ERSİN DEDEKOCA
Ekim ayı PPK toplantısında “politika faizini” 200 baz puan indiren TCMB, 28 Ekim’de yılın son “Enflâsyon Raporunu” yayınladı ve “2021 yılsonu enflâsyon tahminini” yükseltti. Buna göre 2021 yılsonu enflâsyon tahmini bir kez daha (2021 yılı sayısının 5’inci deÄŸiÅŸikliÄŸi) revize edilerek, yüzde 14,1’den 18,4’e çıkarıldı. Keza 2022 yılsonu enflâsyon tahmini ise yüzde 7,8’den 11,8’e yükseltildi.
TCMB BaÅŸkanı’nın yılsonu enflâsyon raporu sunumunun ardından yer alan soru-cevap bölümünde “cari fazla” konusuna vurgu yapan cümleleri dikkat çekti. Faiz indirimleri için yılsonuna kadar “sınırlı bir alan” kaldığını söyleyen KavcıoÄŸlu, “cari fazla vererek, kurlarda ve enflâsyonda denge bulacaklarını” belirterek, TCMB’nin “yeni stratejisini” ortaya koymuÅŸ oldu.
KavcıoÄŸlu, yukarıdaki “strateji deÄŸiÅŸikliÄŸi” ÅŸeklindeki çıkarımımızı, “dünyada merkez bankaları ‘faiz yükseltirken biz niçin faiz indiriyoruz” ÅŸeklindeki soruya verdiÄŸi yanıtta da yine “cari denge hedeflerinden” bahsederek, teyit etmiÅŸ oldu.
EKONOMİ ve PİYASA ÇEVRELERİNİN DEÄžERLENDİRMESİ
Ekonomistler, TCMB’nın “enflâsyonda yaÅŸanan yükseliÅŸi görmezden gelerek”, 2002 yılından AKP’nin yönetimi devralmasından (2019 dışında) bu yana “kesintisiz yaÅŸanan cari açığı” kapatmaya yönelik “strateji deÄŸiÅŸikliÄŸi” izlenimi yarattığını belirtmiÅŸlerdir. Yine konuyla ilgili analistler, TCMB’nin, “kurda ve enflâsyondaki yükseliÅŸten” kopuk ve “ihracat odaklı strateji” ile “faiz indirimlerini sürdüreceÄŸini” dile getirerek, bu politikanın sonucu olarak “TL’nin feda edileceÄŸi” yorumlarını yapmışlardır.[1]
KavcıoÄŸlu’nın sunumunda enflâsyon deÄŸil, ihracat odaklı bir stratejiye ağırlık verildiÄŸi ve bunun semeresinin de ancak “orta vadede” alınabileceÄŸini bilen piyasalar hemen tepki gösterdiler. 29 Ekim’de güne 9.5120 TL’dan baÅŸlayan Amerikan Dolar’’ı ($) hafta içinde 9.80’i gördükten sonra, Cuma akÅŸamı hafta sonunu 9.7018 ile tamamladı. Euro ise, 11.2519’u gördükten sonra haftayı 11.2204 olarak haftayı bitirdi.
Piyasaya dayalı göstergelerden yola çıkarak aÅŸağıdaki okumalar yapılmaktadır:
– Türkiye bonolarının bir tür “kaskosu” niteliÄŸinde olan “risk primi gösterge” CDS’ler yükselmektedir. Bu geliÅŸmenin anlamı, artan ülke riskinin “finansman maliyetini yükseltmesidir”. Uzun vadeli faizlerde geçtiÄŸimiz aydan bu yana 3 puandan fazla artış yaÅŸanmaktadır.
– $ / TL paritesi ise 8.20’den 9.80’lere kadar ulaÅŸtı. Bu baÄŸlamda yıl sonu için 10,50 tahminleri seslendirilmeye baÅŸlanmıştır.
– Yine son raporlarda, bu yıl sonu için “tüketici (manÅŸet) enflâsyonunun” yüzde 20’ye varacağı konusunda “görüÅŸ birliÄŸi” oluÅŸmaktadır. Ekim ayı için “tüketici” fiyatları “aylık yüzde 2,39”, “yıllık 19,89”; “üretici” fiyatları ise “aylık yüzde 5,24” ve “yıllık yüzde 46,31” arttı. İki enflasyon arasındaki fark da, ilk kez 26.42 puana vararak rekor kırdı.
Enflâsyon AraÅŸtırma Grubu (ENAG) tarafından yapılan çalışmada ise, “Ekim ayı tüketici endeksi (E-Tüfe) yüzde 6,90, “12 aylık yıllık tüketici endeksi” ise yüzde 49,87 olarak hesaplanmıştır.
Ülkenin, yukarıda özetlediÄŸimiz “son faiz indirimini” ve “TL’da yaÅŸanan aşırı deÄŸer kaybını” deneyimledikten, yukarıda özetlediÄŸimiz “yeni bir ortamda” olduÄŸu anlaşılmaktadır.
TCMB BAÅžKANINI DOÄžRULAYAN EYLÜL AYI GERÇEKLEÅžMESİ!
TÜİK ile Ticaret Bakanlığı iÅŸ birliÄŸiyle oluÅŸturulan genel ticaret sistemi kapsamında üretilen geçici dış ticaret verilerine göre; ihracat 2021 yılı Eylül ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 30 artarak 20 milyar 780 milyon $, ithalat yüzde 11,9 artarak 23 milyar 328 milyon $ olarak gerçekleÅŸti.
Dış ticaret açığı, Eylül ayında yıllık bazda yüzde 47,5 azalarak 4 milyar 856 milyon $’dan, 2 milyar 547 milyon $’a geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2020 Eylül ayında yüzde 76,7 iken, 2021 Eylül ayında yüzde 89,1’e yükseldi.
Ticaret Bakanı Mehmet MuÅŸ’un Ekim ayı başında açıkladığı ‘öncü’ verilerde ihracat yıllık yüzde 30’luk artışla 20,8 milyar $; ithalat ise yüzde 12 artışla 23,4 milyar $olarak kaydedilmiÅŸti.
Genel ticaret sistemine göre ihracat 2021 yılı Ocak-Eylül döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 35,9 artarak 160 milyar 951 milyon $; ithalat ise, yüzde 23,7 artarak 193 milyar 301 milyon $ olarak gerçekleÅŸti. Ocak-Eylül döneminde dış ticaret açığı yüzde 14,6 azalarak 37 milyar 876 milyon $’dan, 32 milyar 351 milyon $’a geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2020 Ocak-Eylül döneminde yüzde 75,8 iken, 2021 yılının aynı döneminde yüzde 83,3’e yükseldi.
CARİ DENGEYİ HEDEFLEYEN ÜLKENİN İTHALÂT BAÄžIMLILIÄžI
100 liraya üretilen bir malın $ karşılığı, 1 $, 5 TL iken 20 $ ediyor. Döviz kuru 10 TL olursa yabancılar açısından fiyatı 10 dolar olacak; ucuzlayacak. Dolayısıyla döviz kurunun yükselmesi (TL’nın deÄŸer kaybetmesi) ihracatı artırıyor.
Ama kur artarken, Türkiye’nin üretim maliyetleri de artıyor. Taşıma maliyetleri, enerji fiyatları, üretimde kullanılan diÄŸer girdilerin fiyatları ve benzer maliyetler de yükseliyor. Dolayısıyla, kurdaki artışın mallarımızı yabancılar açısından ucuzlatmasıyla saÄŸlanan rekabet artışının bir kısmı, artan enflasyon ile ortadan kayboluyor.
Zamanın iki TCMB ekonomisti Hakan Kara ve Fethi ÖÄŸünç’ün 2008’de yayınladıkları bir çalışmanın sonuçlarına göre[3], 2001 krizinden önceki yüksek enflasyon döneminde döviz kurundaki %1’lik bir deÄŸiÅŸim enflâsyonu 0,6 puan etkiliyordu. Dalgalı döviz kuruna geçildikten sonra etki giderek azaldı ve 0,3 puana düÅŸtü. Daha sonra yapılan çalışmalar bu etkiyi yaklaşık 0.10-0,15 puan olarak hesapladılar.[4] 2018’den itibaren enflasyon tekrar yükselmeye baÅŸladı. Yeni çalışmalarda son zamanlarda etkinin 0.50 puana kadar yükselmiÅŸ olabileceÄŸi yolunda bulgular bulunmaktadır.
DiÄŸer yandan, yüksek enflâsyonun yaÅŸandığı bir ülkenin merkez bankası, ihracatı artırmak ve cari iÅŸlemler hesabını düzeltmek için parasını deÄŸersiz kılmaya çalıştığını açıklar ve enflâsyonun ancak cari iÅŸlemler düzeldikten sonra düÅŸeceÄŸini belirtirse, o ülkede “enflasyonun çıpası” kalmaz. Çıpası kopan teknenin nasıl açık denize doÄŸru sürüklenmesi tehlikesi varsa, benzer biçimde enflasyon da sürüklenir. Böyle bir ortamda döviz kurundaki artışlar daha sık ve daha yüksek oranda enflasyona yansır. Kısacası, haydan gelen huya gider; kur artışıyla gelen rekabet avantajı artan maliyetlerle ortadan kalkar.
Kur artışının cari iÅŸlemler üzerine tek etkisi ihracat ile olmuyor elbette. İthalat yönünden de önemlidir. Kurun yükselmesi, doÄŸal olarak ithalâtı da pahalılaÅŸtırmaktadır. Peki, bu durumda dış alım belirgin biçimde düÅŸer ve cari açık azalır mı?
Kur artışının tüketim malları ithalatını azaltacağı açık bir gerçektir. Ancak ülke dış alımının ağırlıklı kısmı “ara malı (%75,2)” ve “yatırım malı (%14,6) ithalâtıdır. Bir diÄŸer ifadeyle, yurt içinde üretilmediÄŸi sürece, üretim ve yatırım için bunların yurt dışından alınması gerekmektedir.
Peki bu durumda, yani ithalâtın pahalılaÅŸması, en azından bunların bir kısmının yurt içinde üretilmesine (ikame edilmesine) yol açar mı? Açık ki bu yöntem bir çırpıda olacak ÅŸey deÄŸil; ancak yeni bir ekonomik program çerçevesinde yapılacak plânlamayla orta vadede ulaşılabilecek bir sonuçtur. Kaldı ki Türkiye için böyle bir planlama/program yok ve ülke “enerji ithalatçısı” konumundadır ( Son bir yıllık ülke ithalatı 40 milyar $ ve toplam ithalâtın yüzde15,2’si). Bir baÅŸka anlatımla, ithalâtın bu kısmı için kısa erimde yapılacak pek bir ÅŸey yoktur.
Enflâsyonu önemsemeyen, onun yerine ulusal parasına deÄŸer kaybettirmeye çalışan bir para politikasının uygulandığı ülkede, ÅŸirketler kesimi ile ülke hazinesinin “yabancı para cinsinden” önemli bir borcu varsa, o ülkenin riski artar. Çünkü yabancı para cinsinden olanların durumu, kurun sıçramasıyla önemli ölçüde bozulur. Durumu (“bilançosu” diye düÅŸünebiliriz) bozulanın ödeme kabiliyetinin sorgulanacağı ve dolayısıyla riskinin artacağı açıktır. Riskin artması, borçlanma faizlerinin artması demektir. Döviz borçlularının durumu, bir de yüksek faizle borçlanmak zorunda kalmaları nedeniyle güçlü bir darbe yer. Sonuçta bu darbeyi yiyen ÅŸirketlerin “üretim ve istihdam düzeyleri” olumsuz etkilenir.
Öte yandan ülke hazinesinin darbe yemesi, bütçesinin bozulması demektir. Hazine, bir yandan “artan kur”, bir yandan “yükselen borçlanma maliyeti” nedeniyle diÄŸer “bütçe kalemlerinden kısmak” zorunda kalır. Ya da “bütçe açığının giderek artmasına katlanmak” durumunda bulur kendini. İlki “kamuya daha az hizmet, daha az maaÅŸ artışı, daha az yatırım vb.” demektir. İkincisi ise, “daha yüksek risk, daha yüksek faiz, daha yüksek bütçe açığı” anlamına gelir. Yani, “yüksek risk-yüksek faiz-yüksek bütçe açığı-yüksek risk-yüksek faiz” sarmalı.
Riskin ve enflasyonun artması, öte yandan döviz ve altın talebini yükseltir. Bunların önemli bir kısmı ekonomik sisteme girmez; yastık altında tutulur. Yani, tasarrufların giderek artan bir kısmı bankacılık sistemine girmez. GirmediÄŸi için de bankaların kredi açabilecekleri kaynakları azalır. Zaten “tasarruf düzeyi düÅŸük olan” bir ülke için bu önemli bir sorundur. Altın talebinin yükselmesinin altın ithalâtını artırarak, cari açığı yükselteceÄŸini de not etmek gerekir.
Türkiye için konuya Devlet Hazinesi yönünden baktığımızda da, aÅŸağıdaki iki olumsuz olgunun gerçekleÅŸtiÄŸini görmekteyiz:
– BilindiÄŸi gibi iç borç stokunun yaklaşık dörtte biri döviz cinsinden oluÅŸmaktadır (32 milyar $). Faizlerin düÅŸürülmesiyle $ başına 75 krÅŸ. yükselen kurlar, Ekim ayında döviz cinsi iç borcu bir anda 24 milyar TL. büyütmüÅŸtür.
– Bunun dışında merkezi yönetimin 112 milyar $ da dış borcu bulunmaktadır. 75 kuruÅŸun bu borçtaki karşılığı da 84 milyar TL’dir. Sonuçta “iç ve dış borca binen kur yükü 108 milyar TL”yi bulmuÅŸtur. Alaattin AktaÅŸ’in ifadesiyle “Merkez Bankası’nın Hazine’ye armaÄŸanı !!” olmaktadır.
Enflâsyonun giderek yükselmesiyle ücret, maaÅŸ ve gelirlerini en azından enflasyon kadar artıracak pazarlık gücü olmayan geniÅŸ halk kitlelerinin alım güçleri düÅŸer. “FakirleÅŸme” artar ve “gelir dağılımı” bozulur.
Kur artışı nasıl girdi maliyetlerini yükseltip rekabet gücünü azaltıyorsa, alım gücünü desteklemek için (ya da seçim yaklaÅŸtığı için) yapılacak ücret ve maaÅŸ artışları da “gider üretim maliyetlerini yükseltir” ve ülkenin “rekabet gücünü törpüler”. O zaman da “ÅŸimdi biz neden kuru artırmaya çalıştık?” durumu oluÅŸur. Kaldı ki bu ortamda “artan iÅŸsizlik” ve “hayat pahalılığı” nedeniyle salt “bayramlık ücret” ve “maaÅŸ artışlarıyla” yoksulluk önlenemez hale gelir.
Ne yazık ki mevcut koÅŸullarda “cari iÅŸlemler fazlası vermeyi amaçlayan bir para politikası uygulamak” Türkiye’nin ekonomik sorunlarını ağırlaÅŸtırmakla eÅŸ anlamlı.
TÜRKİYE GİBİ ÜLKELERDE DÖVİZ KURLARINDAKİ DALGALANMALARIN TEMEL BELİRLEYİCİSİ
Konuyla ilgili iktisat kitaplarında yer makalelerin çoÄŸunda dikkat çeken bir olgu var: Döviz arzını ve talebini belirleyen temel unsur “dış ticaret” deÄŸil “ülkeler arası sermaye hareketleridir”. Merkez bankalarının bankası durumundaki BIS (Uluslararası Ödemeler Bankası) verilerine göre, Nisan 2019’da dünyada sermaye hareketlerinden kaynaklanan döviz alım ve satımının “günlük ortalaması” 6,6 trilyon $’dır. Buna karşılık “2019 yılında ülkelerin toplam mal ve hizmet dış ticareti” 24,9 trilyon $’dır (Dünya Ticaret Örgütü/WTO verisi).
Farklı bir ifadeyle, sermaye giriÅŸ ve çıkışlarının yol açtığı dört günlük döviz ticaretinden kaynaklanan döviz hareketi, bir yıllık mal ticaretinden doÄŸan döviz hareketinden fazla. Sermaye hareketlerinden kasıt ise ÅŸu: Falanca ülkenin tahvilini ya da hisse senedini alıp satmak, filanca ülkedeki mevduat hesabından para çekip bir baÅŸka ülkedeki hesaba para yatırmak, bir ÅŸirketin baÅŸka bir ülkedeki bir bankadan borç alması ya da daha önce aldığı borcu ödemesi ve benzerleri.
Döviz arzının ve talebinin ana belirleyicisinin “sermaye hareketleri” olması ise ÅŸu anlama gelmektedir: “Yurtiçi faiz ile yurtdışı faiz oranları arasındaki fark”, döviz kurundaki hareketler açısından çok önemli olmaktadır. Nedeni ise açık: Bu faizlerdeki deÄŸiÅŸiklikler ÅŸu ya da bu ülkenin tahviline, mevduatına ve benzerlerine olan talebini ve onların arzını deÄŸiÅŸtiriyor. ABD ÅŸirketinin hisse senedini satıp gidip Brezilya ÅŸirketininkini alabilmekte, ya da ÅŸirket olarak borçlanma davranışınızı deÄŸiÅŸtirebilmektesiniz. Faiz farklarının yanı sıra, ileride satın aldığınız tahvili ya da hisse senedini sattığınızda geçerli olacak döviz kuru da önemlidir. Öyle ya, sonuçta TL cinsinden tahvil satın alan bir ABD’li, eninde sonunda o tahvili sattığında eline geçecek liraları dolara çevirip ülkesine götürecektir. Bu nedenle aracı kuruma alım için verilen talimat anında, hem “iÅŸlem sırasında geçerli olan yurtdışı ve yurtiçi faizler”, hem de “ileride oluÅŸması beklenen döviz kuru” da belirleyici olmaktadır.
Bu çerçevede, herhangi bir ülkede “döviz kurunun cari deÄŸerini belirleyen beÅŸ ana unsur” bulunmaktadır:
– Riskten arındırılmış yurtiçi faiz haddi,
– Yurtdışı faiz haddi (FED ya da Avrupa Merkez Bankası faizi diye okuyun –daha çok da ilki),
– Döviz kurunun ileride alacağı deÄŸer hakkındaki beklentiler,
– Ülke riski ve
– Uluslararası finansal piyasalarda risk alma iÅŸtahı.
Döviz kurunun “yarın yükseleceÄŸi beklenip bugün koÅŸturup döviz alınıyorsa”, döviz talebi bugün artıyor. ÇoÄŸunluk böyle davranırsa kur bugün yükseliyor. Ya da “ülkenin riskini artıran ani bir geliÅŸme”, o ülke cinsinden mali varlıklara olan talebi azaltıyor; o ülkenin tahvilleri ya da hisse senetleri satılıp dövize çevriliyor; sonuçta döviz kuru yükseliyor.
2008-2009 küresel finansal krizinde olduÄŸu gibi “küresel risk alma iÅŸtahı” azalabilir. Çevre ülkelerin tahvillerinin, hisse senetlerinin cazibeleri kalmaz. Onlar bir an önce elden çıkarılıp güvenli limanlara doÄŸru yelken açılır. Yine döviz kuru yükselir.
Böyle bakınca, neden ABD Merkez Bankası’nın (FED) bir faiz artırım sürecine girmesinin Türkiye, Brezilya ya da Güney Afrika gibi ülkeleri olumsuz etkilediÄŸi hemen ortaya çıkıyor. Zira ABD tahvillerinin cazibesi artarken, geliÅŸmekte olan ülkelerin mali varlıklarının cazibeleri azalıyor. Ya da Temmuz-AÄŸustos 2018’de Donald Trump’un attığı tweetlerle Türkiye’yi tehdit etmesinin, neden anında döviz kurunu sıçrattığı rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Bir ülke riskinin (CDS sayısının) yükselmesiyle, o ülkeye ait mali varlıklarının cazibesi azaltmakta ve döviz talebi artmaktadır. Ya da TCMB’nin 23 Eylül’de yaptığı toplantıda politika faizini bir puan indirmesinden, CumhurbaÅŸkanı Tayyip ErdoÄŸan’ın Suriye’ye iliÅŸkin açıklamasından bir gün öncesine kadar geçen on beÅŸ günlük dönemde, yarısı $ yarısı Euro’dan oluÅŸan “döviz sepeti kurunun” TL karşısında neden yüzde 2,2 yükseldiÄŸi ortaya çıkmaktadır.
Yukarıda belirtilenler, döviz kurundaki hareketlerde “cari iÅŸlemler hesabındaki geliÅŸmelerin” hiç önemi yok anlamına gelmemektedir. Önemi var da o önem, faiz farklılığı, risk ve ileriye iliÅŸkin beklentiler yanında oldukça düÅŸük düzeyde kalmaktadır. Bu çerçevede, TCMB’nin yayınladığı raporlarda ve karar metinlerinde ya da TCMB yetkililerinin yaptıkları konuÅŸmalarda cari iÅŸlemler hesabını bu kadar ön plana çıkarmalarına anlam vermek oldukça zordur. Onun yerine enflâsyona ve enflâsyonu etkileyen ana unsurlara odaklanmaları çok daha yararlı olacaktır.
DiÄŸer yandan, geniÅŸ halk kitlelerini cari iÅŸlemlerdeki geliÅŸmeler ilgilendirmemektedir; onların temel derdinin “hayat pahalılığı” olduÄŸunu bilmekteyiz.
ÖrneÄŸin Kış gelmekte. Enerji fiyatları $ cinsinden zaten yükselmektedir. Bir de alınan “yanlış para politikası” kararlarıyla kuru sıçratırsanız, enerji maliyetlerini TL cinsinden katlanılamaz ölçüde yükseltmiÅŸ oluyorsunuz.
CARİ DENGEYİ YÖNETEREK ENFLÂSYONUN DÜÅžMESİ OLASI MI?
TCMB’ce açıklanan Enflâsyon Raporu ve bununla ilgili BaÅŸkan’ın açıklamaları/sorulara yanıtlarına göre 2022’nin ikinci yarısı itibariyle enflâsyonda çözülme baÅŸlayacak ve fiyatlardaki artış hızı güç kaybedecektir. Böylece gelecek yılsonunda TÜFE yüzde 11,8’e inmiÅŸ olacaktır.
KavcıoÄŸlu’nun sorulara verdiÄŸi yanıtlardan anlaşıldığı kadarıyla bu geliÅŸmenin iki nedeni bulunmaktadır: Öncelikle, “geçici” nitelik taşıyan küresel enflâsyonist baskılar geride kaldıkça enflâsyon da düÅŸecek. Ardından da “cari dengenin iyileÅŸmesi”, önce kurdaki baskı hafifleyecek, ardından da enflasyonu aÅŸağı çekecektir.
Anlatılan plâna göre, “cari denge hedeflenmesi”, sadece yüz de 5 oranındaki TÜFE hedefine ulaÅŸmak için kullanılacak bir “araç” konumundadır.
Bu baÄŸlamda en baÅŸat konu “hedeflerin ulaşılabilirliÄŸi” olmaktadır. Günümüzde “cari dengeyi” tartışabiliriz. Ancak TÜFE hedefi çok uzakta kalmıştır. Gelecek yıl sonu TÜFE tahmini bile, yüzde 5’lik hedefin 4 puan üstündedir. Bu az bir fark deÄŸildir. DiÄŸer sorun ise, Eylül 2023’e kadar hazırlanmış projeksiyon ufkunda, yüzde 5 hedefinin yer bile almamasıdır.
Cari dengenin “deÄŸiÅŸken ve devamlı bir akım” olduÄŸu göz önüne alındığında, “sürekli bir cari denge iyileÅŸmesinin” para politikası ile nasıl saÄŸlanacağı bir “sorunsal” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sorunun ve bir kez cari dengenin eÅŸit ya da pozitif olmasının kur üstünde kesin olumlu bir sonucunun olup olmayacağını da bilmemekteyiz. Bir diÄŸer anlatımla, TL’nin cari dengeye vereceÄŸi tepki için kesin bir bilgimiz yoktur. Kaldı ki TL üstünden cari denge hesabı yapmak da olası deÄŸildir.
Gökhan Åžen bunu 2018 ve 2019 yıllarında yaÅŸananlarla örneklemiÅŸtir. BilindiÄŸi gibi 2019 yılında ülkenin “cari fazlaya koÅŸtuÄŸu” ve cari açığın hızla kapandığı görülüyordu. Sonuçta ülke “2019’da cari fazla” vermiÅŸti. Åžen’e göre piyasanın bu gerçekleÅŸmeyi “önden fiyatlaması” gerekirdi.
Halbuki bu dönemde, “reel politika faizi eksi olan Türkiye’nin ulusal parasının kuru, “geliÅŸen ülkeler kümesinde” en büyük “deÄŸersizleÅŸmeyi” göstermiÅŸtir. 2019’da da deÄŸer kazanmadığı gibi, TL reel olarak deÄŸer yitirmiÅŸtir. Bu yaÅŸananlar bize, TL’nın cari dengeye vereceÄŸi tepkinin bilinmeyeceÄŸini aktarmaktadır.
DiÄŸer yandan, “kısa erimli kredi faizlerini indirerek uzun vadeli kredi faizlerini düÅŸürmenin mümkün olmadığı” da açıktır. Çünkü uzun vadeli TL kredi olanağı çok sık rastlanan bir uygulama deÄŸildir. Bankalar bunu daha çok swap kanalıyla yaratıyorlar. Bu kanalın fiyatını da, “ülke riski ve enflâsyon” belirlemektedir. Bu bakımdan, “yatırımların artması ve devamında cari denge açığının üretimle kapanması” gibi bir matematik varsa, onun yolu da faizlerden pek geçmemektedir.
Söz konusu stratejinin uygulanması, cari açığı en az 5 yıl süreyle “sıfır” düzeyinde tutup, beklentileri tersine döndürerek, döviz fiyatını istikrara kavuÅŸturmak; saÄŸlam bir irade, mali disiplin, sosyal politika ve toplum dayanışması gerektirir. Bu bedenle bu stratejiyi hayata geçirmek “siyaseten çok zor” olup, “güçlü bir halk desteÄŸi” gerektirmektedir.[5]
DiÄŸer bir konu da, bu tür “makro ekonomi” politikasındaki önemli deÄŸiÅŸikliklerin “kamuoyu desteÄŸi” ile altının doldurulmasıdır. Önceden bazı çalışmalar yapılmalı, bunlar kamuoyu ile paylaşılmalı, tartışılmalı ve sindirilmelidir. Ardından eÄŸer öne sürülen fikir kabul görüyorsa hayata geçmelidir. Aksi halde, atılan adımlarda kamuoyu ve akademik desteÄŸinin olmaması durumunda, uygulama deÄŸiÅŸiklikleri benimsenmemekte ve zemini saÄŸlam olmamaktadır.
SONUÇ YERİNE
TCMB BaÅŸkanı’nın “cari fazla vererek kurlarda ve enflâsyonda denge bulacakları” sözleriyle ortaya konulan “TCMB’nın yeni stratejisinin” baÅŸat hedefi “enflâsyonun düÅŸürülmesidir”. Plâna göre enflâsyon, önce 20’lere dayanacak ve gelecek yıl sonuna kadar da o seviyede kalacaktır. Ancak 2022’nin ikinci yarısı itibariyle çözülme baÅŸlayacak ve fiyatlardaki artış hızı güç kaybedecektir. Böylece gelecek yıl sonunda TÜFE yüzde 11,8’e inmiÅŸ olacaktır.
Ancak yeni politikanın ana hatları “sarih” bir biçimde ortaya konmuÅŸ deÄŸildir. Strateji ve uygulama politikaları tam anlaşılamadığı için de yatırımcı tercihleri, kredi politikaları ve tasarruf sahiplerinin davranışları, yüksek enflâsyon ortamının süreceÄŸi senaryoya göre ÅŸekillenmeye devam etmektedir. “Beklenti kanalının ve gerçekleÅŸmelerin TCMB mesajlarına yakınlaÅŸmaması”, bizatihi politikanın baÅŸarısız olması riskini artıran unsurlardır.
İşin bir diÄŸer yanı da, yani TCMB faizi indirip kuru artırmakla, bırakın vatandaşın ve ÅŸirketlerin cebinden aldığını, Hazine’nin cebinden de 108 milyar TL almış oldu. Bu para sonuçta yurttaÅŸların ve “vergi ödeyen” ÅŸirketlerin cebinden çıkacaktır.
Dış borç ve dışa bağımlılığı çok yükselmiÅŸ, çift sayılı enflâsyon yaÅŸayan ve iÅŸsizlik oranı da bugüne kadar görmediÄŸi sayılara yükselmiÅŸ bir ülkede “düÅŸük faiz politikası” uygulanması, “kredi eriÅŸimi” olup da “negatif reel faizle” kredi kullanan firmaların istihdamı, geniÅŸ kitleleri bünyelerinde barındıracaksa, ancak o zaman çekilen bu “finansal çile” son bulacaktır.
Hayat olaÄŸan akışında akacaksa ve bu kadar istihdam mümkün olmayacaksa, kurun ve faizin seviyesi bu ülke yurttaÅŸlarını ister istemez rahatsız edecektir. Çift haneli dolar kuru, çift haneli enflâsyona kim (gerçek veya tüzel) dayanabilir? Söz konusu belirsizlik ve sıkıntılara günümüzde bir de, dışa bağımlılığı nedeniyle döviz kurlarındaki yükseliÅŸe karşı “elâstikiyeti azalmış” dış ticaret yoluyla “cari iÅŸlemler açığının kapatılması” stratejisini eklerseniz, bunun adına “oyalama”, “algı bükülmesi” derler.