KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.

Åžahabettin KÜÇÜKYAZICI

_________________________________________________________________________________________________

DİNİ SOHBET

Eski Diyanet İşleri Başkanlarından alı Bardakoğlu ile yapılan bir basın sohbetinden alınmıştır.

Åžayet dini, görüntüden ve dışarıya yansıyan söz ve davranışlardan ibaret görüyorsak, dinin güçlendiÄŸi, dindarların arttığı iddiası doÄŸru olabilir. Yoldan geçen kadınların kaçının başı kapalı, toplumda kaç kiÅŸi hacca ve umreye gidiyor, kaç erkek sakal bıraktı, ilahiyat fakültelerinin, camilerin, dini kurs ve cemaatlerin sayısı artıyor mu? Bunlara bakarak toplumda dindarlık ölçümü yaparsak İslam’ı hiç anlamıyoruz demektir. İslam’ı yüzeysel bir bakışla anlamak ve tanıtmak, evrensel bir İslam davetine yapılabilecek büyük bir haksızlıktır.

Din ve dindarlık, Yüce yaratanın gözetimi altında yaÅŸadığımız bilincini beynimize mıhlamak ve bu bilince uygun bir hayat yaÅŸayabilmek demektir. Dindarlık sadece bilmek, söylemek ve ÅŸeklen yapmak deÄŸil; aynı olanı içselleÅŸtirmek, kimseyi incitmeyen ve kimsenin de incinmediÄŸi bir esenlik merkezi olabilmektir. Onun için de din bizi sürekli olarak Allah’la, dış dünya ile toplumla ve kendimizle barış içinde olmaya yöneltir. Yunus’u, Mevlana’yı, Hacı BektaÅŸ-ı Velî’yi büyük kılan da bu.

Din bireyin iç dünyasında baÅŸlayıp niyetinden, sözünden ötekiyle iliÅŸkisine kadar bütün davranışlarını güzelleÅŸtiren genel bir kaliteyi hedefler. Allah’a ve ahirete iman eden kimse, bunu insanlarla iliÅŸkilerine yansıtmak zorundadır. Müslüman her anını Allah’ın gördüÄŸü ve bildiÄŸi bilinciyle yaÅŸayabilen kimsedir. Buna ‘ihsan’ diyoruz. Bunun için de ahlak (ihsan), dinin iman ve ibadetten sonra üçüncü temel ayağıdır. Hatta iman ve ibadetin dünyaya yansıyan ana gayesi Müslüman toplumun aynı zamanda bir ahlak toplumu olmasını saÄŸlamaktır. Bu amaç yoksa geriye içi boÅŸaltılmış bir din ve dindarlık görüntüsü çıkar.

Müslümandan söz ediyorsak, iç dünyasında samimiyetle Allah’a ve dinin diÄŸer inanç esaslarına baÄŸlı olan ve inancını hayatına yansıtan bir kimseden söz ediyoruz demektir. O da sadece belli ibadetleri yerine getirmekle, sözle ve görüntüyle olmaz. Din, hayatımızın her yönünde eseri olan bir rahmet olmalıdır.

Åžayet iyi Müslümandan söz edeceksek, güvenilir ve dürüst olma, doÄŸruluk, çalışkanlık ve üretkenlik, temizlik, nezaket, hiçbir insanın sizin elinizden, dilinizden ve davranışınızdan zarar görmemesi, kendiniz için istediÄŸinizi baÅŸkası için de gönül ferahlığıyla isteyebilme, yanıbaşınızdaki insanın hak ve hukukuna saygı, kamu malını emanet bilme ve koruma, kimsesizi gözetme, istikamet sahibi olma gibi ne kadar erdemli davranış varsa onların hepsinden söz etmeliyiz.

Ahlakı önemsizleÅŸtirirsek dinin içini boÅŸaltmış, özünü, ÅŸekle kurban vermiÅŸ oluruz. Hz. Peygamber güzel ahlakı örneklendirmek ve tamamlamak için gönderilmiÅŸtir. Ahlakın yegane kaynağı din deÄŸildir, bir insanın ahlaklı olabilmesi için mutlaka dindar olması ÅŸartı aranamaz. Ancak, bir dindar mutlaka ahlaklı olmak zorundadır. Ahlakı önemsemeyen bir dindarlık anlayışı, bizi ikiyüzlülüÄŸe, çifte kiÅŸiliÄŸe götürür. Bu da dini tabirle riyadır, samimiyetsizliktir.

İbadet etmek de ahlaklı olmak da inancın meyvesidir

İslâm dininin merkezinde Yüce Yaratıcı’yı tanıma ve sevme demek olan iman yer alır. İkinci halkada Yüce Yaratan’ın istediÄŸi belli simgesel davranışları yaparak O’na baÄŸlılığımızı gösterdiÄŸimiz ibadetler vardır. İnanç esasları da ibadetler de dinî bildirimle belirlendiÄŸi için bunlar ana çizgisi itibariyle deÄŸiÅŸime ve yenileÅŸmeye açık olmazlar; aksine korunduÄŸu ve devam ettirildiÄŸi sürece anlam ve etkisini sürdürürler. Bu, her din için geçerli bir durumdur. Dinin merkezdeki üçüncü halkasını ise, Allah’a inancımızı ve baÄŸlılığımızı insanlarla iliÅŸkilerimize yansıtmamızı gösteren ahlak teÅŸkil eder. Bir kimsenin ibadetleri yerine getirmesi de, ahlaklı olması da inancın meyvesi sayılır; inancın davranışa yansıtılması anlamını taşır. Ama ibadetler de ahlak da inancın birer parçası deÄŸildir. Namaz bireye daima Allah’ın huzurunda olduÄŸu bilincini aşılar; oruç sadece midenin aç kalmasını deÄŸil bütün davranışları kuÅŸatan ahlaki olgunluÄŸu, zekat sosyal dayanışma ve paylaÅŸmayı, hac ümmet olma ÅŸuur ve sorumluluÄŸunu besler. Kurban, kavurma bayramı deÄŸil neÅŸe ve hüznü, varlık ve yokluÄŸu paylaÅŸabilme duyarlılığıdır. İbadetler makul davranış biçimleri olsa da akıl yürütme ile inÅŸa edilemez. Bu bakımdan Allah bizim ibadet olarak ne yapmamız gerektiÄŸini belirlemiÅŸ ve kendisine bu ÅŸekilde ibadet etmemizi emretmiÅŸtir. İbadet, bir yükümlülük ve borç ifası deÄŸil, Allah’la bağı canlı tutma aracı ve imkanı olarak düÅŸünülmelidir.

DiÄŸer taraf ise dine sarıldığımızda her sorunun üstesinden geleceÄŸimizi ileri sürdü. Üstelik din deyince de farklı kesimler kendi din anlayışlarını “gerçek İslam” olarak tanıttı ve farklı görüÅŸe hayat hakkı tanımadı. Siyasal, sosyal ve ekonomik giriÅŸimlerde din üzerinden meÅŸruiyet ve dünyevi yarar saÄŸlandı. Din ideolojilerle yarıştırıldı. Bütün bunlar olurken hayatı, olguyu ve bireyin merkezi rolünü göz ardı ettik. Bireyi ve insan faktörünü göz ardı eden bir din olabilir mi? Yeni nesiller de böyle bir atmosferde, sebep ne, sorumlu kim, bunu anlamakta kafa karışıklığı yaÅŸadılar. Din anahtar teslimi bir kurtuluÅŸu garanti etmez, bunu birey saÄŸlayacaktır. Dahası din dünyada geliÅŸmiÅŸliÄŸi, kalkınmayı, adaletli ve güvenli bir toplum olmayı, insanların barış içinde yaÅŸamasını garanti etmez; insanı bunlara eriÅŸmesi için aydınlatır ve teÅŸvik eder. Geleneksel dini düÅŸüncemiz Tanrısal iradeyi yüceltirken farkında olmadan birey irade ve sorumluluÄŸunu zayıflattı ve gölgede bıraktı; bireyi ilahi irade karşısında edilgen ve pasif kıldı. İnsanımız da olup bitende kendi sorumluluÄŸunu ıskalayarak her ÅŸeyi Allah’a izafe etmeyi, kör bir kader ve tevekkül anlayışını tercih etti. Bu özellikle ÅŸark toplumunun tabiatına da uygun düÅŸtü. Halbuki Kur’an sürekli olarak insan yapıp ettiklerinden dolayı sorumlu olduÄŸunu hatırlatır. İnsanı, soran, sorgulayan, elini taşın altına koyan, haksızlıklar karşısında susmayan, sorumluluk bilincine sahip bir birey olarak tanıtır ve ona bu sorumluluÄŸunu sık sık hatırlatır.

İslam dini bizim iç dünyamızdaki duygu ve düÅŸüncelerden, Yüce Yaratan’la nasıl baÄŸ kuracağımıza, aile hayatımızdan sosyal iliÅŸkilerimize kadar birçok alanda bize sorumluluklar yükler.

Kendi yakınlarımızın aleyhine de olsa adaletten ve doÄŸruluktan ÅŸaÅŸmamak, yalan söylememek ve iftira etmemek, emaneti ehline vermek, insanların ve bütün canlıların haklarına saygılı olmaktan tutun akan suyu kullanırken bile israf etmemeye, varlığı ve yokluÄŸu paylaÅŸabilmeye, temizliÄŸe, çalışkanlık ve üretkenliÄŸe kadar birçok alanda bizlere ahlaki ve insani birçok ödev verir. Bütün bunlar bizim yararımız, dünya hayatımızın insanca yaÅŸanabilmesi içindir.

Ahiret hayatına dair uyarılar da yine dünyada güzel ve doÄŸru iÅŸler yapmamızı temin içindir. Hal böyle olunca, “iyi Müslümanı” dinin bütün bu ödevlerini yerine getirebilme çabasında aramak gerekir. Bunları ne kadar yapabiliyorsak o kadar iyi Müslümanız demektir. Onun için de iyi insan olmadan iyi Müslüman olunamaz. Tıpkı ahlaklı bir insan olmadan iyi Müslüman olamayacağımız gibi. Ama günümüzde İslam ve Müslümanlık denince sadece belli ibadetleri yerine getirme ya da belli yasaklardan kaçınma anlaşılmaya baÅŸlanmıştır.

Domuz eti yemeyi yasaklayan dinimiz gıybet yapmayı “kardeÅŸinin etini yeme” olarak, iftira etmeyi ya da yalancı ÅŸahitliÄŸi “hak gasbı” olarak çok daha ağır biçimde yasaklıyor. Müslümanlar ibadetlerde gösterdiÄŸi titizlik ve duyarlılığı sosyal ve kamusal ahlakı koruma, ötekinin hakkına saygılı olma, yalandan, dedikodu ve iftiradan kaçınma, hileli iÅŸlerden uzak durmada da göstermezse bu dini bütünüyle anlamış sayılmaz.

DİN İLE BİLİMİN İLİŞKİSİ BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZLIKTIR

Dinin özü, yani dinin insana vermek istediÄŸi ana mesaj, insanın bu dünyada Allah’ın egemenliÄŸi ve inayeti altında olduÄŸunu fark ederek yaÅŸamasıdır. Buna, yaratma ve bütün her ÅŸeyi çekip çevirmenin (halk ve emr) Allah’a ait olduÄŸu bilinci de denebilir. Dinin ana mesajının ikisi inançla, ikisi davranışlarla ilgili ve birbiriyle irtibatlı dört ayağından söz edilebilir:

Allah’ı tanıma (marifet), O’na minnet duyma (hamd ve ÅŸükür), Bu duygusunu sembollerle ifade ederek huzur bulma ve bilinç kazanma (ibadet), Bu bilinci insanlarla iliÅŸkisine yansıtma (ahlak ve ihsan). İlk ikisi iman, diÄŸer ikisi salih amel (yararlı, doÄŸru davranış) kapsamına girer.

Kur’an’da anlatılan peygamber kıssalarında, Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlere vahyedilen mesajların ortak paydasında bu yer alır. Din nihayette insanoÄŸluna Yüce Yaratan tarafından yapılan bir hatırlatmadır. Bu hatırlatma insanoÄŸluna kendine yaraşır ÅŸekilde, kendisiyle, doÄŸayla ve Yaratanla barışık, akli ve ahlaki duyarlılıkları koruyarak hareket etmesini tavsiye eder. Din, insana dünyadaki süreli hayatının ve maddi varlığının ötesinde çok daha kalıcı bir misyon/ anlam yükler ve onu özündeki temel insani ve ahlaki deÄŸerleri keÅŸfetmeye, onları korumaya çağırır. Bu özün dini literatürdeki adı fıtrat, yani insan tabiatıdır. Birçok İslam düÅŸünürünün aklı/fıtratı birinci elçi (resul), peygamberleri de (onu desteklemek için gönderilen) ikinci elçi sayması bundandır.

Din ile bilimin iliÅŸkisi: karşıtlık veya birbirini tamamlama deÄŸil, birbirinden bağımsızlıktır. Dünyada olup biteni kavrarken din-bilim dengesini veya bağımsızlığını, her birinin kendine ait bir alan ve iÅŸlevinin olduÄŸunu, birini önemsemek için diÄŸerinden vazgeçmemizin gerekmediÄŸini söylemeliyiz. Elbette dinin ve bilimin karşılaÅŸma noktaları olabilir. Ne bilim dinin, ne de din bilimin alternatifidir. Din ve bilim insanoÄŸluna farklı kulvarlarda yarar saÄŸlamak için vardır. Dinin kendini bilim yerine koyan iÅŸlevlere soyunması, bilimin de dinin görevlerini üstlenmeye kalkması her ikisini de doÄŸalarının dışına çıkarır ve her ikisine de zarar verir. Din ile bilimin birbirinden bağımsız olması dini zayıflatmadığı gibi bilimi de deÄŸersizleÅŸtirmez.

İslam dünyası olarak yıllardır din ile bilimi evlendirmeye çabaladık ve bu çabanın bize kazandırdığını zannettik. Ama bilim artık öyle bir evreye girdi ki, bundan sonra dini bilime ne kadar yamamaya çalışırsak, bilime karşı dinden ne kadar argüman üreterek direnç gösterirsek din o kadar zarar görür ve kaybeder. Din kendisine bilimin yamağı olma vazifesini deÄŸil, bilimin gidiÅŸatına ahlaki normlar kazandırma rolünü vermelidir.

Din ekonomi, siyaset, uluslararası iliÅŸkiler, gündelik hayat, aile, kamusal hayat gibi alanlarda bilgi vermekle ilgilenmez ve bunu hedeflemez.

DİN VE İNSAN

Milyonlarca müntesibi olan bir dinin baÄŸlılarının hepsinin dini aynı tarzda anlaması ve yaÅŸaması elbette beklenemez. Dinin soyut bir mesajının farklı coÄŸrafyalarda ve kültürlerde farklı yorumlanması kaçınılmazdır. Ancak bir kesime ait dini inanış ve tercih herkesi kuÅŸatan sosyal ve siyasal bir proje olarak topluma dayatıldığında veya “makbul din yorumu” olarak öne çıkarılınca huzursuzluklar oluÅŸtu, ayrılıklar derinleÅŸti.

İslam dininde kutsallık Allah’a aittir, Kur’an Allah’ın kelamı ve bütün insanlığa hitabıdır, Onu bize getiren de Hz. Peygamberdir. Dini otorite olan Hz. Peygamberdir. Onun dışındaki herkesin sözü, bu dini anlama yönünde insani ve bireysel bir çabadan ibarettir. Yanlış da olabilir doÄŸru da; üstelik her türlü eleÅŸtiriye de açıktır. İşte herkesin bildiÄŸi, İslam’ın tevhid akidesinin de gereÄŸi olan bu ilke çoÄŸu zaman göz ardı edilip dünyevi çıkar ve beÅŸeri zaaflar sonucu yapay kutsallıklar, Allah adına konuÅŸmalar, din üzerinden dışlamalar ve engizisyonlar baÅŸladı. Bir kesim dinin ve tarihin açık bilgilerini bırakıp menkıbe, bidat ve hurafe eksenli bir din söylemiyle toplumda yer edinmeye çalıştı. Din konusunda subjektif mülahazalar ve özensiz üsluplar ortamı alevlendirdi, bir kaos yaÅŸanmaya baÅŸlandı.

Sosyal medyanın yaygın kullanımı kapalı kapılar ardındakileri gözler önüne serdi. Bazı dini gruplar kendi baÄŸlılarını artırabilmek ve bu piyasada ben de varım diyebilmek için kurumsal olarak Diyanet’e ve ilahiyat fakültelerine hücum edip din ticaretine ve çığırtkanlığına giriÅŸti. Bütün bu hengamede dini deÄŸerler aşındı.

Din ile dinin insanlarca anlaşılma ve yaÅŸanma biçimini birbirinden ayrı tutmalıyız. Allah’ın dini tekdir. Tek bir Kur’an’ımız vardır. Hz. Peygamber’in sünneti bellidir. Ama dün de bugün de Müslümanlar bunları anlamada ve yaÅŸamada farklılıklar gösterecektir. YaÅŸanan Müslümanlık dinin kendisi deÄŸil, dinin insanlarca anlaşılma ve yaÅŸanma biçimidir.

İslâm Allah’ın gönderdiÄŸi dinin adı, Müslümanlık da bizim bu dini anlama ve uygulama tarzımızdır. DiÄŸer bir anlatımla Müslümanlık, Kur’an ve Sünnet’in getirdiklerinin ÅŸu veya bu zaman diliminde veya bölgede Müslümanlar tarafından hayata aktarılma ve yaÅŸanma biçimidir. Bu ayırımı yapmaz da din adına söylenen ve yapılanları İslam olarak görmeye baÅŸlarsak, büyük yanlış yapmış oluruz.

DiÄŸer taraf ise dine sarıldığımızda her sorunun üstesinden geleceÄŸimizi ileri sürdü. Üstelik din deyince de farklı kesimler kendi din anlayışlarını “gerçek İslam” olarak tanıttı ve farklı görüÅŸe hayat hakkı tanımadı. Siyasal, sosyal ve ekonomik giriÅŸimlerde din üzerinden meÅŸruiyet ve dünyevi yarar saÄŸlandı. Din ideolojilerle yarıştırıldı. Bütün bunlar olurken hayatı, olguyu ve bireyin merkezi rolünü göz ardı ettik. Bireyi ve insan faktörünü göz ardı eden bir din olabilir mi? Yeni nesiller de böyle bir atmosferde, sebep ne, sorumlu kim, bunu anlamakta kafa karışıklığı yaÅŸadılar. Din anahtar teslimi bir kurtuluÅŸu garanti etmez, bunu birey saÄŸlayacaktır. Dahası din dünyada geliÅŸmiÅŸliÄŸi, kalkınmayı, adaletli ve güvenli bir toplum olmayı, insanların barış içinde yaÅŸamasını garanti etmez; insanı bunlara eriÅŸmesi için aydınlatır ve teÅŸvik eder. Geleneksel dini düÅŸüncemiz Tanrısal iradeyi yüceltirken farkında olmadan birey irade ve sorumluluÄŸunu zayıflattı ve gölgede bıraktı; bireyi ilahi irade karşısında edilgen ve pasif kıldı. İnsanımız da olup bitende kendi sorumluluÄŸunu ıskalayarak her ÅŸeyi Allah’a izafe etmeyi, kör bir kader ve tevekkül anlayışını tercih etti. Bu özellikle ÅŸark toplumunun tabiatına da uygun düÅŸtü. Halbuki Kur’an sürekli olarak insan yapıp ettiklerinden dolayı sorumlu olduÄŸunu hatırlatır. İnsanı, soran, sorgulayan, elini taşın altına koyan, haksızlıklar karşısında susmayan, sorumluluk bilincine sahip bir birey olarak tanıtır ve ona bu sorumluluÄŸunu sık sık hatırlatır.