ALFABE 

Erdal NURAL

“Karga karga “gak” dedi.
"Çık ÅŸu dala bak" dedi.
Çıktım baktım o dala,
Bu karga ne budala..
… Karga fındık getirdi.
Fare yedi bitirdi.
Onu tuttu bir kedi.
"Miyav" dedi, "av" dedi.
Müjde alfabe bitti…”
Birkaç gün önce -27 Kasım- ; Ülkü Adatepe’nin doÄŸum günü oluÅŸu bana “o günleri” hatırlattı. Yıllar boyu kullanılan bu Türk alfabesi kapağında, Atatürk'ü manevi kızı minik Ülkü'ye (Adatepe) harfleri öÄŸretirken gösteren, İhap Hulusi tarafından yapılmış resim hafızama kazılıdır. Alfabenin son sayfasında da bu tekerleme vardı. Yeni alfabe, 9 AÄŸustos 1928’de bizzat Atatürk tarafından, “Milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde deÄŸildir. Türk'ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız" diyerek açıklanmıştı.
Biraz da, aklıma “ÅŸöyle bir gelenlerle” nostalji yaparsak;
Hepimizin yaÅŸamında ilkokul ayrı bir yer tutar. Benimki de Bursa Namık Kemal İlkokulu idi. Mütevazi ahÅŸap bina. TelaÅŸlı çocuk ayaklarımızla koÅŸuÅŸtururken alt kattaki sınıflara tahta aralarından toz dökülen, in cin top oynayan harita odasında hayalet olduÄŸu söylenen okulum. 1960’larda, ilkokula baÅŸladığımızda çoÄŸu arkadaşımızın çantaları tahtadandı. Bir avantajı da, kar yaÄŸdığında kızak görevi görmesiydi. Yakalar beyaz, önlükler siyah, ceplerinde iki mendil, boyunlarda –kaybolmasın diye- ortasından ip geçirilmiÅŸ silgiler. ÇeÅŸit çeÅŸit renkli kalemler nerede, belki de aynı kalemi ucuna kadar kullanıp yılı bitirirdik. Servis ne ki? Okula yürüyerek gidip gelirdik. Sınıfta sobanın etrafında ısınırdık. Lastik ayakkabılı arkadaÅŸlarımı hüzünle hatırlarım. Okula girerken, kapıda güler yüzlü, zarif, hoÅŸ ve sevecen müdiremiz Kıymet Çubukçu’yu unutmak mümkün mü? Okulda erkek öÄŸretmen yoktu. O yıllarda cumartesi günleri de yarım gün okula giderdik. İlk derse baÅŸlarken, “Türküm, doÄŸruyum, çalışkanım” andımızı mutlaka söylerdik. O gün kim nöbetçi ise, duvardaki afiÅŸte hava durumunu bulutlu, güneÅŸli, karlı, yağışlı ÅŸekillerde görüntülerdi. Hikmet (Uluengin) ÖÄŸretmenimiz ilk gün bize yan ve dik çizgileri, bir de vapur bacası yapmayı öÄŸretmiÅŸti. Ama ne zor gelmiÅŸti!. Çok iÅŸ yapmış gibi eve dönmüÅŸtük. Sınıfça “Orda bir köy var uzakta” ÅŸarkısı, "Çocuktum, ufacıktım/ Top oynadım, acıktım/ Buldum yerde bir erik/ Kaptı bir Ala Geyik" ÅŸiiri, öÄŸretmenimizden aÄŸzımız açık dinlediÄŸimiz ‘Pinokyo’ hikayesi, evde kuru yemiÅŸ, incir, üzüm ne bulduysak getirdiÄŸimiz ‘Yerli Malı Haftası’, kimimizin bahçedeki tuvalete, kimimizin simit, tahanlı pide aldığımız minicik kantine koÅŸtuÄŸumuz teneffüsler.. Ders kitap ve defterlerini, gazete kağıdı ya da daha kaliteli kağıttan mecmua sayfalarıyla kaplayanlar olurdu. Unutmadan; bir de saman kağıdından sarı defterler vardı. Ucuzdu, vardı bir illeti!.. Aynı yere iki kez yanlış yazıp sildiÄŸinizde o sayfa yırtılırdı.
Okulla bahar aylarında bizi pikniÄŸe götürürlerdi. Evde hazırlanan piknik çıkınında, genelde beyaz peynir, taze soÄŸan, kuru köfte, haÅŸlanmış yumurta ve bir parça ekmek olurdu. Okuldan döndüÄŸümüzde, trafiksiz sokaklarımızda topaç, çember çevirir, uçurtma uçurur, sek sek, saklambaç, 9 taÅŸ, uzuneÅŸek oynar, bol kağıt veya bezlerden yaptığımız toplarla maç yapardık. Genellikle, tek bir ayakkabımız olduÄŸundan top oynarken ayakkabımız zarar görürse evden de azar iÅŸitirdik. Ayakkabının yenisi hemen alınmaz, tamire giderdi..
Mezun olduk.. Sınıf arkadaÅŸlarımla her birimiz bir yana dağıldık. Ama o yılları, yaÅŸananları hiç unutmadım. Size bir sır (!) vereyim; 55 yıl önceki çoÄŸu arkadaşımla hala beraberiz.
Bitmez, film şeridi gibi anılar..
O yoklukta, var olan büyük mutluluklar.
Ne mutlu, ne güzel günlerdi..
Erdal NURAL