EYT'DE SON DURUM:
DOÄžRUYU ALKIÅžLARKEN ACIYI DA SÖYLEMEKSE DOSTLUK DENEN ÅžEY
Bülent SOYLAN
Evelallah...
Herkesin söylediÄŸi gibi biz de halkın dostu, çalışanın yanında, doÄŸruyu yapanın arkasındayız. Hani "abdestimizden kuÅŸkumuz yok" denir ya, aynen öyle.
Memleketin halini, insanların özlemlerini, depremzedenin, EYT’linin yaÅŸadığı maÄŸduriyeti de biliyorduk, yataÄŸa aç gireni de.
Mutlaka bir ÅŸeyler yapılması gerektiÄŸini de…
İyi de, “Bak iÅŸte ben de zaten bu amaçla bir ÅŸeyler yapıyorum” dendiÄŸinde “madem öyle, biz de her ÅŸartta aynen senin dediÄŸine katılıyoruz deyip ele güne karşı sadece alkışlamak” mı doÄŸrudur; yoksa ilk bakışta “karşı tavırmış” gibi görülen ama üzerinde biraz düÅŸünülünce doÄŸruluÄŸu ortaya çıkacak “baÅŸka düÅŸünceleri” söyleyerek “kendine daha da doÄŸru geleni” söylemek mi?
*
Siyasette popülizm yani “halka ÅŸirin görünmek” her zaman yapılır tabii. Ama iÅŸin özündeki “Halk dostluÄŸu” çoÄŸu zaman, halka da onu yönetenlere de “bütün yalınlığıyla doÄŸruyu” söylemeyi gerektirir.
Sanırım bizdeki “Dost acı söyler” lafının arkasında da bu vardır ve tabii ki “dost” dostluÄŸunu sadece alkışlayarak deÄŸil, “söylenmesi gereken doÄŸruyu da söyleyerek” göstermelidir.
SözgeliÅŸi, biber acıysa acıdır.
Åžimdi gelelim mesajlara…
Türkiye’nin hali malum; hangi birini sayacaksınız ki…
Ama konumuz açısından öncelikle ÅŸunların altını çizelim:
Ekonomi batıktır. Bütçe ve dış ticaret dengesi ÅŸirazesinden çıkmış vaziyettedir. Sermaye kaçmış, üretim hak getire, istihdam düÅŸük, yoksulluk diz boyu, depremin getirdiÄŸi yük altından kolayca kalkılamayacak boyutlardadır falan...
Ama biz ÅŸimdi çok fazla iç karartmamak için bunu burada keselim.
Düzelir mi bu iÅŸler?
Düzelir tabii…
Düzelmeyecek iÅŸ yoktur.
Ama bir ÅŸartla; bir ÅŸeyi düzeltirim derken baÅŸka ÅŸeyleri bozmadan, aklı-bilgiyi siyasetin yanına alaraktan, doÄŸrularla yanlışları bir arada yapmadan ve ne kadar hızlı düzeltilebilirse o kadar hızla düzelterekten.
Koşuyor olmak her zaman mesafe almaktır ama hedefiniz giden bir trene yetişebilmekse sizin o trenden daha hızlı koşmanız gerekir.
Dolayısıyla "iyi" her zaman "iyi" değildir. "en iyi" aranmalıdır.
*
1.Denecek ki “Her iÅŸin başı para, Devlete para lazım".
DoÄŸrudur ama; eÄŸer vergilendirmeyle bu parayı almak için üretici sermayeyi, üretim maliyetine giren iÅŸçiliÄŸi bir kenara ayırıp kollamadan “dümdüz” "sıradan" yeni ya da ek vergiler koyarsanız, sonuçta memleketin toparlanmasında asıl unsur olacak “üretimi” kendi elinizle baltalamış, beklediÄŸiniz kalkınmanın hızını kesmiÅŸ olursunuz.
Üretmeden kalkınmazsınız.
Devletin ihtiyacı olan “para”nın saÄŸlanmasında hele bu koÅŸullarda yapılması gereken; her türlü "üretim maliyetini yükselten" iÅŸçilik-ücret ödemeleri üzerindeki vergileri arttırmamak, hatta “hangi düzeyde olduÄŸuna bakmaksızın” ve “olabildiÄŸince” düÅŸürmektir.
“Hangi düzeyde olursa olsun” diyoruz, çünkü yüksek ücrete yüksek vergilendirme, basit üretimi teÅŸvik edip teknolojik üretime, “ar-ge”ye maliyet yüklemek demektir. Bu yapıldığında “orta gelir tuzağı”ndan kurtulamazsınız.
2.Üretimde cazibenin giderek azaldığı böylesi bir dönemde üretenin yatırım hevesini kıracak, onu üretme hevesinden uzaklaÅŸtıracak hiç bir eylem ve hiçbir söylemde bulunulmamalı, istihdama katkısı hesaba katılarak yerli-yabancı sermayeye imkan saÄŸlanmalı, önlerine fiziki hedefler konarak gereken kolaylıklar gösterilmelidir.
3.Türkiyenin gelir dağılımı fevkalade bozuktur. Bunun reddedilemeyecek sonucudur ki, memleketin bir kısmı yoksulluktan kırılırken öbür kısmı elindeki gelir ve servet imkânları ile iÅŸin tadını çıkarmaktadır.
EÄŸer bu ülke “milletçe” bir fedakarlık yapacaksa, bu fedakarlığın alt ayrımında “ödeme gücü olanlar” hedef alınarak gereken yük onlara bindirilmeli, buradan saÄŸlanacak kaynakla “en alttakiler”den baÅŸlanarak ihtiyaç sahipleri desteklenmelidir.
4.Böyle durumlarda halkçı niyetli de olsa klasik reçete “servet vergileri”dir.
Ancak klasik servet vergiciliÄŸinde “mevduata, gayrımenkule el atmak” niyet açıklamak anlamında bile yanlış olur. Bir kere nakit sermayeyi sistemin dışına kaçırırsınız. Kaçmış olan zaten dönmez. Gayrımenkulden ise tahsilatınız zordur, zaman alıcıdır ve bu günün yarasına merhem olmaz.
Bu konuda çözüm; âtıl yani üretken olmayan sermayeyi "iktisabı sırasında" yani el deÄŸiÅŸtirmelerinde vergilendirmektir. Böylece atıl servete gidecek para bu vergi dolayısıyla ya yön deÄŸiÅŸtirip yatırım ve üretime gider ya da yine de servete gitmek istese bile üzerinden ciddi bir vergi alırsınız.
5.Sevetten umulan bulunamayacağı, ücretler ve üretimden saÄŸlanan ticari-sınai kazançların vergilendirmesi üretim ve istihdamı baltalayacağı için vergilendirilecek en rahat ve haklı alan yaÅŸamsal ihtiyaçlar dışındaki tüketim harcamaları üzerinden alınacak vergilerdir. Yani böylece tüketme kabiliyeti, ödeme kabiliyeti olan kesimi vergilendirmiÅŸ olursunuz. "El mahkum"; Otomobil’in ve yakıtının, pahalı telefonun bazı lüks tüketimin vergileri arttırılmalıdır. Vergiyi buralardan almazsanız yoksula kaynak bulamazsınız. “Hayır, biz borç buluruz ama lüksü de sürdürürüz” demek, sorunu derinleÅŸtirerek ertelemektir. Çözüm deÄŸildir.
6.Türkiye bir kayıtdışı cennetidir. Ekonomik koÅŸulların baskısı bu kayıtdışılığı daha da arttirmakta, artan kayıt dışılık mali denetimi de ekonominin planlanabilirliÄŸini de kurumlaÅŸmasını da engellemektedir.
Böyle bir durumda EYT diye adlandırılan ve ÅŸimdi bir bicimde “çözdük” denen sıkıntı aslında bir baÅŸka büyük sıkıntıyı yaratmıştır: “İstihdam ve üretimde gerileme ve kayıtdışılığın daha da artacak olması”
Yeni emeklilik, artık bordroda kalmanın yararını görmeyenlerin kayıt dışına kaymasını, bu kayma ise onlara yapılacak ödemelerin "beÅŸ-on misliyle" kayıt dışı iÅŸlemlerle saÄŸlanmasını zorlayacaktır. Bunun tam mekanizmasını, neden böyle olacağını merak edene ayrıca açıklayabiliriz.
7.EYT olayı, bir zamanların Türkiye’sinin yanlış siyasi ve ekonomi-politik tercihleriyle 40’lı yaÅŸlarda emeklilik hakkı verilmesine baÄŸlı olarak sosyal güvenlik hesaplarının ÅŸaÅŸması ve de bu durumun dayanılamaz hale gelmesi sonucunda doÄŸmuÅŸtur.
Sonra?
Åžimdi çok kiÅŸiye ters gelecektir ama; halkçı yaklaşımından asla endiÅŸe etmediÄŸimiz Bülent Ecevit Hükümeti, ülkenin düÅŸtüÄŸü bu durumdan çıkabilme amacıyla IMF’in, Dünya Bankası’nın da önerisine uymak zorunda kalarak 1999 Tarihinde, emeklilik yaşını erteleyen 4447 Sayılı kanunu hazırlamışlardır. Yani o olay bir maÄŸduriyet deÄŸil, süregelen bir politik yanlıştan sert bir biçimde geri dönüÅŸtür.
8.EYT, bir haksızlık doğmuş mudur?
Bir bakıma tabii ki evet. Bizim gibi bir ekonomide kimsenin genç yaÅŸlarda kenara çekilip sırtını devlete dayamaması gerekirken ve doÄŸrusu bu iken, o güne kadar çok genç yaÅŸta emekli olma ÅŸansı yakalayanlar ile artık daha geç emekli olacaklar arasındaki “denge” bozulmuÅŸ, bir kısım çalışan “maÄŸdur” sayılmıştır.
Peki ya ÅŸimdi?
Yine siyasetin cilvesiyle bu “özel maÄŸduriyet” beÅŸ maddelik bir yasayla sözde giderilmiÅŸ, ama bu gidermenin ekonomiye ve dolayısıyla ekonomiye ve geniÅŸ halk kitlelerine getireceÄŸi “genel maÄŸduriyet” üzerinde yeterince durulmamış, gereken hazırlık yapılmamıştır.
Bu hazırlıklar yine de yapılabilir mi? Bu seçimler öncesinde ve hemen sonrasında zor tabii…
9. Yazıyı daha fazla uzatmamak ve ilgilenenlere sunabilmek için ÅŸimdilik öneri ve eleÅŸtirilerimizin
http://www.soylan.com/butunmakaleler.htm adresindeki yazılarımızda kolayca bulunabileceğini işaret edelim.