Avrupa’da Aşırı SaÄŸ’ın YükseliÅŸi ve ‘Batı Cephesi’nde Zayıflama

İtalya’nın “büyük bir anti-faÅŸist mücadele geleneÄŸi” bulunduÄŸunu bilen, İtalya Komünist Partisi’nin oy oranının 70’li yıllarda yüzde 35’e ulaÅŸtığına tanık olan bizim nesil için de bu seçim sonucu, büyük bir hayal kırıklığı ve yenilgi anlamına gelmektedir

ERSİN DEDEKOCA

11 Eylül’de İsveç’te yapılan genel seçimlerinde, Neo-Nazi hareketinden doÄŸan bir siyasi parti olan “İsveç Demokratları” ülkede ikinci parti oldu. Mevcut BaÅŸbakan Magdalena Andersson’un “merkez sol koalisyonu”, saÄŸ partilerden oluÅŸan bloÄŸa karşı, 349 sandalyelik mecliste 176’ya karşı 173 sandalye ile seçimleri kıl payı kaybetmiÅŸ durumdadır.

Ekonomik kriz, salgın ve Ukrayna savaşının yol açtığı “politik iklimden” beslenen parti, 2010’dan bu yana parlamentoda olsa da, ilk kez hükümet ortağı olmak durumunda. BilindiÄŸi gibi İskandinavya’nın diÄŸer ülkeleri Finlandiya, Danimarka ve Norveç’te de “aşırı saÄŸ partiler” parlamentoda yer almakta ve oldukça etkinlerdir.

DiÄŸer yandan Ä°talya’da geçen hafta sonu yapılan seçimleri de aşırı “saÄŸ ittifak” kazandı. SaÄŸ ittifak Giorgia Meloni’nin İtalya’nın KardeÅŸleri Partisi (Fratelli d’Italia veya FdI), Matteo Salvini’nin “Lig Partisi” ve eski BaÅŸbakan Silvio Berlusconi’nin “Forza İtalya Partisi”nden oluÅŸmaktadır.

Avrupa’da son yıllarda yaÅŸanan siyasi, ekonomik ve sosyal (salgın da bu kapsamda) olaylardan beslenmiÅŸ bu olgunun deÄŸerlendirilmesini bu hafta konu olarak seçtik.

CEPHELEŞMEDEKİ DAĞILMA

Ukrayna Savaşı ile daha belirgin hale gelen “dünyadaki yeni cepheleÅŸme”, savaşın uzaması nedeniyle dağılma belirtileri göstermeye baÅŸlamıştır.

Bunun ilk örneÄŸi “Rusya cephesinde” deneyimlenmektedir. Ukrayna’yı tüm askeri gücüyle iÅŸgal etmeye kalkan Rusya ordusunun, altı ay içinde aldığı ağır darbe iÅŸin bir yüzüdür. O kadar ki, mevcut ordu birlikleri yetmeyince Vladimir Putin “kısmi seferberlik” ilân etmek zorunda kaldı. Ancak muvazzaf askerlerle kazanamadığı “zaferi”, seferberlik emriyle savaÅŸmaya zorlanan yedek askerlerle elde edip edemeyeceÄŸi de bir bilinmezdir. Seferberlik kararı çerçevesinde askere gitmemek için Rusya’dan kaçmaya çalışanlar, askere alma bürolarında yaÅŸanan karmaÅŸa görüntüleri, Rus halkının savaÅŸmaya Putin ve ekibi kadar “hevesli” olmadığını ortaya koymaktadır.

Tüm bu geliÅŸmelere, Putin’in “kendi cephesinin doÄŸal ortağı” olarak gördüÄŸü Çin’den istediÄŸi desteÄŸi bir türlü alamamasını da ekleyince, durumun Moskova açısından pek iç açıcı olmadığı anlaşılmaktadır. Rus Lider Putin’in Ukrayna’yı tümden iÅŸgal etmeye kalkışarak yaptığı hesap hatası, bugünlerde dünyanın çeÅŸitli bölgelerindeki “Rus etkisinin aşınmaya baÅŸlamasını” da beraberinde getirmiÅŸtir.

ÖrneÄŸin, “Åžangay İşbirliÄŸi Örgütü (ŞİÖ) toplantısında, Dünyanın nüfus ve ekonomi büyüklüÄŸü yönünden en etkin iki ülkesi olan Çin ve Hindistan liderlerinin, görüÅŸtükleri Rus lideri Putin’e açık seçik “artık savaşı durdur” mesajı vermeleri bunun göstergesidir. Bu durum, Moskova’ya yakın duran ülkeleri bile, Ukrayna’da olası bir Rus zaferine inandıramadığını göstermektedir.

Rusya’nın “zayıf düÅŸmesine” iliÅŸkin yaÅŸanan bir baÅŸka belirgin örnek Kafkaslar’dadır. Azerbaycan ile Ermenistan arasında DaÄŸlık KarabaÄŸ’da baÅŸlayan çatışma, Rusya’nın 2020 yılında ağırlığını koymasıyla “ateÅŸkes” ile sonuçlanmıştı. Moskova, Ukrayna savaşı nedeniyle “algısında güç kaybetmeye” baÅŸlayınca, bunun doÄŸal bir sonucu olarak, hassas dengede duran bu “ateÅŸkes” de bozuldu ve ABD’nin bu bölgede hareketlenmesi arttı. Oysa 2020 yılındaki Azerbaycan-Ermenistan savaşında, tüm arabuluculuk/ateÅŸkes çabasını Rusya götürürken, ABD’nin adı bile geçmiyordu.

Tüm bu geliÅŸmeler Rusya’nın başını çektiÄŸi cephede durumun Moskova açısından pek iç açıcı olmadığını göstermektedir. Bunun yanında, Rus cephesindeki dağılmanın farklı bir versiyonunun, Batı cephesinde de kendini göstermeye baÅŸladığı görülmektedir.

AB ülkelerinde yükselen aşırı saÄŸ partilerin tek ortak özelliÄŸi, “kadının bireyselliÄŸi yerine aileyi” önceleyen söylemleri, LGBT ve kürtaj karşıtı duruÅŸları deÄŸildir. Avrupalı aşırı saÄŸ hareketlerin, “Putin Rusya’sına yönelik politikalar” konusunda da deÄŸiÅŸik görüÅŸleri olduÄŸu bilinmektedir.

Rusya’nın Ukrayna’yı iÅŸgaliyle birlikte, savaşın çok yakınında bulunan Avrupalılar, ABD’nin de bastırmasıyla birlikte, “Rusya’ya yaptırımlar uygulanması” konusunda “blok” olmayı baÅŸarabilmiÅŸlerdi. Macar popülist lider Orban gibi arada çıkan aykırı sesler de, hem Washington hem de AB üzerinde etkin olan Almanya’nın kararlı duruÅŸuyla etkisiz kalmıştı.

Ancak İsveç ve İtalya’daki seçim sonuçları, bu durumu deÄŸiÅŸtirecek gibi görünmektedir. İtalya’da seçim kazanan SaÄŸ ittifak’ın ortakları Silvio Berlusconi Rus Lider Putin’in Ukrayna’yı iÅŸgal etmeye Batı tarafından itildiÄŸini söylerken, diÄŸer ortak Salvini ise, Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarını tartışmaya açmıştır.

İtalya’nın ilk kadın baÅŸbakanı olması beklenen, koalisyonun büyük ortağı Fdl lideri Meloni ise, biraz da üzerindeki “faÅŸist” algısını yıkmak için, “Ukrayna konusunda Batı ile beraberiz” söylemine tutundu. Ancak Meloni’nin, hem içinden geldiÄŸi siyasi hareket hem de mevcut ortaklarının tutumu nedeniyle, Ä°talya’yı Rusya’ya karşı oluÅŸturulan Batı cephesinin içinde tutması pek mümkün görünmemektedir.

İSVEÇ ve İTALYA SEÇİMLERİ; AÅžIRI SAÄžIN UTKUSU

ABD’nin liderliÄŸini yaptığı “Batı cephesinin” temel deÄŸerlerinin, “demokrasi” ve “insan hakları” olarak kurgulanmış olduÄŸunu bilinmektedir. Ancak “demokrasi” ile övünen ülkelerde, insan hak ve özgürlüklerine son derece “kısıtlı bakan aşırı saÄŸ partilerin”, demokratik süreci kullanarak birbiri ardına iktidara gelmeye baÅŸladığı izlenmektedir.

GiriÅŸte de belirtildiÄŸi gibi, 11 Eylül’de yapılan genel seçimlerinde, Neo-Nazi hareketinden doÄŸan “aşırı saÄŸcı” bir siyasi parti olan “İsveç Demokratları” yüzde 20,5 oy oranıyla ülkede, yüzde 29,3 oranındaki oyu olan iktidardaki Sosyal Demokratlar”ın ardından “ikinci parti” oldu ve kurulacak hükümette yer alması kesinleÅŸti. Liberal muhafazakâr olarak tanımlanan “Ilımlı Parti” lideri Ulf Kristersson’un hükümeti kurması beklenmektedir.[3]

İsveç’teki saÄŸ blok dört partiden oluÅŸmaktadır: İsveç Demokratları, Ilımlı Parti, Hıristiyan Demokratlar ve Liberaller. Yapılan parlamento seçimlerinde iktidardaki “Sosyal Demokrat Parti” birinci olurken, aşırı saÄŸcı İsveç Demokratları Partisi de, muhafazakâr Ilımlıların önüne geçerek ikinci parti oldu. Seçim sonrası İsveç Parlamentosu’ndaki sandalye sayısı aÅŸağıda gösterilmiÅŸtir.

Kaynak: DW, 15.09.2022

Bir zamanlar siyasi partiler tarafından dışlanan Ä°sveç Demokratları Partisi’nin oyların yaklaşık yüzde 20’sini kazanmasıİsveç siyaseti için önemli bir “dönüm noktası” olarak görülmektedir.

1980’lerin sonunda bir neo-Nazi hareketinden doÄŸan parti, imajını düzeltmeye çalışırken yavaÅŸ yavaÅŸ güçlendi. Parti, seçim kampanyasında, daha uzun hapis cezaları ve göçü kısıtlama yoluyla “İsveç’i yeniden güvenli hale getirme” vaadinde bulundu.

Ancak partinin lideri Jimmie Akersson, dört partinin de tam desteÄŸine sahip olmadığı için baÅŸbakan olamayacaktır. Onun yerine Ilımlı Parti lideri Ulf Kristersson’ın hükümeti kurma çalışmalarına baÅŸlaması beklenmektedir.

 

 

Ulf Kristersson

 

 

Göçmen, İslâm ve Türkiye düÅŸmanlığı propagandası, Ä°sveç parlamento seçimlerinin ana tartışma konularını oluÅŸturdu.

Ülke yönetiminde beklenen deÄŸiÅŸiklikler

Aşırı saÄŸ’ın da içinde olacağı yeni “saÄŸ cephe hükümetinin”, “düÅŸük vergiler” gibi politikalar içeren açık bir “saÄŸ siyaseti” izlemesi sürpriz olmayacaktır. Åžimdiki Sosyal Demokrat hükümetin de bir takım saÄŸ politikalar izlemiÅŸ olması nedeniyle, uygulamada çok büyük deÄŸiÅŸimler olması beklenmemektedir.

Benzer ÅŸekilde önceki hükümet, “2015 mülteci krizinin” ardından göç ve mülteci politikasını sertleÅŸtirmiÅŸti. Ä°sveç bugün “çok sınırlandırılmış” bir göç politikasına sahiptir. Ama saÄŸ partilerin seçime “yasa ve düzen” vurgusuyla girmesi nedeniyle daha sert cezalar, çete suçlarının ve cinayetlerin engellenmesi amacıyla polise daha fazla bütçe ayrılmasının söz konusu olması kimseyi ÅŸaşırtmayacaktır.

Siyasal gözlemciler, artık “İsveç’in sosyal demokrat bir ülke olmadığını”; İsveçliler’inin oldukça büyük bir çoÄŸunluÄŸunun saÄŸ siyasete oy verdiÄŸini; bununla birlikte saÄŸ-sol blokların birbirine eÅŸit durumda olduÄŸunun altını çizmektedirler. (Bunun nedeni, saÄŸ partilerden biri olan Merkez Parti’nin Sosyal Demokratlar ile birlikte hareket etmek istememesi ve bu nedenle saÄŸ bloÄŸu desteklemesidir)

DiÄŸer yandan, kurulacak saÄŸ hükümetin, “İsveç’in NATO üyeliÄŸi için çabalama” konusunda çok daha istekli olması beklenmektedir. Yine yeni yönetimin, Türkiye’nin talebi olan “iadeler” konusunda taviz verme olasılığının daha yüksek olacağı (çalışmasına baÅŸlanmış olan anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinin gerçekleÅŸmesi halinde bunun daha kolaylaÅŸacağı) söylenmektedir.

25 Eylül’de yapılan genel seçimlerde, Avrupa’nın üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya’da saÄŸ koalisyon parlamentonun iki kanadında da çoÄŸunluÄŸu elde etmiÅŸ görünmektedir. Seçim sonuçlarına göre, “saÄŸ’ı temsil eden” Meloni’nin İtalya’nın KardeÅŸleri Partisi/Fdl, göçmen karşıtı Lig Partisi ve önceki BaÅŸbakan Silvio Berlusconi’nin Forza İtalya Partisi sırasıyla, oyların yüzde 26.3, 9 ve 8.3’ünü almışlardır.

Bu durumda, saÄŸ kesimin en ucunda duran, faÅŸizmin kurucu babalarından biri olarak kabul edilen Benito Mussolini’nin “fikrî hareketinin” mirasçısı olarak görülen “Fdl Partisi”, yüzde 44,4 oy oranını temsil eden “saÄŸ koalisyonun” büyük ortağı konumuna gelmiÅŸ olmaktadır. Keza bu “saÄŸ utkunun” zamanlamasının da, Rusya –Ukrayna Savaşı’nın yol açtığı “enflâsyonu yönetme” ve Rusya’ya karşı Batı iÅŸbirliÄŸinin “test edildiÄŸi” bir döneme rast gelmesi, “Meloni dönemini” daha ilginç yapmaktadır.

 

 

Berlusconi ve Meloni

 

 

FaÅŸist İtalya’nın KardeÅŸleri lideri Giorgia Meloni, Kuzey Afrika’dan gelecek göçmenlere karşı denizden abluka uygulamak, ülkede sert önlemlerle asayiÅŸi saÄŸlamak vaatleriyle bu baÅŸarılı sonucu elde etti.

Mussolini’nin kara gömleklilerinin meÅŸhur Roma YürüyüÅŸünün 100 ncü yıl dönümüyle örtüÅŸen “aşırı sağın bu baÅŸarısı”, İtalyan faÅŸistleri için sembolik bir önem taşımaktadır.  Ä°talya’nın “büyük bir anti-faÅŸist mücadele geleneÄŸi” bulunduÄŸunu bilen, İtalya Komünist Partisi’nin oy oranının 70’li yıllarda yüzde 35’e ulaÅŸtığına tanık olan bizim nesil için de bu seçim sonucu, büyük bir hayal kırıklığı ve yenilgi anlamına gelmektedir.

Aşırı saÄŸ” partilerin ittifaka gitmesi, genel anlamda “sol merkez partilerin” ise bir seçim birlikteliÄŸi oluÅŸturamaması/kuramamasının İtalyan seçmende “tepki” yarattığı, bu seçimlerde ilk gözlenen bir gerçektir. Bu gerçeÄŸin yol açtığı olgu da, “seçime katılım” oranının yüzde 9 düÅŸerek, yüzde 63,9’a inmesi oldu ve bu durumdan aşırı saÄŸ ittifak kârlı çıktı. Çünkü İtalya’daki seçim yasasına göre Meclis ve Senato’daki sandalyelerin üçte birinden fazlası “çoÄŸunluk sistemine” göre hesaplanmaktadır. Bu durumda saÄŸ blokta tek bir aday gösterilmiÅŸken, solda-merkezde seçim bölgesi başına üç kiÅŸi yarıştı ve doÄŸal olarak koltuklar saÄŸ ittifaka kaydı.

Fdl’yi asıl öne çıkaran etken Meloni’nin, Temmuz’da çöken Mario Draghi’nin koalisyonuna ve önceki hükümetlere katılmaması, siyaset sınıfına tepki duyan yurttaÅŸları “temiz kalmış” imajıyla cezbetmesi oldu.

Seçim sonucuyla ilgili diÄŸer bir önemli etki de, “sıkıntıdaki İtalyan ekonomisinin” durumundan gelmiÅŸtir. AB çevreleri İtalyan ekonomisinin 200 milyar Dolarlık “yardım paketine” ihtiyaç duyduÄŸunu; “GSYH’nin yüzde 150’sini bulan kamu borçlarının”, özellikle de “faizlerin arttığı” bu konjonktürde ödenmesinin iyice zorlaÅŸacağını; o nedenle Meloni’nin AB Komisyon’un telkinlerine fazla direnemeyeceÄŸini düÅŸünüyorlar. DiÄŸer yandan İtalya’da elektrik fiyatları çok yüksek ve Rusya’dan tedarik edilen doÄŸalgazın ülkenin enerji gereksiniminin yüzde 40’ını oluÅŸturuyor olması da ayrı bir “sıkıntılı” gerçektir.

Pandemi sürecinde saÄŸlık sisteminin iÅŸlemediÄŸine tanık olan, hızla yükselen enflâsyon altında ezilen halk, tepkilerini post-faÅŸist Meloni’ye oy vererek sandığa yansıttı. Euro’ya geçildiÄŸi 1999 yılından bu yana İtalya’da kiÅŸi başına GSMH neredeyse aynı tutardadır. Bu anlamda “Euro bölgesinin en baÅŸarısız ekonomisi” özelliÄŸini taşımaktadır. Tarihsel bir paralellik kurmak gerekirse, İtalya’da hiper enflâsyon döneminin ardından Almanya’da Nazi partisine yönelik halk desteÄŸinin artışına benzer bir ruh hali söz konusudur.

İtalya’nın ilk kadın baÅŸbakanı olacak olan Giorgia Meloni, 15 yaşında neo-faÅŸist İtalyan Sosyal Hareketi ile politikada yer almış ve gençliÄŸinde Mussolini’yi öven demeçler vermiÅŸtir. 90’lı yıllardaki “Temiz Eller” sürecinde mafyayla ilgili soruÅŸturma yürüten iki savcının öldürülmesi sonrası, “devlete sahip çıkma, hırsızlıklar ve yolsuzluklarla mücadele” yaklaşımının siyasi kariyerine yön verdiÄŸini söylemektedir.

Meloni’deki “yükselme hırsı” onu, yolsuzluk ve seks skandallarıyla bilinen dönemin BaÅŸbakanı Silvio Berlusconi’nin partisine yönlendirdi. Lise mezunu Meloni, daha 29 yaşında “gençlikten sorumlu İtalya’nın en genç bakanı” unvanını kazandı. 2012 yılında, kendisi gibi göçmen karşıtı arkadaÅŸlarıyla “İtalya’nın KardeÅŸleri Partisi (Fdl)”ni kurdu ve liderliÄŸe seçildi.

Meloni aslında, sağın “woke kültürü” diye adlandırdığı farklı yaÅŸam tarzlarına, cinsel eÄŸilimlere, dinsel inanç ve inançsızlığa, etnik kimliklere ve toplumsal cinsiyet eÅŸitliÄŸine sıcak yaklaÅŸan “sol ve liberal anlayışa karşıtlık” üzerinden politika yapmaktadır. Buradan hareketle mesajlarını, göçmenler dışında “aile deÄŸerleri, din ve vatanseverlik” üzerinden kurmaktadır. BilindiÄŸi gibi, Meloni’nin sahiplendiÄŸi bu söylemler ABD’de, İskandinavya’da, ÅŸimdi de Güney Avrupa’da meyvesini veren çok bereketli (!) bir demagoji, popülizm sahası

Keza seçim kampanyası boyunca, “DoÄŸal aileye evet; LGBT lobisine hayır; Cinsel kimliklere evet; Toplumsal cinsiyet ideolojisine hayır” söylemini öne çıkardı. Ama iktidara yaklaÅŸtıkça kürtaj, boÅŸanma konularındaki keskin fikirlerini törpüleyen, aslında toplumsal cinsiyet eÅŸitliÄŸine inanmayan bir figür ile karşı karşıyayız. Tüm “saÄŸ popülistler” gibi Brüksel elitlerine, teknokratlara atıp tutsa da, AB karşıtı sıradan vatandaşın duygularını okÅŸayan ifadeler kullansa da, artık AB’den ayrılmayı da savunmamakta olduÄŸu gözlemlenmektedir.

Daha önce de söylediÄŸimiz gibi Kuzey Afrika’dan gelecek göçmenlere karşı denizden abluka uygulamak, ülkede sert önlemlerle asayiÅŸi saÄŸlamak vaatleriyle prim yaptı. Avrupa’nın egemen çevrelerinde NATO yanlısı ve Atlantikçi olması, Ukrayna iÅŸgalinde net Rusya karşıtı bir tutum takınması, bütçe disiplinini savunması nedeniyle fazla tepki çekmemektedir. Sadece AB Komisyonu BaÅŸkanı Ursula von der Leyen’den İtalya’nın demokratik ilkelerden uzaklaÅŸmaması yolunda üstü örtülü mesajlar geldi. Bu uyarı İtalya’da, “ülkenin iç iÅŸlerine karışmak” olarak yorumlandı; özelde Meloni’nin, genelde saÄŸ ittifakın çıkarına oldu.

Fdl’nin saÄŸ ittifak içindeki ortakları Lig Partisi ve Forza Italia bile, Meloni’nin “denizden abluka” önerisine mesafeli duruyorlar. Mussolini’den izler taşıyan Meloni’nin bu zaferi, Akdeniz havzasındaki diÄŸer ülkeleri de tetiklemesi güçlü bir olasılık olarak durmaktadır.

Brookings’den Carlo Bastasin’in de belirttiÄŸi gibi Meloni’nin iÅŸbaşına gelmesiyle İtalya, Polonya ve Macaristan modeline dönüÅŸebilir.[12] FdI, Polonya’daki Hukuk ve Adalet (PiS) ve Macaristan’daki Fidesz gibi “otoriter, baskıcı bir hatta” kayabilir. Orban ve Meloni’nin yakınlığı da bu argümanı desteklemektedir. Meloni dış politika konularında Macaristan ve Polonya’yla hareket ederek, Almanya-Fransa ittifakına karşı durabilir. Bu durumun da milliyetçi bir anlatıyı güçlendireceÄŸi açıktır.

SONUÇ YERİNE

İzlendiÄŸi kadarıyla “aşırı saÄŸ popülizm”, geleneksel partilere, teknokratik hükümetlere karşı ulusal ölçekte destek kazanmayı sürdürmektedir. Kuramsal destekten yoksun “neoliberal kapitalist sistemin” yol açtığı “yapısal krizinin” neden olduÄŸu dipten gelen dalga, saÄŸ ve aşırı saÄŸ unsurları siyaset sahnesinin önüne sürerken, Ergin YıldızoÄŸlu Hocamızın da sıklıkla vurguladığı gibi “FaÅŸizm sürecinin taÅŸlarının döÅŸenmesi” de tüm hızıyla sürmektedir. Yazımızın giriÅŸindeki “CepheleÅŸmede Dağılma” baÅŸlığında aktardığımız geliÅŸmelerin de, “taÅŸ döÅŸeme” iÅŸini hızlandırdığını düÅŸünmekteyiz.

Aslında bu kapsamda yaÅŸanan bir diÄŸer örnek geliÅŸme de Åžili’de gerçekleÅŸti. Ayrı bir yazı konusu yapmak istediÄŸimiz bu konu, Åžili’de “kapsamlı anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi” için yapılan referandumda, önerinin yüzde 62 gibi yüksek bir oy oranı ile reddedilmesiydi. Bu geliÅŸme, saÄŸcı güçlerin “ilerici” olarak anılan bu anayasaya karşı zaferi olarak yorumlandı. Çünkü iki yıl önce anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi talebi doÄŸrultusunda yapılan referanduma, neredeyse yüzde 80 evet oyu veren de aynı Åžili halkıydı. Sonuçta bunun yerine yapılan “çok yüzeysel” anayasa deÄŸiÅŸiklikleriyle, ekonomik adaletsizliÄŸe ve ayrıcalıklı kesimlerin dizginlenmeyen neoliberal politikalarına karşı ülkeyi zapt etmiÅŸ “milyonlar yeniden pasifleÅŸtirilmiÅŸ” oldu.

“CepheleÅŸmede Dağılma” baÅŸlığına son olarak iki baÅŸlık daha eklemek istiyoruz. Ukrayna’nın Kharkiv bölgesindeki ilerlemesi, savaşın gidiÅŸatı üzerinde kalıcı sonuçlar doÄŸurabilir. Batı’dan saÄŸlanan silahların yardımıyla Kupyansk’ın ve İzyum’un geri alınmasıyla “moral üstünlük” ÅŸimdilik Kiev’e geçmiÅŸ olarak durmaktadır. Rusya, açıklandığı üzere Donetsk bölgesinin geri kalanını almak için Donbass’a odaklansa da, her geri çekiliÅŸ Moskova’nın hanesine negatif bir not olarak yazılmaktadır. Bu durumda Rusya’nın iÅŸgâli, belki bundan sonra Karadeniz kıyısı boyunca daha güneye ilerleyemeyecektir.

DiÄŸer yandan, Ukrayna savaşı nedeniyle “enerji krizi” tüm dünyada can yakıcı boyutlara gelmiÅŸ durumdadır. Bu baÄŸlamda “enerji ÅŸirketlerinin kamulaÅŸtırılması” talebi pek çok yerde dillendirilmeye baÅŸlanmıştır. ÖrneÄŸin Alman Sol Parti’nin Brandenburg eyaletinin Rathenow kentindeki buluÅŸmasında, enerji ÅŸirketlerinin kamulaÅŸtırılması açık bir ÅŸekilde talep edildi.

Kısacası Batı, batmakta olan neoliberalizmi ikâme edecek yeni bir model üretemediÄŸi gibi, mevcut sistemi sürdürebilmek amacıyla oluÅŸturduÄŸu cepheleri de koruyamamaktadır. DiÄŸer yandan da, Åžili örneÄŸinde görüldüÄŸü gibi “düzenin deÄŸiÅŸimine” de razı olmamaktadır.