EKONOMİDE KIYIT DIŞI

Bülent SOYLAN

Kitaplara göre; kısaca “Devlet” diye adlandırdığımız kamu idareleri, kendileri açısından çeÅŸitli nedenlerle ve özellikle ekonomide, bazı bilgi ve oluÅŸumların kendi denetimleri dahilinde olmasını isterler.

Haklıdırlar tabii…
Çünkü vergi almaktan tutun da hemen her konuda bir hesap yapabilmek, doÄŸru kararlar alabilmek için herkes gibi devletin de önce bazı bilgilere sahip olması gerekir.
ÖrneÄŸin halkın ekmek tüketimi ile yetiÅŸtirebildiÄŸiniz buÄŸdayı bilip karşılaÅŸtıramazsanız yarın gıda dengesini kuramazsınız.
ÖrneÄŸin ülkenizin çalışma çağındaki nüfusunu bilip mevcut istihdam imkanlarıyla karşılaÅŸtıramazsanız kaç kiÅŸinin sefalete mahkum olacağını çıkaramazsınız.
ÖrneÄŸin, ekonomide kimin ne kazandığını bilip bundan ne kadar vergi toplanabileceÄŸini bilemezseniz bütçe gelirlerinizi toparlayamazsınız.
Bu konu, memleketteki kuru soÄŸandan, mercimekteki, fasulyedeki üretim ve tüketim dengesinden baÅŸlanıp doktor sayısından, mühendise, muhasebeciye olan ihtiyaç dengesine kadar uzatılabilir.
TÜİK yani Türkiye İstatistik Kurumu da iÅŸte bunun için vardır ve toplayıp verdiÄŸi bilgilerin “doÄŸruluÄŸu oranında” önemli bir hizmet üretir. Bunun dışında ticari-sınai iÅŸletmeler dahi kendi alanlarında ve kendilerine gerekli bütün bilgilere sahip olma ihtiyacındadır.
Ya bu bilgiler yoksa, noksansa hatta kayıt dışıysa…
O zaman tabii ki bir yere toslayana kadar “Ha babam, de babam” gider bütün iÅŸler.
ÖrneÄŸin bir esnafın maliyetinden haberdar olmadan, ölçmeden tartmadan mal satması gibi bir durum…
İşte bu nedenle bir ülke ekonomisinde hem devletin, hem iÅŸ dünyasının en büyük ihtiyaçlarındandır “kayıtlar”.
Kayıtlarınız yoksa ve olsa bile noksansa, “laf ola” cinsindense; ne doÄŸru bir karar alabilir ne yaptığınızın nereye varacağını bilebilirsiniz.
*
Bizde “Kayıtdışılık” ve yarattığı sorunları ciddi bir olgudur:
Bir ÅŸeyler yapıyorsunuzdur ama ölçünüz yoktur elinizde...
Neden böyle peki?
DiÄŸerleri bir tarafa ama özellikle ekonomide bu kayıtdışılığın nedeni acaba ne ola?
Cevap olarak denir ki;
-Birincisi, devlet gerektiÄŸi gibi denetlemez, iÅŸi gevÅŸek tutar.
-İkincisi, insanların zaafları vardır, kayda girmekten kaçınır, bundan yarar saÄŸlar
*
Haydi başlayalım:
Devlet açısından ekonomiyi kayda sokmanın birinci adımı, bunu gerekli görmek, olması gerektiÄŸine inanmaktır.
Kuralları koyan sizsiniz ya...
EÄŸer yaptığınız bazı kamusal tasarrufların kayda girmesini, bu kayıtların irdelenebilmesini istemiyorsanız bu iÅŸlemlerinizin bir yerlerde kaydı olsa bile üstü kapalı kalmasını istersiniz.
Hatta o kuralınızın ya da tasarrufunuzun çerçevesini öyle gevÅŸek, öyle ucu açık tutmuÅŸsunuzdur ki, baÅŸlangıçta, o iÅŸin maliyetini, örneÄŸin bütçenizden kaç para çıkacağını siz bile tam bilemezsiniz.
Bir kere devlet yönetiminin en önemli aracı olan bütçeniz bütçe olmaktan çıkar.
Uygulamada, harcayabildiğiniz kadar harcar, toplayabildiğiniz kadar toplarsınız.
Oysa devletin bütün gelirleri ile bütün giderlerinin kaydedildiÄŸi yer yani temel kayıt “Bütçe” deÄŸil midir?
Bütçeler devletin icraat programı, yol göstericisi deÄŸil midir?
“Sözüm meclisten dışarı” diyerek baÅŸlayalım:
Ne yazık ki, üçüncü dünya ülkelerinde ya da “hala daha geliÅŸmekte olan ülkelerde” siyaset, maalesef önünde sonunda geniÅŸ kamu kaynaklarından beslenir. Bu beslenme bazen kamunun kaydı pek açık olmayan kaynaklarından doÄŸrudan, bazen göz önündeki kayıtlarda yer alsa bile bazı bedellerin siyasete kayıtdışı yollarla geri döndürülmesiyle saÄŸlanır.
Burada görünen sözde bir kayıtlı harcamadır ama bu harcamanın karşı ucu özel sektör olduÄŸu için iÅŸin devamı yani daha sonraki macerası “ticari mahremiyet”e bürünür.
Gerçi bu mahremiyet ticari de sayılsa, en azından vergi idaresi karşısında bir koruyuculuÄŸu olmaması gerekir ama elde bu konuları ciddi anlamda denetlemek için yeterli bağımsızlığa ve derinliÄŸe sahip kurumlarınız yoksa sonuç yine deÄŸiÅŸmeyecektir.
Ha bu arada bazıları denetlenemez mi? Denetlenir ve yakalanır ÅŸüphesiz ama onlar da “sistemin” hayli sıkça ihtiyaç duyduÄŸu aflar, beyaz sayfalar, yapılandırmalarla bir ÅŸekilde tatlıya baÄŸlanır.
Ve bir ülkede siyasi propaganda “Ne kadar harcama o kadar oy” haline gelmiÅŸse ve bu harcamaların kaynağı genellikle örtülü kalıyorsa, her kademede yapılan siyasetin bir cazibesi de saÄŸlanacak rant olabiliyor ise, o ülkede “kayıtdışılık” doÄŸal bir sonuçtur.
*
Kayıtdışılık kurumsallaÅŸmayı önler denir.
DoÄŸrudur.
Ve en azından bu nedenle ülkenin tüm büyümüÅŸ ticari-sınai kuruluÅŸlarının kurumlaÅŸmaya odaklaÅŸmaları, asla kayıt dışına taraftar olmamaları beklenir deÄŸil mi?
İlk bakışta herkesin algısı bu yöndedir.
Fakat bilir misiniz ki; görünüÅŸ böyle olmasına karşılık ekonominin dinamikleri yani iÅŸleyiÅŸi çok farklıdır.
Bu “kurum”larda görülen ya da anlatılan “kayıt” sadece o firmanın kendi girdi ve çıktıları açısından doÄŸrudur. Yani, yukarıda sözünü ettiÄŸimiz konular bir yana; her harcamaları faturalı, her hasılatları faturalıdır.
Ama gelin görün ki o kurumlar kendisi istemese bile kayıtdışı ekonomiden beslenir ve yapabilmek kolay bir ÅŸey deÄŸil ama; bir gün her ÅŸey kayda sokacak olsa o kurumların çoÄŸu kendisini bu yüklenen ek maliyetlerden kurtaramazlar.
Örneklendirelim mi?
Diyelim ki ülkenin en büyük konfeksiyon üreticisi ve ihracatçısısınız. “KurumlaÅŸmışsınız” ve çatınızın altında güvenlik harcamalarından çay ocağı masraflarına kadar asla kayıt dışı bir iÅŸlem yoktur.
Yani kumaÅŸçınız da atölyeniz de, nakliyeciniz ve güvenlik firmanız da size her zaman tam fatura keser. Hepsi de taÅŸ gibi “kayıt”tır.
Peki, kumaÅŸçınız size verdiÄŸi ipliÄŸi alırken, iplikçi kumaÅŸçıya verdiÄŸi pamuÄŸu satın alırken, fason atölyeleriniz iÅŸçi çalıştırırken, nakliyecinizin mazotundan kaportacısına yani kendi bunların her birinin “girdi”leri hep kayıtlı mıdır?
DeÄŸil tabii. Zaten bir ekonominin yüzde 60-70’inin kayıt dışı olduÄŸu bizzat kamu yöneticileri tarafından ifade ediliyorsa, o “çok kurumlaÅŸmış” firmalarımıza giren maliyetlerin hep kayıtlı yani vergili bir ekonomiden geldiÄŸi düÅŸünülebilir mi?
DüÅŸünülemez.
O henüz kurumlaÅŸmamış dediÄŸimiz ekonomiler yani ufak esnaf, ufak iÅŸletmeler; karşılarındaki “kurum” ile ticareti sürdürebilmek için ona faturasını tam kesmek ama kendisinden beklenen o düÅŸük fiyatı tutturabilmek için aradaki kayıtdışılıkların riskini kendisi üstlenmek ve ancak bu ÅŸekilde ticari dengesini sürdürmek zorundadır.
Yani, en ciddi kurumların bile girdi maliyetleri, bu kayıt dışı ekonomik yapıya dayalı düÅŸük maliyetlerdir.
Kurum, alt firmalara “bana bunu ÅŸu fiyata satarsan sat, sen hangi koÅŸullarla maledersen et” dediÄŸi için bu gün ülkenin tüm kurumları “ÅŸeklen kayıtlı” olsa da, o iÅŸletme dengeleri iÅŸte bu kayıtdışı ekonominin büyük ölçüde vergi dışı bırakılmış maliyetlerine dayanır.
İsterseniz getirip dikin atölyelerin, küçük iÅŸletmelerin başına birer vergi jandarmasını, “her ÅŸey kayıtlı olacak” deyin; o saatten sonra ne ihracatta ne iç piyasada fiyat tutturamaz, bütün kurumlarınızı da batırırsınız.
Bu tarımsal üretimde de böyledir, sanayide de, hizmet sektöründe de.
Bir hatırlasanıza kimi iÅŸletmeler neden bazı hizmetleri doÄŸrudan gördürmez de taÅŸerona verir? Modern terimle “Outsourcing” yapar?
Yapar çünkü kendisi yapıp kayıt içinde kaldığında bu iÅŸlerin kendisine daha maliyetli geleceÄŸini, bunu birilerinin üstelik üzerine bir de kar ederek “bir ÅŸekilde” daha ucuza mal edeceÄŸini bilir.
*
Peki, “sistem” bu dinamiklerle çalışıyorsa, burada insanların ahlakı için de bir ÅŸey söylemek mümkün deÄŸil mi?
“Düzen” karşısında insanlar “edilgen” durumdadırlar. Hani önüne çıkan ya da serilen fırsatları yakalayıp yapılan büyük tamahkarlıklar bir yana, insanlar en azından böyle bir yapı içerisinde tutunabilmek için “kendi tercihleri” dolayısıyla yargılanamazlar.
Çünkü ya iÅŸleyen düzene raÄŸmen resmi kurallara uyacak ama kaybedecek, ya bir biçimde kendisi de düzenin kurallarına uymaya çalışacaktır.
BaÅŸtan söylediÄŸimiz “Edilgenlik” yani içerisinde bulunulan koÅŸullar karşısında “tek başına bir ÅŸey yapamayacak durumda olma, tabi olma” hali de bu deÄŸil midir?
Peki o zaman çözüm ne?
Batı, kendi ölçülerine göre geliÅŸmiÅŸ saymadığı ülkelere kibarca “geliÅŸmekte olan ülke” der. Bu belki önce hoÅŸunuza da gidebilir ama eÄŸer siz örneÄŸin yarım yüzyıldır falan hala “geliÅŸmekte olan” diye anılıyorsanız, diÄŸerlerinin giderek daha da geliÅŸmiÅŸliÄŸi karşısında aslında “hala geliÅŸememiÅŸ” bir ülkesinizdir.
Bu geliÅŸememiÅŸlik durumu, tabii ki demokrasinizden baÅŸlar, yönetiminize, hukukunuza, eÄŸitiminize, ekonomik yapınıza kadar siner. Dolayısıyla bu birbiriyle bu kadar ilintili bir konuda diÄŸerler yapıların düzelmesi sorgulanmazken bunlardan sadece ekonominin kayıtdışılıktan kurtarılması çabası biraz zayıf kalır.
Peki, “zor oyunu bozar” mı?
Yani sadece denetim zoruyla kayıtdışılığı önlemek mümkün mü?
Bir an için önlersiniz belki ama bu “ekonomik çarklar sisteminde” aynen mekanik saatlerde olduÄŸu gibi, siz çarklardan birini durdurursanız bütün sistem durur.
Bu tabii ki “yapısal” ve büyük bir sorun.
Ancak yine de biz bir yerden baÅŸlayalım, zaman içinde diÄŸerleri de düzelecektir denirse, ekonomide ilk yapılacak olan ÅŸey; öncelikle bu ülkedeki vergi ve benzeri “yük”lerin bu ekonominin taşıyabileceÄŸi, kiÅŸi ve kurumları kayıt dışına çıkmaya mecbur kalmayacağı oranlara düÅŸürülmesidir.
Önce “edilgenlere” yani piyasaya olan baskıyı kaldıracak sonra kiÅŸi ve kurumlarda kurala uyumu arayacak, olmazsa tabii ki en ciddisinden denetleyeceksiniz.
Eee o zaman da vergi geliri düÅŸer, onu ne yapalım diyenler olacak mutlaka…
İyi de zaten “hala geliÅŸmekte olan” bir ülke diye anılıyorsanız, zaten kurumlaÅŸmanız azsa, zaten üretemiyor ve dış ticaretiniz sürekli açıksa, borçlanma imkanlarınız sizi artık sadece faizle deÄŸil siyaseten de baskı altına almışsa ve hala ayağınızı “bu yorgana göre” uzatamıyorsanız;
Siz “kayıtdışı”lıkla mücadeleyi mahalledeki kahvecinin kesmediÄŸi adisyonu, köftecinin vermediÄŸi fiÅŸi kovalatmakla mı düzeltebileceÄŸinizi düÅŸünüyorsunuz?
Hatırlasanıza, bir zamanlar vergi dairelerinin kapısına “vergilendirilmiÅŸ kazanç kutsaldır” yazmadık mı? İlkokul çocuklarına vergi konusunda ÅŸiir yarışmaları düzenlemedik mi? Futbol takımlarımızın eline "Vergi geleceÄŸimizdir, vergisiz kazanca izin vermeyelim” pankartları verip onları sahaya öyle çıkartmadık mı?
O günlerden bugüne ne düzeldi?
Böyle düzelir derken, bakın milli gelirimize; biz yine de bu dünyanın “hala geliÅŸmekte olan” grubunda ve hatta kiÅŸi başına milli gelirde bugün biraz daha aÅŸağılarda deÄŸil miyiz?
“Nedenini” ortadan kaldıramasanız “sonucunu” deÄŸiÅŸtirebilir misiniz?