SanayileÅŸmiÅŸ ülkeler genellikle iyi yetiÅŸmiÅŸ, teknik olarak donanımlı göçmenleri seçerek kabul ederken; sınırları delik deÅŸik Türkiye ise herkesi alıp, sonra da bunları “ucuz emek” olarak kullanmakla övünüyor. Bu, sanayileÅŸmiÅŸ ülkelerin tercihlerinin tersine, sadece “ucuz emeÄŸe dayalı sanayi” yapısının varlığı, “uluslararası rekabete dayalı sanayi” anlayışı olmadığının da kabulü olmaktadır
ERSİN DEDEKOCA
Afganistan; demografik, sosyal, ekonomik ve politik istikrarsızlığın hüküm sürdüÄŸü bir coÄŸrafyada bulunması nedeniyle “göç veren ülke” konumunu uzun yıllardır sürdürmektedir. Afganların göç için tercih ettikleri baÅŸlıca ülkelerden biri de, özellikle 2003 yılından sonra Türkiye’dir. Afganlar siyasi, güvenlik, ekonomik, saÄŸlık ve eÄŸitim gibi pek çok sebeple Türkiye’ye göç etmektedirler.
Afganistan’dan dünyaya yayılan göç, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin en önemli göç dalgalarından biridir. Söz konusu göç, yakın tarihlerde, 1989’da Kuzey Irak’tan ya da 2011’den itibaren Suriye’den gerçekleÅŸen göçlerden farklı bir konumdadır. Çünkü Afgan göçü, ansızın ve yoÄŸun bir ÅŸekilde yaÅŸanmamış olması ve yayılma eÄŸilimiyle birlikte günümüzde de sürmesi özellikleriyle “karakteristik” bir göç sürecidir.[1]
En geç AÄŸustos sonuna kadar Afganistan’dan çekileceÄŸini açıklayan ABD’nin bu uygulaması sonrasında, Taliban güçlerinin yönetime tam hâkimiyet kurup, çeÅŸitli vesile ve nedenlerle sert ve kanlı bir yönetim içinde olacağından çekinen Afganlar’ın İran üzerinden Türkiye’ye göç etmesi, son ay hızlanmış ve ülkede yeni spekülâsyonlara yol açmıştır.
Bu güncel geliÅŸmeden hareketle, Türkiye’ye yönelik hızlanan Afgan göçü ve “düzensiz göçmen” sorununu bu haftaki yazımıza konu aldık.
AFGAN GÖÇÜNDE SON YAÅžANANLAR
Taliban’ın geçen hafta yaptığı açıklamaya göre, Afganistan’ın yüzde 85’inin kontrolünü ele geçirmiÅŸ durumda. Son iki ay içinde ülkedeki 400 yerleÅŸim noktasından 194’ünün kontrolü örgüte geçmiÅŸ halde. Bu bölgeler arasında, Türkmenistan ve İran sınırındaki iki hudut güvenliÄŸi noktası da bulunmaktadır.[2]
BilindiÄŸi gibi ABD, SSCB’nin 1989 yılında çekilmesinden sonra bu topraklarda iÅŸi daha da kolaylaÅŸan ve El Kaide örgütünün 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’nün ikiz kuleleri ve Pentagon’a yönelik saldırıları üzerine, ülkesine yönelik baÅŸka bir saldırıyı önlemek ve El Kaide savaÅŸçılarının kökünü kazımak için Afganistan’a saldırıp iÅŸgal baÅŸlatmıştı. 11 Eylül saldırısının beyni Usame bin Ladin, 2011 yılında komÅŸu Pakistan’da bir ABD komando timi tarafından öldürülmüÅŸtü.
Afgan yetkililerin, hükümetin, uluslararası destek olmadan Taliban’a karşı savunmasızlığı konusundaki ciddi endiÅŸelerine raÄŸmen, yeni ABD baÅŸkanı Joe Biden Nisan 2021’de tüm Amerikan kuvvetlerinin 11 Eylül’e (Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terör saldırısının 20 yılı) kadar ülkeyi terk edeceÄŸini duyurdu.[3]
Taliban 2001 yılında ABD liderliÄŸindeki güçler tarafından Afganistan’da iktidardan uzaklaÅŸtırılmıştı. Ancak anılan örgüt, o zamandan beri kademeli olarak güç kazandı ve yeniden ülkeyi ele geçirmektedir. Özellikle ABD, 20 yıllık savaşın ardından, AÄŸustos sonuna kadar çekilmeyi tamamlamaya hazırlanırken Taliban, Afgan askeri karakollarını, kasaba ve köylerini ve çevresindeki büyük ÅŸehirleri iÅŸgal etmekte ve hükümeti devirebileceklerine dair korkuları güçlendirmektedir. Afganistan’ın son 25 yılına damga vuran Taliban örgütü yeniden canlanmakta ve ülke çapında hızla ilerlemektedir.
Åžehre ulaÅŸan tüm ulaşım kanallarını kontrol altına alan Taliban birlikleri, baÅŸkent Kabil’i çevrelemiÅŸ durumdadır. Her geçen gün baÅŸkente biraz daha yaklaÅŸtıkları belirtilmektedir.
Bu geliÅŸmenin en önemli sonucu, çevre ülkelere olacak “göç” sorunudur. Afganistan’da iki yıl içinde 3 milyon insanın ülkeden kaçması beklenmektedir. Pakistan istihbaratının Taliban ile “olumsuz” iliÅŸkileri düÅŸünüldüÄŸünde, bu kaçışların önemli bir kısmının İran üzerinden Türkiye’ye yönelmesi kaçınılmaz görünmektedir.[4]
AFGAN GÖÇÜ ve TÜRKİYE
Türkiye’deki mevcut Afgan göçmenleri iki gruba ayırabiliriz. Bunların ilki, “uluslararası koruma” baÅŸvurusu yapmış veya “koruma statüsünü” almış Afgan sığınmacılardır. İkinci grup ise, temelde ekonomik nedenlerle ve daha iyi bir hayat yaÅŸamak için Türkiye’ye gelen Afgan göçmenlerdir. İlk grubun, üçüncü ülkelere geçiÅŸ aÅŸamasında azalan kotalar ve uzayan süreler nedeniyle sorun yaÅŸamalarından dolayı Türkiye’de kalma süreleri uzamaktadır. İkinci grup göçmenler ise, temelinde ekonomik nedenlerle göç etmeleri nedeniyle uluslararası koruma baÅŸvurusu yapma veya statü alma konusunda sorun yaÅŸamaktadırlar. Bu iki geliÅŸme, ülkedeki Afgan göçmen/sığınmacı sayısını zaten arttırmışken, ÅŸimdilerde daha topluca bir göç dalgası yaÅŸanmaktadır.
Türkiye’ye göç etmiÅŸ Afgan uyrukluların durumunu iki ayrı statüde ele alabiliriz:
* Afgan Sığınmacılar/Mülteciler: Uluslararası koruma baÅŸvurusu yapmış ya da bu statüyü almış kiÅŸilerdir.
* Afgan Göçmenler: Temelde ekonomik nedenlerle ve daha iyi bir hayat yaÅŸamak için Türkiye’ye gelmiÅŸ olanlardır. Düzensiz göçle Türkiye’ye gelmiÅŸ ve uluslararası koruma baÅŸvurusu yapmamış veya baÅŸvuruları reddedilmiÅŸ kiÅŸiler bu gruptadır.
İlk gruptaki Afgan uyruklular, Afganistan’dan etnik kökeni, tabiiyeti, mensubu olduÄŸu toplumsal grup veya siyasi düÅŸüncelerinden dolayı zulme uÄŸrayacağından haklı sebeplerle korktuÄŸu için Türkiye’ye gelen, ya da bu korku nedeniyle Afganistan’a dönemeyen veya dönmek istemeyen ve uluslararası koruma statüsü verilen kiÅŸilerdir.
İkinci grupta belirtilen kiÅŸiler ise, daha çok ekonomik sebeplerle ve daha iyi bir hayat yaÅŸamak için Türkiye’ye gelen Afgan göçmenlerdir. Bu göçmenler uluslararası korumaya hiç baÅŸvurmayan veya baÅŸvuruları reddedilen kiÅŸilerdir. Bu grup Türkiye’deki hayatlarını “kaçak” olarak sürdüren Afgan göçmenlerdir.[5]
20 yıldan bu yana yabancı kurum ve kuruluÅŸlarla çalışan, tercümanlık yapan, NATO askerlerine yönelik servis hizmetlerinde çalışmış ÅŸirket çalışanlarından 18 bin ailenin Afganistan’dan kaçmaya hazırlandığı bilinmektedir. Washington yönetiminin Afganistan’dan birliklerini çıkarma kararı aldığı Nisan ayından bu yana, yönetimin askerî birliklerinin durumu da sistemli bir ÅŸekilde kötüye girmektedir. Afgan askerî birlikleri, Amerikalılar’dan kalan/gelen zengin askerî mühimmatları Taliban güçlerine bırakarak geri çekilmekte ve komÅŸu ülkelerin sınırlarını geçmeye çalışmaktadır.[6]
Temmuz ayında Türkiye kapısında Afganlılar birikmeye baÅŸladı. İran sınırından her gün 500 civarında giriÅŸ yaÅŸanmaktadır. Bu yeni gelenler, ÅŸu anda Türkiye’de yaÅŸayan ve 3,6 milyonu Suriyeli dört milyon mülteciye katılmaktadır. Göçmenlerin, öncelikle “mezhep” farklılığı ve siyasi durumundan nedeniyle İran’da kalmaktan yana olmadıkları bilinmektedir. BaÅŸka bir anlatımla İran’ı “transit ülke” olarak görmektedirler. Bu baÄŸlamda Afganların Suriyelilerden farkı, Suriyelilerin büyük kısmının Türkiye’yi transit ülke olarak görmesidir. Ancak Afganlar için durum farklı durmaktadır. Afganlar’ın sadece yüzde 10’u için Türkiye “transit ülke”, geri kalanı için ise “son durak” olarak tercih edilmektedir.[7]
Amerikan kuvvetlerinin ülkeden çıkışını bir tür “kaçış” olarak adlandırmak mümkün. En azından Bagram Askerî Hava Üssü’nden çok sayıda aracı geride bırakarak çekilmeleri böyle gözüküyor. Washington “güvenlik maksadıyla” Afgan yönetimine üssün ne zaman terk edileceÄŸini bildirmemiÅŸti. Sonuç olarak terk edilmiÅŸ üs, askerler gelene kadar yerel halk tarafından yaÄŸmalanmış oldu.[8]
Kısaca ABD, Afganistan’dan çıkarak herkesi cezalandırmış oldu ve bölgeyi kaderine terk etti. Afganların geleceÄŸiyle oynayan, bazen Taliban liderlerine yakın durarak, bazen de saflarını bölerek müdahalelerde bulunan İran bile, Taliban’ın devlet üzerinde kontrolü saÄŸlayıp baÅŸkent Kabil’i iÅŸgal etme olasılığı nedeniyle kendisini tehlikede hissetmektedir.[9]
TÜİK’in en son yayımladığı göç istatistiklerine göre, Türkiye’ye gelen yabancı uyruklu nüfus içinde ilk sırayı yüzde 14,5 ile Irak vatandaÅŸları almış durumdadır. Bu ülkenin ardından yüzde 13,8 ile Türkmenistan, yüzde 8,2 ile Afganistan, yüzde 7,5 ile Suriye ve yüzde 7,3 ile İran gelmektedir.
Türkiye mevcut ekonomik yapısının “dışa bağımlılık, kaynak sıkıntısı, bütçe ve dış denge açığı, iÅŸsizlik, enflâsyon, refah düÅŸüÅŸü, siyasi istikrarsızlık, orta gelir tuzağı” baÅŸlıklarında toplanabilecek “kırılganlıklara” bu kez, “çoÄŸu niteliksiz” yeni göçlerle eklenen insan kaynağının yaratacağı kırılganlıklar, pek de haklı olarak ülke insanını tedirgin etmektedir. Bir diÄŸer anlatımla, çalışan nüfusun yüzde 60’ının asgari ücret veya altında gelir aldığı, en az 20 milyon insanın aslında “açlık sınırı” altında yaÅŸadığı, iÅŸini kaybedenler de eklendiÄŸinde bu sayının 30 milyona çıktığı bir ülkede yaÅŸanan bu tedirginliÄŸe de hak vermek gerekir.
ÜLKEDEKİ GÖÇMENLERİN HUKUKİ KONUMU
Sığınmacılık ile ilgili uluslararası düzenlemelerin tarafı olan devletler, bu konuyu çoÄŸunlukla iç hukuk kuralları ile de düzenlemiÅŸtir. Ancak devletler sığınmacılık ile ilgili bu düzenlemeleri yaparken, uluslararası bazı kurallara dikkat etmek zorundadır. Bu konudaki uluslararası nitelikte temel düzenleme 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair BirleÅŸmiÅŸ Milletler Cenevre SözleÅŸmesi’dir. Keza bu kapsamda ülkemizde sığınmacılarla ilgili kabul edilen yasal düzeydeki ilk temel düzenleme, 4.4.2013 tarih ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’dur (YUKK).
Ülkelerindeki savaÅŸtan, çatışmadan, baskıdan kaçan, asıl amacı Türkiye üzerinden Batı’ya geçmek üzere ülkemize göç edenlere “sığınmacılar” demekteyiz. “Mülteci” deÄŸil de sığınmacı ifadesinin kullanılması, “Türkiye’nin mültecilerin uluslararası statüsünü belirleyen Cenevre sözleÅŸmesine koymuÅŸ olduÄŸu çekince” temellidir. Bu çekince çerçevesinde Türkiye, ülkenin doÄŸusundan gelen kiÅŸilere “mülteci” statüsü tanımamaktadır.[11]
Ülkesinde sığınma talebinde bulunulan devlet, sığınma talebinde bulunan yabancılara, uluslararası bir yükümlülüÄŸü bulunup bulunmamasına göre deÄŸiÅŸik hukuksal statüler uygulayabilmektedir. Bu kapsamda bir devletin uluslararası yükümlülüklerin sınırları içinde kalmak ÅŸartıyla, sığınma talebinde bulunan yabancılar için farklı uluslararası koruma statüleri öngörmesi mümkündür.
Uluslararası Koruma Statülerini aÅŸağıdaki 4 baÅŸlıkta toplayabiliriz:
–Mülteci Statüsü
Hangi göçmenin “mülteci statüsüne” alınacağı aslında tüm dünyada “politik önceliklerle” belirlenen bir konudur. Çünkü bu statüyü devletler vermekte ve onlar da, mülteci politikalarıyla rakiplerine ve/veya düÅŸmanlarına “siyasi mesaj” vermiÅŸ olmaktadırlar.
Türkiye, “Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle olan sığınmacılık taleplerine “mültecilik” statüsünü tanımadığı için eleÅŸtirilmektedir. OrtadoÄŸu’ya komÅŸu olan ve Avrupa’ya geçiÅŸ noktası konumundaki Türkiye’nin sığınmacı akınına uÄŸrama potansiyeli oldukça yüksektir. Bu nedenle Türkiye’nin Avrupa dışında meydana gelen olaylar sebebiyle ülkemize sığınan yabancılara mülteci statüsü vermemesi haksız deÄŸildir.
Ancak Suriye olayları baÄŸlamında ortaya çıkan “kitlesel sığınmacılık” durumu, Türkiye’nin bu uygulaması, kendi politikası yönünden haklı durmaktadır. Türkiye’de Suriyelilere kolaylıkla verilen “geçici koruma statüsü”, Iraklılara ve Afganlara verilmemiÅŸtir. Çünkü Türkiye yönetimi Esad’a düÅŸmandı (!) ve ondan kaçanlara kucak açarak, onun zulüm yaptığını tüm dünyaya bu yolla duyurmuÅŸ olmaktaydı! Aynı “iltica imkânını”, Irak ya da Afganistan’dan gelenlere sunulmamaktadır, çünkü Türkiye’nin, bu ülkeleri periÅŸan eden ABD ya da Taliban güçleriyle o kadar derdi yoktu!
Politik nitelikli söz konusu yaklaşımın sonucu olarak Afgan göçmenlerin hiçbir statüleri yoktur. Suriyeliler, “geçici koruma statüsünde” olduklarından saÄŸlık hizmetlerinden faydalanabilmektedirler. Afgan göçmenler ise, çoÄŸu “kayıt dışı” oldukları için, hiçbir “sosyal güvenceye” sahip deÄŸillerdir.
– Åžartlı Mülteci Statüsü
YUKK, “Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle” vatandaşı olduÄŸu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan kiÅŸiyi “ÅŸartlı mülteci” olarak tanımlamıştır.
“Üçüncü ülkeye yerleÅŸtirilinceye kadar, ÅŸartlı mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir” ibaresiyle, Türkiye’de mülteci olarak kalma imkânı bulunmayan yabancıya ÅŸartlı mültecilik statüsünün verilmesiyle, üçüncü ülkeye yerleÅŸtirilinceye kadar Türkiye’de kalmasının yolu açılmıştır.
-İkincil Koruma Statüsü
Bu statüyle, mülteci veya ÅŸartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menÅŸe ülkesi veya ikamet ülkesine gönderildiÄŸi takdirde bazı olumsuz durumlarla karşılaÅŸacak olan kiÅŸilere, uluslararası koruma yolu saÄŸlanmış olmaktadır.
Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, iÅŸkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak, uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen ÅŸiddet hareketleri nedeniyle ÅŸahsına yönelik ciddi tehditle karşılaÅŸacak kiÅŸiler için uygulanmaktadır.
-Geçici Koruma Statüsü
Bireysel sığınma olaylarında mültecilik talebinde bulunan kiÅŸilerin mültecilik ÅŸartlarını taşıyıp taşımadıklarının saptanması kolaydır. Ancak kitlesel sığınma olaylarında bu tespit neredeyse olanaksız gibidir. Bu nedenle kitlesel sığınma durumlarında devletlerin genel eÄŸilimi, “geçici koruma statüsü” adıyla sığınanlara koruma saÄŸlamasıdır. Bu durum, devletlerin ulusal çıkarlarını ön planda tutarak getirilmiÅŸ, koruma sisteminden bir sapma olarak deÄŸerlendirilmektedir.
Bu konuda YUKK’da, bir yabancıya geçici koruma statüsünün verilebilmesi için gereken ÅŸartlar: (a) Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, (b) Ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, (c) Acil ve geçici koruma bulmak amacıyla (d) Kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma saÄŸlanabileceÄŸi düzenlenmiÅŸtir. Bu durumda, bireysel olarak gelen bir yabancıya geçici koruma statüsünün verilmesi söz konusu olmamaktadır.
GÖÇ YOLUYLA ÜLKEYE GELENLERİN EKONOMİDEKİ YERİ ve YÖNETİMİNİN KONUYA YAKLAÅžIMI
Son dönemde Afganistan’dan çok sayıda insanın göç ederek Türkiye’ye gelmesi, sığınmacı tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Sosyoloji Bölümü ÖÄŸretim Üyesi ve Göç AraÅŸtırmaları DerneÄŸi (GAR) kurucularından Didem Danış yaptığı deÄŸerlendirmede:
“Türk vatandaÅŸlarının yapmak istemediÄŸi en düÅŸük statülü iÅŸleri mülteciler yapıyor. Türklerin tercih etmemesinin nedeni, bu iÅŸlerde ücretlerin çok düÅŸük ve çalışma koÅŸullarının çok kötü olması. Özellikle belli sektörlerde, tekstil, bakıcılık, yeme ve içme iÅŸlerinde mülteciler var. Taksim’den baÅŸlayıp Ege kıyılarından Akdeniz kentlerine kadar neredeyse bütün otellerde Orta Asyalı göçmenleri görüyoruz. Yine Gaziantep’te sanayi bölgesinde ve imalât iÅŸlerinde Suriyeli mültecilerin çok düÅŸük ücretlere çalıştığını görüyoruz.” ÅŸeklinde açıklamada bulundu.[12]
Bu baÄŸlamda AKP Genel BaÅŸkan Danışmanı Yasin Aktay’ın “Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker” yorumundan sonra, yine AKP Genel BaÅŸkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, sığınmacıların kimsenin gönderemeyeceÄŸini belirterek, “Åžimdi bazı ÅŸehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. Gaziantep sanayisine gidin yüzbinlerce insan en ağır ve en zor iÅŸlerde çalışıyorlar” dedi. DiÄŸer yandan da TV kanallarında dolaÅŸan AKP milletvekilleri de, tarımda daha çok çoban olarak söz konusu göçmenlerin çalıştırıldığını, böylece tarımdakilerin ekonomik olarak ayakta kalabildiklerini söylediler.
Siyasilerin dile getirdiÄŸi yukarıdaki görüÅŸte bir doÄŸruluk payı elbette var. Ama bu “ucuz göçmen iÅŸgücünün” pozitif bir unsur gibi sunulması, hükümetin konuya sadece “iÅŸveren” penceresinden baktığını, “güvencesiz iÅŸ gücünün istismarına” göz yumulduÄŸunu göstermektedir. Siyasilerce yapılan böylesi bir deÄŸerlendirmenin “ciddi olarak tartışılması gereken politik bir yönü” olduÄŸunu düÅŸünüyoruz.
Tartışmalara, son yıllardaki göçmen hareketinin “bir süre daha devam edecek” bir “dünya sorunu” olduÄŸu, Türkiye’nin bundan en olumsuz etkilenen ülkeler arasında bulunduÄŸu, ülkedeki sorunun temelinde de, büyük ölçüde “yanlış yönetim” bulunduÄŸu ÅŸeklinde yaklaÅŸmak gerekmektedir. Göçmenlik sorununa “ucuz emek avantajı” diye bakan iktidar mensuplarının, Türkiye ekonomisi hakkında ne kadar “sınırlı düÅŸündükleri” bu vesile ile görülmüÅŸtür.
SanayileÅŸmiÅŸ ülkeler genellikle iyi yetiÅŸmiÅŸ, teknik olarak donanımlı göçmenleri seçerek ülkelerine kabul ederken; sınırları delik deÅŸik olan Türkiye ise herkesi alıp, sonra da bunları “ucuz emek” olarak kullanmakla övünüyor. Bu söylem, sanayileÅŸmiÅŸ ülkelerin tercihlerinin tersine, sadece “ucuz emeÄŸe dayalı sanayi” yapısının varlığı, “uluslararası rekabete dayalı sanayi” anlayışı olmadığının da kabulü olmaktadır.
DiÄŸer yandan ülkenin sanayicileri de, “temel sorunlara çözüm yerine iÅŸlerine gelen imtiyazları kullanarak yollarına devam etme isteÄŸini” bir türlü terk etmedikleri ortaya çıkmaktadır. İş insanları, Türkiye’nin son yıllarda dünyadan koptuÄŸunu, küreselleÅŸme hızlandıkça mevcut ekonomik yapıyla çok daha geride kalacağımızı artık farkına varmalılar.
Sığınmacılara “ucuz iÅŸgücü” kaynağı olarak bakılması, ‘verimlilik’ kavramından uzak olduÄŸumuzun bir göstergesi olarak deÄŸerlendirilmelidir. Çünkü ülkemizde verimlilik, “rekabetçi kur” ve “ucuz iÅŸgücü” olarak anlaşılmaktadır. Ülkemizde sığınmacılara “onlar olmazsa kim çalışacak o iÅŸlerde?” diye bakanlar çok. Bu bakış açısı sık sık dile getirilen ÅŸu saptamayla örtüÅŸüyor: “Çalıştıracak iÅŸçi bulamıyoruz.” Hem de iÅŸsizliÄŸin bu kadar yüksek olduÄŸu bir ülkede dile getiriliyor bu tespit. Aslında burada atlanan gerçek: VerdiÄŸiniz ücret çok düÅŸükse elbette çalışacak bulamazsınız.
*Göç Konusunun Sosyolojik Boyutu
Devletlerin mültecilere kalıcı çözüm saÄŸlamak konusunda uluslararası hukukta bir yükümlülükleri bulunmamaktadır. Ancak literatürde sığınmacılar ve mültecilerin normal bir yaÅŸama dönmeleri için birtakım kalıcı çözümler öngörülmüÅŸtür. Literatür üç temel “kalıcı çözüm (durable solution)” üzerinde durmaktadır. Bunlardan birincisi “gönüllü dönüÅŸ (voluntary repatriation)”, mültecinin geldiÄŸi ülkesine, kendi isteÄŸiyle güvenli bir ÅŸekilde dönmesidir.
İkincisi “yeniden yerleÅŸtirme (resettlement)”,mültecinin sığınma ülkesinden, kendisini daimi olarak kabul etmeye hazır üçüncü bir ülkeye gönderilmesidir. Son seçenek de, “yerel entegrasyon (local integration)”,mültecinin sığındığı ülkesinde kalıcı ve ikamet hakkı elde ederek yaÅŸayabilmesidir.[13]
Türkiye, Suriyeliler’in mevcut ve ne zaman sonlanacağı belirsiz olan çatışma ortamından gelen “kitlesel bir sığınma” hareketiyle, daha önce deneyimlemediÄŸi bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Ülkede sayıları 4 milyonu bulan Suriyeli sığınmacıların burada “kalış statülerinde”, hukuki durumları ve gönüllü dönüÅŸleri ÅŸu an için bir imkân içinde mümkün görünmeyenlerin, “belirsiz geleceklerini” hafifletecek bir uyum/ entegrasyon sürecine alınması, yüzleÅŸilmesi ve üzerinde konuÅŸulması gereken bir konu haline gelmiÅŸtir.
TÜRKİYE, ABD VE TALİBAN
Kabil Havalimanı’nın güvenliÄŸini üstlenen Türkiye de, bölgedeki geniÅŸ ve karışık iliÅŸkiler bütününe dâhil olmuÅŸ oldu. Havalimanının güvenliÄŸinin Afgan güvenlik güçleri deÄŸil Türk askerleri tarafından saÄŸlanacak olmasına Rusya’nın üç haklı itirazı bulunmaktadır: Birincisi, Türkler bunu Kabil yönetimiyle deÄŸil Amerikalılar’la anlaÅŸarak yaptılar. İkincisi, Taliban NATO birliklerinden kalan her unsuru iÅŸgalci olarak tanıyacağını net bir ÅŸekilde söyledi. Üçüncüsü ise 20 yıl boyunca Kabil Havalimanı’nın güvenliÄŸini saÄŸlamak açısından Amerikan-NATO askeri birliÄŸinin 600 tane Afgan yetiÅŸtirememiÅŸ olmasının garipliÄŸi.
DiÄŸer yandan Afganistan ile sınırdaÅŸ olan ülkeler sınır güvenliÄŸini kuvvetlendiriyor. Özbekistan ve Tacikistan’da savaÅŸa hazırlık kontrolleri yapılmaktadır. Her iki ülke Rusya ile birlikte 5-10 AÄŸustos tarihleri arasında Hatlon bölgesinde tatbikat düzenleyecektir
Havalimanın güvenliÄŸi, “Kabil’in korunması” açısından gerçekten yüksek derecede bir öneme sahiptir. Fakat daha önemlisi, bu pozisyonun “diplomatik pazarlıklarda” oynayabileceÄŸi rol. Washington, Ankara’nın Afgan dosyasında ağırlığını artırarak, bir taraftan bölgedeki rakibi Rusya’ya karşı hem “denge” kurarken, hem de “Ankara üzerinden Moskova ile iÅŸbirliÄŸine” kapı aralamaktadır.[14]
Taliban, 2018’de ABD ile doÄŸrudan görüÅŸmelere baÅŸlamıştı ve Åžubat 2020’de iki taraf, Doha’da ABD’nin geri çekilmesini ve Taliban’ın ABD kuvvetlerine yönelik saldırıları önlemesini taahhüt eden bir barış anlaÅŸması imzalamıştı. DiÄŸer vaatler arasında El Kaide veya diÄŸer militanların kontrol ettiÄŸi bölgelerde faaliyet göstermesine izin verilmemesi ve ulusal barış görüÅŸmelerine devam edilmesi de yer almıştı.[15]
Ancak takip eden yılda Taliban, Afgan güvenlik güçlerini ve sivilleri hedef almaya devam etti. Åžimdi, ABD ayrılmaya hazırlanırken grup yeniden canlanıyor ve ülke çapında hızla ilerlemektedir.
ABD ve müttefik askerlerin çekilmesinin Afganistan’a barış getirmeyeceÄŸine yönelik görüÅŸleri destekleyen en önemli argüman, ABD ve Taliban arasında akdedilen barış anlaÅŸmasına raÄŸmen, son aylarda ülkede ÅŸiddetin artması ve Taliban’ın kontrolü altındaki bölgelerin geniÅŸlemesidir Yabancı asker çekilirken Taliban’ın daha da saldırganlaÅŸtığı dikkatlerden kaçmamaktadır
Afganistan’ı yakından takip eden uzmanlara göre Taliban, bu tarihten sonra Pakistan’ın bölgedeki çıkarları için vekâlet savaşı veren bir örgüt haline dönüÅŸtü. BilindiÄŸi gibi Pakistan, BirleÅŸik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, Taliban’ı resmen tanımıştı.
Amerikan iÅŸgalinin üzerinden 20 yıl geçmesine raÄŸmen hala adından söz ettiren Taliban, ABD varlığının sona ermesini ve tüm yabancı güçlerin ülkeden çekilmesini istiyor. Batılı uzmanlara göre, görevden uzaklaÅŸtırılmasının ardından gücünü yeniden toparlayan örgüt, potansiyel bir tehlike olarak durmaktadır. Özellikle de ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’dan çekilmesi sonrası Afgan ordusunu maÄŸlup edebileceÄŸi belirtilmektedir.[16]
Afgan analistler de, Pakistan’ın saÄŸladığı destek nedeniyle Taliban’ın neredeyse eski gücüne yeniden ulaÅŸtığını ve yabancı güçlerin çekilmesinin ardından kısa sürede Kabil’e dayanabileceÄŸini öne sürmektedir.
Son 40 yıldır iÅŸgaller ve iç savaÅŸlardan yorulan halkın yeni bir kanlı savaşı kaldıramayacağı göz önünde bulundurulursa, hem Afgan halkı hem de merkezi hükümet, Taliban’ın barış masasına oturmasını isteyeceÄŸi açıktır.
Daha önce de bahsettiÄŸimiz üzere ABD baÅŸkanı Donald Trump, Beyaz Saray’daki son yılında ve Afgan hükümetinden uzakta, Taliban Hareketi ile tek taraflı bir anlaÅŸma imzalamıştı. Washington, anlaÅŸma ile Taliban’ın ÅŸiddet eylemlerini azaltması karşılığında sayıları 2 bin 400 olan askerlerini tamamen çekmeyi taahhüt etmekteydi. Esasında bu basit bir anlaÅŸmaydı ve Washington, kendisine 3 bin 400 can kaybına ve 1 trilyon Amerikan Dolarına mal olan bir “savaÅŸ arenasından çekilme” hedefini gerçekleÅŸtiriyordu.
Aslında Washington, en az 20 yıl önce, 2001’de el-Kaide’nin ideolojik ve lojistik destekleyicisi olan Taliban’ı devirerek, 11 Eylül olaylarının intikamını aldıktan sonra da geri çekilebilirdi.
Kısaca ABD, Afganistan’dan çıkarak herkesi cezalandırdı. Bölgeyi kaderine terk etti. Afganların geleceÄŸiyle oynayan, bazen Taliban liderlerini kucaklayarak, bazen de saflarını bölerek müdahalelerde bulunan İran bile, Taliban’ın devlet üzerinde kontrolü saÄŸlayıp baÅŸkent Kabil’i iÅŸgal etme olasılığı nedeniyle kendisini tehlikede hissetmektedir.
BirleÅŸmiÅŸ Milletler raporlarında yerel düzeyde en tehlikeli ve “tahmin edilemeyen” bir örgüt olarak görünen; en alt düzeyde ise, Taliban’ın gelirlerini büyük oranda saÄŸlayan haÅŸhaÅŸ tohumlarının ekilmesinden, afyon üretiminden. Taliban’ın bir yılda bu illegal uyuÅŸturucu trafiÄŸinden 400 milyon Dolar kazandığı tahmini yer almaktadır.[17]
SONUÇ YERİNE
En geç AÄŸustos sonuna kadar, iÅŸgal ettiÄŸi Afganistan topraklarından çekileceÄŸini açıklayan ABD’nin bu uygulaması sonrasında, Taliban güçlerinin yönetime tam hâkimiyet kurup, çeÅŸitli vesile ve nedenlerle sert ve kanlı bir uygulama içinde olacağından çekinen Afganlar’ın İran üzerinden Türkiye’ye göç etmesi hızlandı.
Åžehre ulaÅŸan tüm ulaşım kanallarını kontrol altına alan Taliban birlikleri, baÅŸkent Kabil’i çevrelemiÅŸ durumdadır. Her geçen gün baÅŸkente biraz daha yaklaÅŸtıkları belirtilmektedir.
Bu “çekilmedeki hızlanmayla”, Afganistan’ın son 25 yılına damga vuran Taliban örgütü yeniden canlanmakta ve ülke çapında hızla ilerlemekte ve kontrolünde tuttuÄŸu toprak ve nüfus sayısı giderek artmıştır. Kısaca ABD, Afganistan’dan çıkarak herkesi cezalandırmış ve bölgeyi kaderine terk etmiÅŸ oldu.
Bu geliÅŸmenin en önemli sonucu, çevre ülkelere olacak “göç” olacaktır. Afganistan’da iki yıl içinde 3 milyon insanın ülkeden kaçması beklenmektedir. KomÅŸu Pakistan istihbaratının Taliban ile “olumsuz” iliÅŸkileri düÅŸünüldüÄŸünde, bu kaçışların önemli bir kısmının İran üzerinden Türkiye’ye yönelmesi kaçınılmaz görünmektedir.
ABD’nin bu “çekilme” uygulaması sonrasında, Taliban güçlerinin yönetime tam hâkimiyet kurup, çeÅŸitli vesile ve nedenlerle sert ve kanlı bir uygulama içinde olacağından çekinen Afganlar’ın İran üzerinden Türkiye’ye göç etmesi, son ay hızlanmış ve ülkede yeni spekülâsyonlara yol açmıştır.
Ülkedeki spekülâsyonun başında, “sığınmacıların ucuz iÅŸgücü” olarak görülmesi, diÄŸeri ise İran’ın, ABD yönlendirmesiyle bu göç yığınlarının “Türkiye sınırına ulaÅŸmasına verdiÄŸi lojistik destek” olmaktadır.
Bu vesileyle, Türkiye’deki 5 milyon civarındaki sığınmacının giderek ”kalıcı” hale gelmesi gerçeÄŸi ve bu “düzensiz göçmen” sorununa ülke yönetiminin “yetkin” olmayan yaklaşımı da su üstüne çıkmış durumdadır. Aynen ülke merkezi yönetiminin “orman yangınlarındaki yaklaşım, beceriksizlik ve inatlaÅŸması” gibi.
DiÄŸer yandan, hak sahibi olamadan, fakirlik içinde, “ucuz emek” unsuru ve üstelik kimi zaman “hor görülerek” sürdürülmeye çalışılan çok zor bir “sığınmacı yaÅŸamına” benzer ÅŸekilde…