İnsan merkezli yeni kuramsal yaklaşıma göre kalkınma, iktisadi büyümenin ötesinde, insanın yaÅŸam kalitesi ve koÅŸullarının iyileÅŸtirilmesiyle, ekolojik dengeleri ve ekonomik büyümenin “sürdürülebilirlik (sustainable development) boyutuyla” daha sıkıca ilgilidir
ERSİN DEDEKOCA
“Büyüme” ile “kalkınma” arasındaki farkın en tutarlı ve anlaşılır tanımını ÅŸu ÅŸekilde yapabiliriz: Büyüme, bir ülkenin “ulusal gelir düzeyindeki artışı” gösteren “niceliksel” bir olgudur. Kalkınma ise daha geniÅŸ bir kavram olup, “iktisadi iyileÅŸmenin” insanların eÄŸitim, saÄŸlık gibi sosyal ve kültürel hayatına yansıması, bir baÅŸka deyiÅŸle “sosyal refahın yükselmesi” anlamına gelen “nitelikli büyümeyi” imleyen bir göstergedir.
GeçmiÅŸte olduÄŸu gibi günümüzde de, özellikle “popülizmin egemen olduÄŸu” yönetimlerde, iktisat disiplininde eÄŸitim almamış çoÄŸu insanın gözünde “büyüme ile kalkınma arasındaki fark” çok belirgin olmadığı için siyasetçi, bu boÅŸluktan “algı bükülmesi” yapmak ÅŸeklinde yararlanarak, “kalkınma/geliÅŸme” sözcüklerini çoÄŸu zaman “büyüme” anlamında kullanmaktadır. Bu ÅŸekilde, büyümeyi çoÄŸu zaman kalkınma/geliÅŸme olarak ifade eden siyasetçi, buna itiraz edenleri de çoÄŸu zaman “zenginliÄŸe karşı olmakla/servet düÅŸmanlığı” ile suçlar.
Aslında suçladığı seçmenler, zenginliÄŸe deÄŸil, “zenginliÄŸin bir avuç insanın elinde toplanmasına”, büyümenin kalkınmaya tercih edilmesine, büyümenin anahtarının sadece “verimlilik/ etkinlik” olarak görülmesine ve bu verimlilik denen ölçütün de sadece iÅŸveren gözünden deÄŸerlendirilmesine karşıdır.
KALKINMA/GELİŞME KAVRAMI ve EVRİMİ
Genel anlamıyla “kalkınma” ya da “geliÅŸme“, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda “ilerleme” kaydedilmesi ve “toplum refahındaki” artıştır. Kalkınma sözcüÄŸü, iktisadi kalkınma, sosyal kalkınma, kültürel kalkınma gibi sadece iktisat disiplininde deÄŸil, diÄŸer birçok disiplinde de kullanılan bir kavramdır.
GeliÅŸmeyi, ilerlemeyi tanımlamak için kullanılan “kalkınma kavramının anlamı”, toplumların yaÅŸadığı deÄŸiÅŸim süreçlerine paralel olarak farklı içerikler kazanmıştır. 1970’li yıllar öncesinde genelde “dar anlamında” kullanılan kalkınma kavramı, daha çok ulusal gelirdeki artışla ölçülen “ekonomik büyümeyi” hedeflemiÅŸti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan “büyüme merkezli kalkınma” yaklaşımında, kalkınmanın temel amacı, üretim ve istihdam yapısını, tarımdan ziyade, sanayi ve hizmet sektörlerine doÄŸru dönüÅŸtürmek olduÄŸundan, “kiÅŸi başına düÅŸen ulusal gelir” de, ülke refahındaki deÄŸiÅŸimlerin temel göstergesi olarak deÄŸerlendirilmiÅŸtir.
Daha çok “üretim kapasitesinin ve üretimin artmasıyla” saÄŸlanan “ekonomik büyüme endeksli geleneksel kalkınma” kavramı, 1960’lardan sonra siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda yaÅŸanan geliÅŸmeleri ve ekonomik olmayan unsurları yansıtmakta “yetersiz kaldığı” görülmüÅŸtür. Söz konusu bu yetersizlik ve ekonomik açıdan kalkınmış birçok ülkede bile sosyal sorunların çözülemediÄŸinin görülmesi, kalkınma kavramının 1970’lerde yeniden tanımlanmasını ve ekonomik büyüme ile “insani geliÅŸme” arasındaki iliÅŸkinin daha iyi kurulmasını gerektirdiÄŸi düÅŸüncesini öncelemiÅŸtir.
Kalkınmaya, insani, sosyal, kültürel, çevresel ve mekânsal boyutları da katma amacı taşıyan yeni kalkınma anlayışı, ekonomik büyüme kavramı yanında, yoksulluk, iÅŸsizlik, gelir dağılımı ve bölgesel dengesizlikler gibi unsurların da kalkınma tanımları içinde yer almasını öngörmektedir. Özellikle 1990’lardan sonraki kalkınma tartışmaları, makroekonomik istikrar, yönetiÅŸim, kurumların güçlendirilmesi ve katılım gibi konulara da odaklanmıştır. Keza 1990’lardan itibaren uluslararası sistemde meydana gelen geliÅŸmeler, “kalkınma anlayışındaki deÄŸiÅŸikliÄŸi” pekiÅŸtirmiÅŸtir.
Bu geliÅŸmelerin başında, SSCB’nin yıkılışı, DoÄŸu Avrupa’nın çözülmesi, ulusal bağımsızlık çatışmalarının artması ve etnik ve dini çatışmaların alevlenmesi gibi siyasi geliÅŸmelerin yanı sıra, çevre kirliliÄŸinin artması ve buna baÄŸlı olarak ekolojik dengenin bozulmaya baÅŸlaması, “kalkınmanın sürdürülebilirliÄŸine” vurgu yapılması, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar ve uyuÅŸturucu ile mücadele gereÄŸi gibi ekonomik ve toplumsal sorunların artması gelmektedir. Ulusal ve uluslararası alanda meydana gelen bu deÄŸiÅŸim, genel anlamda “ortodoks iktisadın” sorgulanmasına ve kalkınma sorunsalında büyüme merkezli anlayıştan “insan merkezli kalkınma” anlayışına geçilmesine neden olmuÅŸtur. İnsan merkezli yeni kuramsal yaklaşıma göre kalkınma, iktisadi büyümenin ötesinde, insanın yaÅŸam kalitesi ve koÅŸullarının iyileÅŸtirilmesiyle, ekolojik dengeleri ve ekonomik büyümenin “sürdürülebilirlik (sustainable development) boyutuyla” daha sıkıca ilgilidir.
Kısacası, “geleneksel kalkınma” anlayışında, kiÅŸi başına düÅŸen milli gelir geliÅŸmiÅŸliÄŸin en belirleyici ölçütü olarak kabul edilirken; yeni kalkınma anlayışında, bir ülkede ulusal gelirdeki (GSMH) artışın yüksek olması, tek başına o ülkeyi geliÅŸmiÅŸ bir ülke yapmak için yeterli görülmemektedir. Dolayısıyla, her ne kadar ekonomik büyüme, kalkınmanın diÄŸer boyutlarının da saÄŸlanması için gerekli bir ön ÅŸart niteliÄŸinde ise de, bu anlamda bir garanti deÄŸildir. Kalkınma kavramını ekonomik büyümeden ayıran en önemli özellik, bu kavramın gelir artışının yanında, toplumun genelini kapsayan sosyal, siyasal ve kültürel yapılarda da bireyin yaÅŸam kalitesini arttıracak deÄŸiÅŸim süreçlerini de kapsamasıdır.
KALKINMA ve GELİŞME ARASINDAKİ İNCE FARK
Aslında “büyüme”, “kalkınma” ve “geliÅŸme” baÅŸka baÅŸka anlamlara gelmektedir. Tekrarda yarar var: Büyüme, ülkede yaratılan katma deÄŸerin belli bir dönemde ne kadar arttığını gösteren parasal bir ölçüdür.
Basit anlamıyla “kalkınma”, ülkede üretim gücünün, insanların yaÅŸam kalitesinin yükseltilmesine yönelik olarak deÄŸerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan, “alt ve üst yapıdaki iyileÅŸmenin” ölçüsüdür. Kısacası, ülkenin sosyo-ekonomik yapısındaki geliÅŸmedir.
Ulusal gelir tüketime mi gidiyor yoksa çarçur mu ediliyor? Yoksa gelir ülkedeki, alt yapı (yollar, limanlar, enerji yatırımları gibi) ve üst yapı (hastaneler, okullar, ekonomik ölçekte üretim yapacak fabrikalar) yatırımlarında mı kullanılıyor? Bu soruların yanıtını bize “kalkınma analizleri” verir.
“GeliÅŸme” ise, büyümeye (ulusal gelir artışına) ve kalkınmaya (alt ve üst yapıdaki iyileÅŸmeye) dayalı olarak ülkedeki “yaÅŸam kalitesi deÄŸiÅŸimini” ortaya koyar. SaÄŸlık, eÄŸitim, sosyal güvenlik, gelir dağılımı, istihdam, can ve mal güvenliÄŸi, fikir ve vicdan özgürlüÄŸü, hukukun üstünlüÄŸü, yargı bağımsızlığı, insan hakları, çevre, demokrasi, teknoloji, bilim, sanat, kültürel faaliyetler gibi alanlarda ülke insanına, çaÄŸdaÅŸ insanların sahip oldukları olanaklar saÄŸlanamıyor ise, büyüme de kalkınma da bir anlam ifade etmez.
Büyüme olmadan, kalkınma ve geliÅŸme olamaz. Ancak her büyümenin mutlaka kalkınma ve geliÅŸmeye dönüÅŸmeyeceÄŸi; ekonomik büyümenin zorunlu olduÄŸunu, ekonomik geliÅŸmenin tek ÅŸartı olmadığı bilinmelidir.
İNSAN ODAKLI OLMA YÖNÜNDEN
Yukarıda ele aldığımız “kalkınma/geliÅŸme” kavramları, “insan merkezli yeni kalkınma” anlayışını içermektedir. Bu yaklaşıma göre kalkınma, iktisadi büyümenin ötesinde, “insanın yaÅŸam kalitesi ve koÅŸullarının iyileÅŸtirilmesiyle” ilgilidir.
Söz konusu anlayışa göre kalkınma, uzun vadeli çıkarları, kültürel farklılıkları, ekolojik dengeleri ve ekonomik büyümenin sürdürülebilirlik boyutunu dikkate almalıdır. Kalkınma, bir ekonomik terim olmaktan çıkarılıp; sosyal, siyasal ve kültürel boyutları da içeren, disiplinler arası bir yaklaşım olarak anlaşılmalıdır. Buna göre kalkınma, küreselleÅŸen dünyada “ortak çıkarların sürdürülebilir ÅŸekilde saÄŸlanması” için, dünyayı bir bütün olarak algılayan ve geliÅŸmiÅŸlik düzeyi ne olursa olsun tüm ülkelerin “ortak sorumluluklar” üstlendiÄŸi ve iÅŸbirliÄŸi halinde hareket ettiÄŸi bir anlayış olarak anlaşılmalıdır.
Bunların yanında yeni kalkınma yaklaşımında, beÅŸeri ve doÄŸal kaynakların doÄŸru yönetimi, eÅŸitlik, sosyal adalet, demokratikleÅŸme, sivil toplumun yaygınlaÅŸtırılması, adem-i merkeziyetçilik (yerinden yönetim), kaynakların yönetiminde yerel sivil topluma hükümetin yanında söz hakkı tanınması gibi unsurlar öncelenmektedir.
SONUÇ YERİNE
Geleneksel (klâsik) kalkınma anlayışında kiÅŸi başı GSMH, “geliÅŸmiÅŸliÄŸin en belirleyici ölçütü” olarak kabul edilirken; yeni kalkınma anlayışında, bir ülkede “ulusal gelirdeki artışın yüksek” olması, tek başına o ülkeyi geliÅŸmiÅŸ bir ülke yapmak için yeterli görülmemektedir.
GeliÅŸmiÅŸ veya bu yoldaki bir ülkede, ekonomik büyümenin yanında, ulusal gelirin dengeli dağılımı, bölgelerin dengeli geliÅŸimi, saÄŸlık ve eÄŸitim gibi hizmetlerin herkese tatmin edici derecede sunulması, bilgi ve iletiÅŸim teknolojisinin yaygınlaÅŸtırılması, sosyal ve kültürel alt yapının iyileÅŸtirilmesi, çevre ve çevre koruma bilincinin geliÅŸtirilmesi, kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımının arttırılması ve insan haklarının geliÅŸtirilmesi gibi siyasal, toplumsal ve kültürel geliÅŸmelerin de saÄŸlanması gerekmektedir.
Bundan dolayı, her ne kadar “ekonomik büyüme”, kalkınmanın diÄŸer boyutlarının da saÄŸlanması için gerekli bir ön ÅŸart niteliÄŸinde ise de, yukarıda deÄŸindiÄŸimiz anlamda bir “garanti” deÄŸildir. “Kalkınma” kavramını ekonomik büyümeden ayıran en önemli özellik, bu kavramın, gelir artışının yanında, toplumun genelini kapsayan sosyal, siyasal ve kültürel yapılarda da bireyin “yaÅŸam kalitesini arttıracak” deÄŸiÅŸim süreçlerini de kapsamasıdır. Yani kalkınmada, “her alanda bütünsel bir ilerleme” söz konusu olmalıdır.
Bunun yanında, günümüz kalkınma anlayışında “kalkınmanın sürdürülebilirliÄŸine” giderek daha fazla vurgu yapılmakta ve “sürdürülebilir kalkınma” kavramı kalkınma tartışmalarının odağında yer almaktadır.
Literatürde “sürdürülebilir kalkınma” yaklaşımı, ‘günümüz kuÅŸaklarının gereksinimlerinin gelecek kuÅŸakların gereksinimlerinin karşılanmasından taviz vermeden karşılanması’ olarak tanımlanmaktadır. DiÄŸer bir ifadeyle sürdürülebilir kalkınma, doÄŸal kaynakları tüketmeden doÄŸa ile uyum içerisinde ve kalkınmanın gelecekte de devam etmesine olanak saÄŸlayacak ÅŸekilde kullanarak, sadece bugünün deÄŸil, gelecek nesillerin de ihtiyaçlarının karşılanmasını saÄŸlayacak, ve sosyal, ekolojik, ekonomik, mekânsal ve kültürel boyutları da içeren bir kalkınma modelidir.
Sürdürülebilir kalkınma anlayışının temelinde “mekân ve zaman boyutuna” dayanan “kuÅŸaklar arası dayanışma” ve “adalet” yer almaktadır.
Son sözümüz de biricik ülkemiz için: Baz etkisini de içeren “büyüme sayıları” ile övünmeyelim; iÅŸin kalitatif yönünü gösteren “kalkınma/geliÅŸme göstergeleriyle ilgilenelim…