MACARİSTAN SECİMLERİ

 

Bir baÅŸka anlatımla muhalefetin son seçimlerde aldığı oy oranı, Orban’ın oy oranını yakalamak ÅŸöyle dursun, muhalefet ittifakında yer alan partilerin 2018 yılında aldıkları oy toplamının da altına düÅŸerek,  parlamentodaki sandalye sayısı da azalmıştır. 

ERSİN DEDEKOCA 

Macaristan’ın BaÅŸbakan Viktor Orban liderliÄŸindeki Fidesz partisinin 3 Nisan’daki ezici zaferi, “demokratik gerilemenin” nasıl durdurulabileceÄŸine iliÅŸkin yeni soruları gündeme getirmektedir. Muhalefetin ittifakı ve Avrupa BirliÄŸi (AB) üyeliÄŸi bile demokrasiyi aşındıran bir liderin dördüncü kez iktidara gelmesini engellemeye yetmiyorsa, otokrasinin dünya çapındaki ilerleyiÅŸini durdurmak mümkün olabilecek mi?

Bu konuyu irdeleyen Jennifer McCoy & Murat Somer’in 11 Mayıs tarihli makalesi rehberliÄŸinde, 2023’de genel seçim yapacak ve siyasi muhalefetin Macaristan’dakine benzer koalisyonlar kurmaya çalıştığı Türkiye ve Polonya için, Macaristan’ın “baÅŸarısız” deneyiminden çıkarılabilecek dersler bu haftaki yazımızın konusu olmuÅŸtur.

POPÜLİST SAÄž’IN/OTOKRASİNİN YÜKSELİŞİ

Varieties of Democracy (V-Dem) Institute tarafından hazırlanan demokrasi raporlarında, “seçime dayalı otokrasi (electoral autocracy)” ile yönetilen ülke sayısı 87 olup, bu ülkelerin nüfusu dünya nüfusunun yüzde 68’ini barındırmaktadır.(Bunların en büyüÄŸü Hindistan) Libaral demokrasi ile yönetilen ülke sayısı geçmiÅŸ 10 yılda 41’den 32’ye düÅŸmüÅŸtürSeçime de dayalı olmayan ülkelerde yaÅŸayanların dünya nüfusundaki payı 2010’da yüzde 6 iken 2020’de yüzde 34’e yükselmiÅŸtir. Söz konusu çalışmaya göre G20 ülkelerinden Brezilya, Hindistan ve Türkiye ile G20 üyesi olmayan Polonya, “seçime dayalı otokrasiyle” yönetilen ülkelerin başında gelmektedir.

Avrupa’da mevcut popülist saÄŸ yükseliÅŸ dalgası, 24 Nisan’da Fransa’da gerçekleÅŸen CumhurbaÅŸkanlığı seçimi ikinci turunda somutlaÅŸmış görünmektedir. Sol partiler seçimlerin ilk turunda silinip giderken Fransızlar, “siyasi yelpazenin sağında” yer alan” Macron ile, göçmen karşıtı “aşırı saÄŸcı” Le Pen arasındaki “ikinci turda” tercihlerini Macron’dan yana kullanmışlardır.

Söz konusu olgu sadece Fransa’da deÄŸil; Batı Avrupa’nın diÄŸer demokrasilerinde de “saÄŸ” yükselirken, “sol” siyaset giderek zayıflamaktadır. ÖrneÄŸin Almanya’da, bir dönemin güçlü Sosyal Demokrat Partisi ÅŸimdi ancak iki farklı partiyle koalisyon yaparak iktidar olabilmiÅŸtir. Üstelik koalisyon partilerinden birini de, yine saÄŸ kanatta duran Liberaller oluÅŸturmaktadır. İktidara gelemeseler de Almanya’da demokrasi karşıtı aşı saÄŸ partilerin yüzde 20’ye yakın oy aldıkları da hatırlanmalıdır.

3 Nisan’da yapılan Macaristan seçiminde, “saÄŸcı popülist” BaÅŸbakan Victor Orban’a karşı muhalefet, seçim yarışına siyasi görüÅŸleri Orban’a benzeyen “saÄŸ” taraftan bir adayla girdi. İki saÄŸ görüÅŸlü liderin girdiÄŸi rekabetten mevcut BaÅŸbakan Orban, üstelik oy oranını arttırarak zaferle çıktı.

İspanya’daki aşırı saÄŸ parti Vox, yerel seçimlerde merkez saÄŸda duran Popüler Parti ile iÅŸbirliÄŸine girerek, pek çok yerde yerel yönetimlerde söz sahibi oldu. Yerel ölçekteki bu ittifakın, 2023’te yapılacak genel seçimlerde de sürmesi, böylece İspanya’da da aşırı sağın hükümetin bir ucundan yönetime girmesi sürpriz olmayacaktır.

Keza önümüzdeki sonbaharda Ä°sveç’te yapılacak seçimlerde de, oy oranı yüzde 20’ye ulaÅŸan saÄŸ popülist İsveç Demokrat Partisi’ninkurulacak saÄŸ bir koalisyon hükümetinde yer alması beklenmektedir.

Dünya demokrasi liginde yer alan diÄŸer ülkelerde de durum farklı deÄŸildir. ÖrneÄŸin:

İsrail’deki 8 partili koalisyonun büyük bölümü saÄŸ kanat partilerinden oluÅŸmaktadır,

Hindistan’da sürekli Müslüman karşıtı/Hindu destekçisi politika ve yasalarla gündeme gelen saÄŸ popülist Modi yönetimi görevini sürdürmektedir, 

Güney Kore’de, Mart ayında yapılan CumhurbaÅŸkanlığı seçimlerinde yeniden saÄŸa kaydı ve “muhafazakâr saÄŸ” siyasetçi olup, seçim vaatlerinden birisi olan Cinsiyet EÅŸitliÄŸi ve Aile Bakanlığı’nı kaldırmak olan Yoon seçildi.

MACARİSTAN SEÇİMLERİ

3 Nisan’da yapılan Macaristan genel seçimlerinin en büyük sürprizi, seçimler öncesi uzun çalışmalar sonucunda bir araya gelen ve ön seçim yoluyla ortak adaylar saptayan muhalefetin büyük bir “yenilgiye” uÄŸramasıydı.

Burada kullandığımız ‘yenilgi’ tanımlaması, sadece “muhalefet ittifakının” 12 yıldır devam eden Viktor Orban iktidarına son verememesi deÄŸildir. Bu sözcüÄŸün kullanılma amacı:

– Viktor Orban’ın bu seçimlerden de, bir önceki yani 2018 genel seçimlerinde aldığı oyları artırarak çıkması,

– “muhalefet ittifakının” uÄŸradığı büyük yenilgidir.

Bir baÅŸka anlatımla muhalefetin son seçimlerde aldığı oy oranı, Orban’ın oy oranını yakalamak ÅŸöyle dursun, muhalefet ittifakında yer alan partilerin 2018 yılında aldıkları oy toplamının da altına düÅŸerek,  parlamentodaki sandalye sayısı da azalmıştır. Böylece, Macaristan genel seçimlerinin en büyük sürprizi oluÅŸmuÅŸtur.

Macaristan, 2010 yılından bu yana Orban (ayrıca 1998’den 2002’ye kadar da BaÅŸbakan olarak görev yapmıştı) ve milliyetçi-muhafazakâr çizgide duran partisi Macar YurttaÅŸ BirliÄŸi (Fidesz) tarafından yönetilmektedir. Orban’ın “kesintisiz” 12 yıldır tüm seçimlerde parlamentoda çoÄŸunluÄŸu –üstelik Anayasa’yı deÄŸiÅŸtirecek çoÄŸunluÄŸu- kazanması, ülkedeki birbirinden çok farklı 6 muhalefet partisinin de birleÅŸerek, ortak bir milletvekili aday listesi ve ortak bir BaÅŸbakan adayı belirlemelerini saÄŸlamıştı.

Keza, yukarda da belirttiÄŸimiz gibi, “saÄŸcı popülist” BaÅŸbakan Victor Orban’a karşı muhalefet, seçim yarışına saÄŸ görüÅŸlü bir liderle girmiÅŸti. 6 muhalefet partisi “Macaristan İçin Birlik” adı altında bir araya geldi ve ön seçim yaparak BaÅŸbakan adayının kim olacağını belirledi.

Muhalefetin adayı Peter Marki-Zay da, tıpkı Orban gibi muhafazakâr bir siyasetçiydi. Mevcut BaÅŸbakan ile muhalefet adayının ayrıldıkları konu, Orban’ın inandığı dinin manevi deÄŸerlerini Macar toplumunun tümüne yayma eÄŸilimine karşılık, Marki-Zay’ın daha laik, bireysel özgürlükçü ve AB’ne daha yakın bir çizgide durmasıydı. Macar muhalefeti, milletvekili adaylarını da, yine bloÄŸu oluÅŸturan tüm partilerin katıldığı bir ön seçimle belirledi. Her partinin güçlü olduÄŸu seçim çevresinde, liste başına o partinin adayını koyarak, milletvekili aday listeleri oluÅŸturulmuÅŸtu.

Macaristan’da altı muhalefet partisine karşı yarışan BaÅŸbakan Orban, seçimlere saatler kala kamuoyu yoklamalarında hâlâ önde görünmekteydi. Ancak aradaki fark çok azdı ve yoklamalarda seçmenlerin neredeyse yüzde 16’sı “kararsız olduklarını” ifade ediyordu. Yani seçim öncesinde sonuç “bıçak sırtında” görünmekteydi.

Ancak yapılacak seçimlerinden Orban ve partisi Fidesz birinci parti olarak çıksa da, oy oranının çok düÅŸeceÄŸine ve artık Anayasa’yı deÄŸiÅŸtirecek çoÄŸunluÄŸa sahip olamayacağına kesin gözüyle bakılmaktaydı.

Ancak tüm bu önlemlere karşın, iki saÄŸ görüÅŸlü liderin girdiÄŸi rekabetten Urban, üstelik oy oranını arttırarak çıkmayı baÅŸardı.

MACARİSTAN DENEYİMİNİN İRDELENMESİ

Orban’ın baÅŸkanlığındaki Hükümet 2012’de anayasayı deÄŸiÅŸtirerek, seçim bölgelerinin sınırlarını partisi lehine yeniden düzenlemiÅŸti. Ayrıca devlet üniversitelerinin, sanat ve kültür kurumlarının denetimini hükümete yakın özel vakıflara devretmiÅŸti. Orban’ın 12 yıllık kesintisiz (toplam kesintili 16 yıl) iktidarı boyunca hükümet, bir dizi karmaşık mali ve düzenleyici hamleyle medyanın bağımsızlığını sistematik olarak ortadan kaldırdı. Macaristan’daki çoÄŸu devlet ve özel medya, hükümetteki son 12 yılında Orban müttefikleri tarafından devralındı. Bunun sonucunda Fidesz yandaşı hatta baÄŸlı medya kuruluÅŸları, ülke medyasının yaklaşık yüzde 80’ine hâkim duruma gelmiÅŸtir. Bu yolla nüfusun üçte biri, geniÅŸleyen kamusal medya ve Orban’ın yakın bir dostuna ait ticari bir holding aracılığıyla sadece hükümetin söylemlerini dinleyen/seyreden kitle haline gelmiÅŸtir.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban

Söz konusu yandaÅŸlar, ülke genelinde iÅŸ dünyası, akademi, medya ve STK’larında da önemli kurumların başında bulunmaktadır. Bu “yandaÅŸ patronaj” sistemi, Macaristan’da elit bir “varlıklı muhafazakâr ahbap/yandaÅŸ sınıfını“ oluÅŸturdu.[4]

3 Nisan genel seçimlerinde yenilen “Macaristan İçin Birlik” ittifakının bu baÅŸarısızlığının nedenleri konusunda çeÅŸitli görüÅŸler açıklandı. Bu baÄŸlamda muhalefetin, devlet olanaklarını sınırsızca kullanan Orban ve baÄŸlı cephesinin gündeme getirdikleri “tam saha prese” karşı koyabilecek maddi imkânlara sahip olmayışı vurgulandı. Keza yalana ve siyasi ahlâktan uzak iddialara dayandırılan karalama kampanyalarının etkisinden de söz edildi.

Elbette bunların her birinin doÄŸruluk payı mevcuttur. Ancak acaba sorun bunlardan mı ibaret? Muhalefetin kendi iç iÅŸleyiÅŸi, ittifak süreci, muhalif ittifak liderinin seçimi ve seçim kampanyasının yönetimi hatasız mıydı? Tabii ki deÄŸildi, sayılan tüm bu faktörlerin çeÅŸitli derecelerde etkisi olmuÅŸtur.

Ülke içinde, yurttaÅŸların derinden “kutuplaÅŸması” baÄŸlamlarında, her iki taraf da diÄŸerini “demokrasiye tehdit” olarak görmektedir. Düzen taraftarları ve muhafazakârlar sıklıkla iktidarın, kültürel deÄŸerler veya ekonomik kaynaklar üzerindeki “elit egemenliÄŸini” ortadan kaldırmak için demokrasiyi kullandıkları veya bunu kolaylaÅŸtırmak için hukuk ve uygulama düzleminde deÄŸiÅŸiklikler yaptıklarını iddia etmektedirler. Muhalifler ise düzen taraftarlarını; demokrasiyi ve temel hakları yıkmaya çalışanlar olarak görmektedirler. Bu yaklaşımdaki bir muhalefetle, anti-demokratik tutumları ve özgürlüklerin aşınmasını engelleyecek baÅŸarılı koalisyonlar oluÅŸturulması ve sonuca gidilmesi çok zayıftır.

Bu nedenle yerel muhalefet ittifaklarının “demokratik gerilemeden doÄŸan otokratikleÅŸmeye meydan okumak” için stratejilerini kökten biçimde yeniden tasarlaması gerekmektedir. Jennifer McCoy ve Murat Somer’e göre bu konuda uluslararası alanda henüz iyi örnekler yok. Çünkü 21. Yüzyılda demokratik olmayan bir yöne evrilmiÅŸ hiçbir çaÄŸdaÅŸ demokrasi için, 21. yüzyılda demokrasisini “sürdürülebilir nitelikte” geri kazanma örneÄŸi yoktur.

Putin yanlısı Orban’ın bu ÅŸaşırtıcı seçim zaferini (hele bunun Rusya’nın Ukraynayı iÅŸgal ettiÄŸi ve tüm prestijini yaraladığı dönemde gerçekleÅŸmesi) destekleyen dört neden sayılmaktadır: Hükümetin aşırı medya hâkimiyeti, iktidar partisinin avantajına oluÅŸturulmuÅŸ yeni bir seçim çerçevesiistikrarlı ekonomik büyüme[6] ve büyük AB sübvansiyonları ve yakındaki savaÅŸ korkularının teÅŸvik ettiÄŸi “Orban’ın güvenlik vaatleri”. Tüm bu faktörler, seçimin herhangi bir rakip tarafından kazanılmasını neredeyse olanaksız hâle getirmiÅŸtir.[7]

Söz konusu faktörlerden “savaşın kutuplaÅŸma eksenini deÄŸiÅŸtirmesi ve Orban’ın güvenlik vaatleri” baÅŸlığında biraz daha derinleÅŸirsek, Rusya’nın 24 Åžubat’ta Ukrayna’yı iÅŸgali, AB ve NATO üyesi bir ülke olan Macaristan’daki seçim kampanyasını alt üst ettiÄŸini görmekteyiz. İlk kampanya temalarında Fidesz, sürekli refah ve Hıristiyan aile deÄŸerlerini koruma vaadini vurgularken, muhalefet hükümetin yolsuzluÄŸuna ve cezasız kalmasına vurgu yapmıştı.

SavaÅŸ baÅŸladıktan sonra, Orban’ın Macaristan’ı çatışmanın dışında tutacağına dair “savaÅŸ deÄŸil barış” sözü vermesiyle, her iki kampanya da yön deÄŸiÅŸtirdi. NATO’nun Macaristan üzerinden Ukrayna’ya silah göndermesine izin vermeyi, Macaristan’ın enerji ihtiyacının yüzde 80’inin baÄŸlı olduÄŸu Rus petrol ve gazına yönelik yaptırımları ve Putin’i doÄŸrudan kınamayı reddetti. Bunun dışında Orban, eski katı mülteci karşıtı politikasını, baÅŸta Macar asıllı olanlar olmak üzere, Ukrayna sınırından akın eden on binlerce Ukraynalı mülteciyi kucaklayacak ÅŸekilde yeniden ÅŸekillendirdi. Bu arada muhalefet, Avrupa ve Putin arasında bir seçim olduÄŸunu öne süren kampanya reklamları yayınlayarak, Avrupa ve NATO’dan (her ikisi de Macaristan’da popülerdir) yana olduklarını açıkça ortaya koyuyor; Orban’ı, Putin’in Ukrayna, Gürcistan ve Suriye’deki saldırganlığıyla iliÅŸkilendiriyordu.

GörüldüÄŸü gibi, yukarıda irdelemeye çalıştığımız çeÅŸitli faktörlerin yanında, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile baÅŸlayan yeni koÅŸullar karşısında Orban’ın AB ve NATO’ya karşı aldığı yeni tavırların da, Macaristan’daki son seçim sonuçları üzerindeki etkisi açıktır.

DEMOKRASİYİ GERİLETEN OTOKRATLARIN KALICILIĞI

Demokrasiyi gerileten günümüz otokratlarının (genellikle saÄŸ ve muhafazakâr) “ortak özelliklerinin” başında, kendi iktidarlarını saÄŸlamlaÅŸtırmak için “sözde demokratik” bir görünüm altında “karmaşık/ sofistike araçlar” kullanmaları gelmektedir. Seçim yasalarını sıkça deÄŸiÅŸtirmek ve yargı görevlerine kendilerine sadık kiÅŸileri atamak gibi eylemlerini, genellikle “parlamentodaki çoÄŸunluklarına” güvenerek yapmaktadırlar.

Yasama üstünlüÄŸünü elinde bulunduran bazı otokratik yönetimler, ülke anayasasını tümüyle yeniden yazmaya çalışırlar. Gerçekleri çarpıtmak ve yasa dışı eylemler yoluyla “güç yoÄŸunlaÅŸması” konusunda “normallik algısı” yaratmak için, ÅŸimdilerde “gerçeklik ötesi (hakikât ötesi-post truth)” politikayı kullanırlar. Bunların yanında “sade seçmeni/bizi (yandaşı)”, kötü olan “onlara” karşı koruma karşılığında, kendi ihlallerini görmezden gelmeye istekli “sadık seçmenler” oluÅŸturmak için “kutuplaÅŸtırıcı siyaseti” pek sık kullanırlar. Bu “yabancılaÅŸmış öteki”; iç siyasi muhalefet, göçmenler ve siyasi mülteciler ve/veya bir bütün olarak tüm “Batı” olabilir.

Sıkça deÄŸiÅŸtirdikleri seçim yasaları ve kurallarıyla seçilmiÅŸ otokratlar kendilerini bir kez “yerleÅŸik” kıldıktan sonra, sadece ekonomik kriz veya karizmatik bir liderin kaybı gibi bir durumda savunmasız hale gelirler. Bu baÄŸlamda yakın dönem örneÄŸimiz Venezuela’dır. Venezuela’da Hugo Chavez’in 2013’teki ölümüyle, petrol fiyatlarındaki düÅŸüÅŸle zamansal örtüÅŸmesi, halefi Nicolás Maduro’nun “petrol gelirlerini dağıtıma” yeteneÄŸini önemli ölçüde baltalamıştı. Yaygın bir reddedilme ve güçlenen bir siyasi muhalefetle karşı karşıya kalan Maduro’nun, ÅŸehir meydanını kapatmak için ÅŸiddete baÅŸvuran güvenlik güçleri aracılığıyla “daha geleneksel otoriter doÄŸrudan baskı stratejilerine” baÅŸvurmak zorunda kaldığını birlikte izledik.

Söz konusu “kemikleÅŸmiÅŸ otoriter ve muhafazakâr” yönetimlerin deÄŸiÅŸtirilmesinin bu kadar zor olmasının nedenleri, yalnızca kuralları deÄŸiÅŸtirmeleri ve devlet kurumlarının kontrolünü ele geçirmeleri deÄŸildir. Daha önemlisi, bu saÄŸ otokratların, seçmenlerin büyük bir bölümünü, iktidardaki sürekliliklerinin ülkenin refahı için hayati önem taşıdığına ikna etmeleridir. Bunu, muhaliflerini “varoluÅŸsal tehditler” olarak etiketleyerek ve medya alanına sistematik olarak egemenlik kurarak, çoÄŸu zaman da “kendi anlatılarını yaymak” adına kamusal medyanın kullanımını geniÅŸleterek ve bağımsız medyayı vergilendirme veya lisans kontrolleriyle taciz ederek, onların hükümetin dostları ve müttefikleri tarafından satın alınmasını saÄŸlamaya çalışarak yaparlar.

TÜRKİYE ve POLONYA ÖRNEĞİ; GELECEÄžE BAKIÅž

McCoy ve Somer’e göre “doÄŸru demokratik aktörler” son seçimlerde Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Slovenya’daki “kötü yönetimleri (backsliding incumbents) yendiler ve Ekvador ve Güney Kore’de “demokratik aşınmayı” geriye çevirdiler. Bir baÅŸka anlatımla, sürecin baÅŸlarında demokratik gerilemeyi durdurmada baÅŸarılı oldular.

Ancak “köklü/yerleÅŸik otokratlar (entrenched autocratizers) konusunda Macaristan, Türkiye ve Venezuela gibi ülkelerde yalnızca kısmi ve yerel baÅŸarı öyküleri bulunmaktadır. Ancak bu ülkelerdeki ulusal seçimlerde iktidarlar, medya kontrolüne, yönettikleri ekonomik kaynaklara dayanarak ve gerektiÄŸinde rakiplerinin/muhalefetin doÄŸrudan bastırılmasına direnerek tüm zorlukların üstesinden gelmeyi baÅŸardılar.

McCoy ve Somer’in vurguladığı gibi, otokratik yönetimin zayıf yönleri, önünde sonunda ortaya çıkacaktır. Bu durumda demokratik muhalefetler, sadece bu zafiyetlerden faydalanmak için deÄŸil, aynı zamanda bu zafiyetlerin ortaya çıkmasına yardımcı olmak için de çalışmalıdır.

Polonya ve Türkiye’deki muhalefet partileri ÅŸu an” 2023 seçim stratejilerini” belirlemektedirler. Bu partiler Macaristan deneyiminden, sadece sayı olarak (niceliksel) birleÅŸmenin deÄŸil, aynı zamanda hem kendi koalisyonları içindeki hem de bağımsız, hatta iktidara yakın seçmenlerle çalışmanın önemini öÄŸrenebilirler. Bunu baÅŸarabilmek için geçmiÅŸ hatalarını kabul etmeleri, kendi safları içindeki aşırılık yanlılarından uzaklaÅŸmaları ve otokratik bir partiyi ortadan kaldırmanın ötesinde, “tutarlı bir iktidar plânı” sunmaları gerekmektedir.

Ancak daha da önemlisi, muhalefet ittifaklarının, seçmenlere ulaÅŸma yolundaki sayısız engeli aÅŸmanın yollarını bulma konusunda yaratıcı olmaları çok önemlidir. Yerel yönetimler tarafından kontrol edilen yeni medya kanalları oluÅŸturmak ve popüler sosyal medya platformlarında müzik, mizah ve kültürel alandaki “etkileyicileri” kullanmak gibi yeniliklerin yanı sıra, “taban aktivistleri” tarafından gerçekleÅŸtirilecek ev ziyaretleri gibi geleneksel yöntemler gerekli olacaktır.

Muhalefet partileri, siyasetin eksenini baÅŸka duygulara ve birleÅŸtirici hedeflere kaydırarak, kutuplaÅŸtırıcı iktidarlar tarafından sıklıkla kullanılan, “öfke ve korku yaratmayı hedefleyen ayrıştırıcı söylemlerle” mücadele edebilirler. Umut ve coÅŸkuya –dışlayıcı kimlikler yerine paylaşılan deÄŸerlere– baÅŸvurabilirler;  “güvenlik ve sosyal adaleti destekleyen somut politikalara” vurgu yapabilirler.

Macaristan’da Orban hükümetinin geleceÄŸine baktığımızda, sürekli artan enflâsyon, büyük bir “mali açık” ve “Rus petrol ve gazına eriÅŸimde olası zorluklarla” karşı karşıya kalacağını rahatlıkla öngörebiliriz. Bu nedenle seçim muhalefet açısından kesinlikle bir darbe olsa da Orban, 2010’dan bu yana ilk kez “büyük bir ekonomik krizle” karşı karşıya kalabilir ve yüksek bir olasılıkla desteÄŸi önemli ölçüde azalabilir. Büyük protestolar yaÅŸandığı durumda daha “baskıcı önlemlere baÅŸvurmak” ve Rusya ile Çin gibi “DoÄŸu güçlerine daha da yakınlaÅŸmak” ile, yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri konusunda AB yönergeleri çerçevesinde davranmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalabilir.

Bu aÅŸamada Macar muhalefet partilerinin “kendilerini ve birbirlerini suçlama” veya “siyasetten çekilme” eÄŸilimlerinin “üstesinden gelmeleri” gerekecektir. Bu seçimde kendi taraftarlarını kaybetmelerinin nedenlerini samimi ve bilinçli bir ÅŸekilde deÄŸerlendirmeye öncelik vermeleri baÅŸat bir yaklaşım olabilir. Her ÅŸeyden önce, “güvenilir politika programları”, “anlatılar ve liderlik inÅŸasının” yanı sıra, “kurumsal kapasite” ve “taban desteÄŸi” oluÅŸturmak için sıkı çalışmaya devam etmeleri iÅŸin olmazsa olmazı olarak durmaktadır. Bu yöntemlerle “yerleÅŸik/kökleÅŸmiÅŸ otokrat” savunmasız hale geldiÄŸinde, önümüzdeki seçimlerde “üstünlük/avantaj elde etmeye hazır olabilirler ve hak edebilirler. Çünkü, popülist politikalara zamanında yapılmayan müdahaleler iÅŸi daha zorlaÅŸtırmış; buna karşılık ulaşılacak sonucun “sürdürülebilir olma” desteÄŸini daha da arttırmıştır.

İsrail’de art arda yapılan ve aralarındaki süre sadece aylarla ölçülen dört erken seçimde hiçbir siyasi parti parlamentoda hükümeti kurmak için yeterli çoÄŸunluÄŸu bulamamıştı. Sonunda dört erken seçimin ardından 8 muhalefet partisi bir koalisyon hükümeti oluÅŸturdu. Bu koalisyon hükümetinin özelliÄŸi, görev yapacağı 4 yıl için “dönüÅŸümlü BaÅŸbakanlık” sistemini benimsemiÅŸ olması ve karşılaÅŸtığı krizlere karşı dayanıklılığını sergilemesidir. Bu olgu da, umudumuzu daha çok artırmaktadır.

İyi ki Macaristan seçimi, bu yazıyı kaleme alanın ülkesindeki seçimden önce gerçekleÅŸti ve bu yazıyı yazmaya fırsat yarattı…