DÖRT DUVAR ARASINDA MUHALEFET

 “MİDAS’IN KULAKLARI”

Bülent SOYLAN

Ahmet Arif’in “Haberin var mı taÅŸ duvar…” diye baÅŸlayan ÅŸiiri ne kadar etkileyicidir deÄŸil mi?

Åžair, hapishanelerin o soÄŸuk taÅŸ duvarlarından dolayı ne içerideki duyguların dışarı sızabildiÄŸini, ne dışarıdaki baharın içeriye ulaÅŸabildiÄŸini haykırır.

Tabii “hapis”hane bu.

Adı üzerinde; bir ÅŸeyleri hapsetmek için yapılmış.

Buna karşılık “Midas’ın Kulakları”nda duvarları aÅŸan bir olay anlatılır:

Efsaneye göre zenginliÄŸi sınır tanımayan, elini nereye atsa dokunduÄŸu her ÅŸey altın olan Kral Midas’ın halkından sakladığı büyük bir çirkinliÄŸi vardır:

Zengindir, kraldır ama kulakları aynen bir eşeğin kulaklarıdır.

Sarayındakiler zor da olsa bu sırrı saklıyor olmakla birlikte; dışarıdan gelip onun saçlarını kesen berberi, iÅŸi icabı öÄŸrendiÄŸi bu sırrı taşımaktan dolayı tarifsiz sıkıntılar içerisindedir.

Artık dayanamadığı bir gün, yüreÄŸini biraz olsun rahatlatabilmek için bu gerçeÄŸi dışarıdaki bir su kuyusunun dibine doÄŸru haykırır:

“Midasın kulakları eÅŸÅŸek kulakları!”

“Kralın kulakları eÅŸÅŸek kulakları!”

Efsane bu ya, kuyu o sesi alır, suyunun ulaştığı sazlıklara iletir.

Sazlıklar, esen rüzgarla dalgalandıkça berberin sözlerini adeta bir koro söylüyormuÅŸ gibi memleketin her tarafına yayar:

“Midas’ın kulakları eÅŸÅŸek kulakları!”

“Kralın kulakları eÅŸÅŸek kulakları!”

*

DüÅŸünürler, demokrasi için “Yönetim biçimleri içinde en az kötü olanıdır” derler ya; mutlaka bir vesileyle duymuÅŸsunuzdur.

Neden acaba? Demokrasi, “özünde” halkın kendi iÅŸlerini konuÅŸup-tartışıp karara baÄŸladığı bir yönetim biçimi deÄŸil midir?

Gerçi ÅŸehirler kalabalıklaşıp konuları hep birlikte yani doÄŸrudan tartışma imkanı kalmamıştır ama, bu iÅŸler yine o halkın ve seçtikleri temsilcileri eliyle parlamentolarda, belediye meclislerinde konuÅŸulup karara baÄŸlanmakta deÄŸil mi?

Zaten “Parlamento” da “konuÅŸulan yer” anlamına gelmiyor mu?

Peki, halkın kendi konularını konuÅŸup tartışabildiÄŸi bir yerde, neden “demokrasi” en kusursuz deÄŸil de “en az kötü” yönetim biçimi olsun?

*

Galiba sorun modelde deÄŸil, uygulama biçiminde.

Öyle ya; Ahmet Arif’in anlattığı gibi bir dört duvar arasında konuÅŸursanız bakıyorsunuz ki her ÅŸey o taÅŸ duvarların arasında kalıyor. Onların kalması neyse de, memleketin havası bile içerilere dolamıyor! Dolayısıyla demokrasinin tanımındaki açık açık tartışma iÅŸi gerçekleÅŸemiyor.

Oysa Midas’ın efsanesindeki gibi siz o dört duvar arasından çıkıp gerçekleri daÄŸ başındaki bir su kuyusuna bile bağırsanız, sular onları sazlıklara ulaÅŸtırıyor, sazlıklar da sert rüzgarlarla birlikte bütün bir ülkeye ve halka…

*

Gelelim günümüze.

Haydi en yakınımızdakinden baÅŸlayalım örneÄŸin:

Belediye meclisleri bir açıdan da “yerel parlamento”lardır deÄŸil mi?

Öyle ya, bizim öyle belediyelerimiz ve bu belediyelerin de öyle meclisleri vardır ki; dünyadaki irili ufaklı pek çok devletin, adı “parlamento” olan o milli meclislerini misliyle katlar.

Oralarda konularımız halk adına nasıl konuÅŸulup görüÅŸülüyor acaba biliyor musunuz?

Adeta Ahmet Arif’in anlattığı gibi.

-Efendim, ÅŸunun ÅŸöyle olmasına!

-Hayır, böyle olmasına!

-Kabul edenler-etmeyenler?

“Oy çokluÄŸuyla kabul edilmiÅŸtir!”

Oy çokluÄŸu kimde?

Tabii ki yapılan her oylamada mutlaka iktidar partisinde.

-Peki oy çokluÄŸu olmayan muhalefet partisi orada ne yapar?

Çıkar kürsüye konuÅŸur.

-Kim duyar?

İktidar partisinin üyeleri ve salonun dört duvarı.

Bekleyin ki demokrasinin olmazsa olmazı gerçekleÅŸsin; oradaki tartışmaya halkımız kulak versin, medya duyursun; halkımız tavrını alsın.

Ama nerdeee?

Orada söylenenin yüzde doksanından fazlası maalesef o dört duvar arasında en fazla hoÅŸ bir sada olarak kalır ve sadece karşılıklı “söylenmiÅŸ” olur.

Dolayısıyla siz oralarda istediÄŸiniz kadar “o elini attığı her ÅŸeyi altına çeviren eÅŸÅŸek kulaklı Kral”dan söz edin, maalesef orada söylenen orada kalır; halkımız duyamaz.

*

O zaman ne yapmalı?

Bir ülkede halkı ilgilendiren konular parlamentolarda, meclislerde konuÅŸulduÄŸu, orada karara baÄŸlandığı zaman demokrasi vardır denir ama; orada konuÅŸulanların dışarıdaki halka ne kadar ulaÅŸtığına önem verilmezse bu tür bir demokrasi uygulaması, “hamamda ÅŸarkı söylemek”ten farklı olabilir mi?

Kendiniz söyler kendiniz dinlersiniz…

Ne konuÅŸtum be… diye kendi sesinizi de beÄŸenirsiniz üstelik.

İktidar için neyse ama muhalefet partileri için demokrasi; karşı düÅŸüncelerini dört duvar arasında, karşısındaki iktidar üyelerine anlatmakla deÄŸil; o meclislerde konuÅŸulanları ve konuÅŸtuÄŸunu halka yansıtmakla anlamını bulur.

Halk ancak o zaman duyar ve eÄŸriyi doÄŸruyu tartar.

Etrafınıza bakarsanız, özellikle yerel yönetimlerde konuÅŸulanların halka aktarılması konusunda büyük bir yetersizlik olduÄŸunu görürsünüz.

“İsteyen gidip öÄŸrenir” derseniz bir ÅŸey yapıyor sayılmazsınız.

O zaten olabildiÄŸi kadar oluyor ama "yetmiyordur."

Muhalefetin “görevi” de, “çıkarı” da, o dört duvar aralarında konuÅŸulanları olabildiÄŸince halka duyurmaktır, kapalı kapılar arasında “atışmak” deÄŸil.

“Medya bizi görmüyor” da mazeret deÄŸildir.

Ahmet Arif’in “Hapishane”sinde deÄŸilsinizdir

Çıkın açık alanlara anlatın konuÅŸulanları.

Hiçbir ÅŸey yapamasanız bile bağırın kuyuların içine doÄŸru; o her tuttuÄŸu altın olan Kral Midas için berberinin yaptığı gibi:

“Midasın kulakları eÅŸÅŸek kulakları!”

“Kralın kulakları eÅŸÅŸek kulakları!”

Medya göstermese, yazmasa bile sular sazlıklara duyurur gerçekleri, o sazlıklar da esen yelle birlikte bütün memlekete…

Sazlara duyurun, sazlar korkmaz söylerler her zaman olduÄŸu gibi.

Olmaz olmaz demeyin, siz taşırın konuÅŸulanları o dört duvarlardan açık alanlara…

Midas efsanesi binlerce yıldan bu güne boÅŸuna taşınmamıştır insanlık tarafından.

Mutlaka bir hikmeti vardır.