Türkiye’nin, yüzde 94 pay ile net bir biçimde “imalat sanayi malları ihracatçısı” olduÄŸunu görmekteyiz. DiÄŸer yandan da, bu somut yapıya karşın, ülke ithalâtının çok büyük bir kısmını, yüzde 77 pay ile “ara malları” ve yüzde 13 pay ile “yatırım malları” dış alımı oluÅŸturmaktadır. Bu yapının doÄŸrudan sonucu da…
ERSİN DEDEKOCA
Türkiye dış ticaretiyle ilgili önceki yazımızda, hem 2021 yılı gerçekleÅŸmelerini deÄŸerlendirmiÅŸ, hem de bu yılın Ocak ayı sonuçlarını irdelemiÅŸtik.[1] Yazımızda özetle, “dış dengede” kısmi olarak bir iyileÅŸme olmasına karşın, özellikle İİKO’nındaki[2] bozulma nedeniyle “yapısal düzelme” olmadığını; ihracatın kompozisyonunda da olumlu bir deÄŸiÅŸim gözlenmediÄŸini; üretmek ve ihraç edebilmek için çok ciddi bir “ithal girdi bağımlılığı” olduÄŸu, hatta arttığı vurgulanmıştı.
Bu günkü yazımızı, dış ticaret ile yüksek enflâsyon arasındaki asimetrik iliÅŸki konusuna ayırdık.
TL’NİN DEÄžER YİTİRMESİNE KARÅžIN DIÅž TİCARET AÇIÄžININ ARTMASI SORUNSALI
Geçen yılın Ocak-Aralık döneminde ihracat yüzde 32,8, ithalât yüzde 23,6 arttı. Sadece Aralık ayını ele aldığımızda ise, ihracat ve ithalât sırasıyla yüzde 24,9 ve 29,9 oranlarında yükselmiÅŸ olduklarını görmekteyiz.
2020 yılında 50 milyar Dolar ($) olan “dış ticaret açığı” geçen yıl (2021) sadece 46 milyar $’a düÅŸmüÅŸtür. Hâlbuki 2021 yılının başında “sepet döviz kurunun” deÄŸeri yaklaşık 8.2 TL iken, “sepet kur” TL karşısında yaklaşık olarak yüzde 75 deÄŸer kazanarak (TL deÄŸer yitirerek) Aralık ayında 14.4 TL olmuÅŸtur. Kısacası, sepet kurun bu kadar deÄŸer kazanmasına, bir diÄŸer anlamda “ülkenin ihraç malları ucuzlamasına” ve “ithal malları pahalılaÅŸmasına” raÄŸmen, dış ticaretteki açık “çok az” düÅŸmüÅŸtür. DiÄŸer bir anlatımla, TL’nin bu kadar deÄŸer kaybettiÄŸi bir yıl, ülkenin dış ticaret açığı, bir önceki yıla göre yıla göre sadece 4 milyar $ azalmış görülmektedir. Bu baÄŸlamda üstelik, 2021 yılında “dış talebin”, bir önceki yıla göre oldukça “güçlü” seyrettiÄŸini de eklemek gerekir.
AÅŸağıdaki tabloda görüldüÄŸü gibi, Aralık ayında altın ve enerji hariç ithalât artış oranının ihracat oranından daha yüksek olduÄŸu göz önüne alındığında dış ticarette iliÅŸkin kur/fiyat avantajının pozitif katkısının oldukça düÅŸük kaldığını da söyleyebiliriz.
Kaynak: TÜİK
DIŞ TİCARETİN DIŞA BAĞIMLI YAPISI
Türkiye dış ticaretine konu malların kompozisyonunu, TÜİK’in hazırladığı aÅŸağıdaki tablodan izleyebiliriz.
Kaynak: TÜİK
Türkiye’nin dış ticaretine konu olan mallarına baktığımızda, yüzde 94 pay ile net bir biçimde “imalat sanayi malları ihracatçısı” olduÄŸunu görmekteyiz. DiÄŸer yandan da, bu somut yapıya karşın, ülke ithalâtının çok büyük bir kısmını, yüzde 77 pay ile “ara malları” ve yüzde 13 pay ile “yatırım malları” dış alımı oluÅŸturmaktadır. Bu yapının doÄŸrudan sonucu da, küresel enerji ve metal fiyatlarındaki artışın ihracatçıların üretim maliyetlerini yükselterek, stokları erittikten sonra yeniden üretim yapmalarını zorlaÅŸtırmak ÅŸeklinde olmaktadır.
Keza “TL’nin aşırı deÄŸer kaybı”, küresel fiyat artışlarının yurt içi üretim maliyetleri üzerindeki etkisini daha da artırmakta ve bu yolla yükselen “maliyet enflâsyonu”, kur artışının ihracat için saÄŸlayabileceÄŸi avantajı ortadan kaldırmaktadır.
KUR KORUMALI MEVDUAT (KKM) SİSTEMİ ve ÖRTÜK SABİT KUR REJİMİ
Türkiye’de yaÅŸanan yüksek enflâsyonunun baÅŸat nedenini “TL’nın deÄŸer kaybı” olarak gören Ankara yönetimi, ülkede yaÅŸanan dolarizasyonun “kur-enflâsyon geçiÅŸkenliÄŸini” hızlandırmasını” da dikkate alarak, Aralık ayının son haftasından itibaren “TL’nın deÄŸer kaybına dayalı dış ticaret” politikasından vaz geçerek, “örtük sabit kur “uygulamaya baÅŸlamıştır.
Söz konusu politikanın destekleyici biçimde dolarizasyonu engelleyici ve döviz hesaplarının TL’ye dönmesini saÄŸlamaya yönelik adımlar atmıştır. Bunun ilk adımı kurumlara, mevcut DTH’larını KKM’a dönmesi (görünürde dolarizasyonu azalmış gösterme!) için çeÅŸitli baskılar yapılmıştır. Bu uygulama, böylece “kur riskinden kurtulan” bankaların bir ÅŸekilde iÅŸlerine gelmiÅŸtir. Ancak olan Hazine’ye olmuÅŸ ve Mart ayında “kamu finansman açığına” yol açtığı ve TCMB’nın sadece Åžubat ayında KİT’lere döviz satışı 5.37 milyar $, 2022’nin ilk iki ayında ise 9.5 $ (tümüne yakın kısmı BotaÅŸ) ile rekor seviyeye çıktığı görülmüÅŸtür.[3]
KKM sisteminin iki önemli riskini ÅŸu ÅŸekilde özetleyebiliriz:
– Söylemde dolarizasyonun azaltılması amacına yönelik olmasına karşın, uygulamada (örtük biçimde) dolarizasyonu beslemektedir.
– Özel kesime ait “kur riskinin kamuya aktarılmasına” yol açarak, kamu kesimi bilânçosunun dolarlaÅŸmasını artırmaktadır. Kamu bilânçosundaki bu deÄŸiÅŸim, “etkin maliye politikası” uygulayabilmenin önündeki en önemli kısıt olduÄŸu bilinmektedir.
Bu politikanın bir parçası olarak uygulanan “ihracat dövizlerinin yüzde 25 kadarının TCMB’ye yatırılması” ve yine Eximbank kredilerinin temininde “döviz bozdurma zorunluluÄŸu”, ihracatçıların üretim için ihtiyaç duyabilecekleri döviz temininde sorun yaÅŸamalarına yol açabilecektir. İhracatçılar için bu durum üretim maliyetlerindeki artışa ek olarak, yeniden üretim yaparken karşılaÅŸabilecekleri bir zorluk olarak durmaktadır.
“Örtük kur” uygulamasına raÄŸmen Türkiye’nin enflâsyon sorunu artmaya devam etmektedir. Keza, “maliyet enflasyonu” ile “manÅŸet/tüketici enflâsyonu” arasındaki farkın açılması, ÅŸirketler tarafında bilânço sorunlarının büyümesine ve üretim sıkıntılarına yol açabilecektir. Bu eÄŸilimin sürmesi, özellikle ücret gelirlerindeki aşınmayı artırarak, gelecek dönem “harcama-talep beklentilerinin azalması” beklentisine baÄŸlı olarak “yatırımlar ve büyüme” üzerinde olumsuz etkini gösterecektir. Bu tür bir sürece girilmesi, enflâsyonun yüksek kalmasının yanında, istihdamı olumsuz etkileyecek geliÅŸmeler, stagflasyon hatta slumpflasyon olasılıklarını arttırmaktadır.[4]
DiÄŸer yandan, Rusya-Ukrayna çatışması gibi küresel siyasi sorunlarla birlikte artan “yerel ve küresel enerji riskleri”, ihracatçılar için bir diÄŸer önemli zorluktur. Ayrıca, 2022 yılında “küresel sıkı para politikası” döngüsünün baÅŸlaması, dış talebi azaltıcı bir etki getirmesi beklenmektedir. Yani 2022 yılında “dış talebin ihracatı destekleyici etkisi” 2021 yılı kadar güçlü olmayacak gibi durmaktadır.
SONUÇ YERİNE
Yukarıda irdelemeye çalıştığımız içsel ve kısaca bahsettiÄŸimiz küresel koÅŸullar, yaÅŸananlar, sonuçlar ve beklentiler bize;
* yüksek enflâsyon, yapısal ve kurumsal noksanlar ve yanlışlarla birlikte dış ticarette rekabetçi olunamayacağını,
* küresel riskler, dış ticaret açıkları artarken ve ülkenin kendi kırılganlıkları sürerken, örtük sabit kur sisteminin çalışmadığını, göstermektedir.
Öte yandan, önceki uygulamalar dikkate alındığında, mevcut yönetimin seçim yılına yaklaşırken büyüme isteÄŸinden vazgeçmeyeceÄŸi hemen akla gelmektedir. Dış ticarette yukarıda irdelediÄŸimiz sıkıntılar nedeniyle, bu büyümeyi de büyük ölçüde “iç talebe artışına” dayandıracağını düÅŸünmekteyiz. Böylesi bir seçenek, yurt içi kredi geniÅŸlemesine dayalı geçmiÅŸ dönem politikalarını yeniden gündeme getirecektir. Elbette söz konusu bu politika, ithalâtın ve dolayısıyla döviz ihtiyacının da artmasına yol açacaktır. Kısacası 2022 yılı dış ticaret, döviz açığı ve finansmanı konuları açısından oldukça sorunlu bir yıl olması güçlü bir beklentidir.
Sonuç olarak Türkiye’nin serbest deÄŸil “stratejik dış ticaret politikasına” yönelmesi, mevcut “negatif reel faiz politikasını” ivedilikle terk ederek “pozitif reel faize” dönmesi gerekmektedir. Bu arada Hazine veya kamu bankalarının dolarlaÅŸması ve kur risklerindeki artışlar öncelikle terk edilerek, “üretimi teÅŸvik eden geniÅŸleyici, gelir ve istihdam yaratıcı” maliye politikasına geçilmelidir.