parti olmasını saÄŸlayıp, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin 9’uncu Federal BaÅŸbakanı olan Scholz’a sırtını çevirenlerin sayısının da giderek arttığı izlenmektedir.
-Üçlü koalisyonda sona doÄŸru
Almanya’daki son anketlere göre mevcut siyasi partilerin oy oranları aÅŸağıda gösterilmiÅŸtir. Buna göre merkez saÄŸ Hıristiyan demokrat partilerin ve aşırı saÄŸdaki AfD’nin ilk sıradaki yerleri kesinleÅŸmiÅŸ gibi durmaktadır.
Yukardaki anket grafiÄŸinde, aşırı saÄŸcı AfD’nin tarihinde ilk kez Sosyal Demokratları geçerek, ikinci sıraya oturmuÅŸ görünmektedir.
Hükümette Liberal Parti baÅŸkanı olarak maliye bakanlığını yürüten Lindner, son aylarda koalisyon ortakları sosyal demokratların ve YeÅŸillerin kabul edemeyeceÄŸi isteklerinde ısrar etti.
Federal hükümetin programını uygulamakta 50 milyar Euro’yu aÅŸan paraya gereksinimi bulunuyordu. Bu açığı Sosyal Demokratlar ve YeÅŸiller kredi alarak kapatmayı önerdiler. Liberal Partili Maliye Bakanı Lindner, borç allanmasına kesinlikle karşı çıkarak bütçede Sosyal Demokratların ve YeÅŸillerin kabul edemeyeceÄŸi kısıtlamalara gidilmesinde ısrar etti. Dar gelirlilere ödenen dayanışma desteÄŸinin kesilmesini ve ulusal iklim kriterlerinin yerine gelebilmesi için plânlanmış olan parasal desteÄŸe son verilmesini istedi.
Son haftalarda daha da derinleÅŸen hükümet krizi, Federal BaÅŸbakan Olaf Scholz’un sürekli sorun çıkararak ve uzlaÅŸmaya yanaÅŸmayarak koalisyonu iÅŸlemez hale getiren liberal ortağı, Federal Maliye Bakanı Christian Lindner’i ağır bir dille eleÅŸtirerek görevinden almasıyla yeni bir aÅŸamaya girdi. FPD’nin koalisyondaki bakanlarını geri çekmesiyle, 2021 yılı başında kurulan ve partilerin sembol renkleri nedeniyle (kırmız, yeÅŸil, sarı) “trafik lambası” koalisyonu dönemi sona ermiÅŸ oldu.[1]
Böylece Almanya’da bir ilk olarak 2021 sonunda üç parti arasında kurulan hükümet üç yıl sonra yönetimi bıraktı.
BaÅŸbakan Olaf Scholz ilk açıklamalarında Ocak 2025’te güven oylamasına gidileceÄŸini söylediyse de gelen yoÄŸun eleÅŸtiriler nedeniyle Noel tatili öncesinde de bu güven oylamasının yapılabileceÄŸini açıkladı.
Sosyal Demokratlar ve Hıristiyan Birlik, federal seçimlerin 23 Åžubat 2025’te yapılmasında anlaÅŸtılar. AraÅŸtırmalarda yüzde 33 civarında oy alabileceÄŸi tahmin edilen ve birinci parti konumunda olan Hıristiyan Birlik partilerinin de bir koalisyonla hükümeti kurma zorunda olacakları kaçınılmazdır. Hıristiyan Birlik ittifakının baÅŸbakan adayı seçilen Friedrich Merz, YeÅŸiller Partisi’yle koalisyonu düÅŸünmediklerini açıkladı. Tercihle koalisyon ortağı olabilecek FDP’nin yüzde 5’i aÅŸamayacağı, aÅŸsa bile alacağı oyların Merz’le hükümeti kurabilecek çoÄŸunluÄŸa ulaÅŸamayacağı belirtiliyor. Bu nedenle büyük bir olasılıkla SPD ile yeni bir koalisyon hükümetinin kurulmasına çalışılacağı öngörülüyor. Oyları bakamından ikinci parti konumuna gelen aşırı saÄŸ parti AfD ile, Hıristiyan Birlik Partileri’nin de koalisyona gitmeyeceÄŸine kesin gözüyle bakılmaktadır.
Ana muhalefetteki Hıristiyan Birlik ittifakını oluÅŸturan CDU ve CSU’nun baÅŸbakan adayı, üst paragrafta da belirttiÄŸimiz gibi, büyük gayretler sonunda CDU’nun Genel BaÅŸkanı olabilen Friedrich Merz olacaktır. Uzun yıllar boyunca partinin genel baÅŸkanlığını yürüten, üst üste seçimler kazanarak 16 yıl Federal BaÅŸbakanlık yapan Angela Merkel’le giriÅŸtiÄŸi liderlik mücadelesini sürekli kaybeden Merz, bir dönem politikaya ara vermiÅŸ ve uluslararası tekellere danışmanlık yaparak, milyoner olmuÅŸtu. Merkel’in siyaseti bırakmasının ardından yeniden ortaya çıkan ve kısa zamanda CDU’nun yönetimini ele geçiren Merz, kısa bir süre önce de kendi cephesindeki “federal baÅŸbakan adaylığı” çekiÅŸmesini, aslında kendisinden daha da tanınmış olan politikacılar olmasına karşın kendi lehine noktalamayı baÅŸardı.[2]
Zaman zaman göçmenlere karşı aÅŸağılayıcı, dışlayıcı, ırkçı içerikli demeçler vererek popülaritesini artıran Merz’in artık resmen başında olduÄŸu Hristiyan Birlik’in, önümüzdeki seçimi, diÄŸer partilere büyük fark atarak önde bitireceÄŸi kesin gibi durmaktadır.
Aşırı saÄŸcı parti AfD’nin ikinci durumda. Ama her koÅŸulda koalisyon olasılıklarının dışında kalacağı için Merz’in ÅŸimdiki durumda en yakın rakibi, anketlerde partisinin oy oranı yüzde 16 civarında çıkan Olaf Scholz. Uzun yıllardır hem eyalet, hem de federal düzeyde bakanlıklar, baÅŸbakanlıklar yapan ve 2021 yılından beri de Federal Hükümet’in başında olan “tecrübeli devlet adamı” Scholz, henüz erken seçimin söz konusu olmadığı dönemlerde yeniden “federal baÅŸbakan adayı” olmak istediÄŸini açıklamıştı. Scholz, bir önceki genel seçimlerde olduÄŸu gibi partisinin gerilerden gelip, oy oranını artırabileceÄŸini, seçimi kazanmanın mümkün olduÄŸunu söylemektedir. Ancak onun liderliÄŸindeki sosyal demokrat, yeÅŸil ve liberaller koalisyonunun baÅŸarısız politikaları nedeniyle ÅŸansının yüksek olduÄŸunu söylemek çok zor.
SPD içindeki adaylık yarışı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, anketleri önde götüren merkez saÄŸ ana muhalefet partileri CDU-CSU’yla aralarındaki yüzde 17-18’lik farkı kapatmalarının olanaklı olmadığı çok açıktır. Önümüzdeki yıl ortasına doÄŸru Almanya, büyük olasılıkla başında Friedrich Merz’in olduÄŸu Hristiyan Birlik ağırlıklı bir koalisyon hükümeti tarafından yönetilecek gibi durmaktadır.
Ersin Dedekoca 15 Aralık 2024
[1] “The sun begins to set on Olaf Scholz’s chancellorship”, The Economist, 14.11.2024, https://www.economist.com/europe/2024/11/14/the-sun-begins-to-set-on-olaf-scholzs-chancellorship
[2] “Germany’s Scholz nears his endgame. Here’s what’s going to happen”, Politico, 13.12.2024, https://www.politico.eu/article/germanys-scholz-nears-his-endgame-heres-whats-going-to-happen/