DüÅŸen cari açığın yol aÅŸtığı “gelir dağılımındaki bozulma da”, iÅŸin sosyal barışı zorlayan bir baÅŸka yönü. Bu nedenle 1 Eylül’de açıklanacak ve ekonomi yönetiminin “sevinç çığlıkları” atacağı büyüme rakamlarındaki “görülmemiÅŸ” artışa “ihtiyatla” yaklaÅŸalım.
Ülke ekonomisinin saÄŸlığı ve eriÅŸtiÄŸi büyüklükle ilgili en önemli gösterge, “milli gelir” dediÄŸimiz GSMH’dır. Ülke yönetimleri vatandaÅŸların refahını artırmak için “milli gelir artış oranlarını” yükseltmeye çalışırlar. Gelecek hafta açıklanacak “2021 yılı ikinci çeyrek büyümesinin” (geçen yılın aynı dönemine göre) artış oranının yüzde 20’nin üzerinde çıkması beklenmektedir.
İkinci çeyrekte “geçen yılın aynı dönemine” (2020’nin ikinci üç ayına) kıyasla sanayi üretiminin yüzde 41,1, perakende satışların da yüzde 28 oranlarında artığını TÜİK zaten açıklamıştı. Ayrıca ülke ihracatının da ithalâttan çok daha hızlı arttığını izlemekteyiz. Söz konusu bu üç veri, 2021 yılının ikinci üç ayında “görülmemiÅŸ” bir büyüme hızı yakalandığının iÅŸaretini vermektedir. Hatta bazı analistlere göre anılan dönemsel büyüme oranı yüzde 20’den yüksek çıkma olasılığı da bulunmaktadır. Saniyen, yılın tamamı için büyüme oranının ise yüzde 6,5/7 (bu tahmini yüzde 10’a kadar çıkaran analistler de bulunmaktadır) civarında olacağı tahmin edilmektedir.
1 Eylül’de açıklanacak II. Dönem büyümenin yüzde 20’nin üzerinde çıkması biraz zor gibi durmaktadır. Her ne kadar sanayi üretim artışı ile GSYMH büyümesi arasında “çok yakın bir korelâsyon” olduÄŸunu da bilsek de; bu çeyrekte, ekonominin yüzde 60’dan fazlasını oluÅŸturan “hizmetler sektöründeki büyümenin de”, önceki çeyreklere göre “daha kısıtlı” gerçekleÅŸtiÄŸinin de farkındayız.
Ulusal çeyrek büyüme baÄŸlamında eklemek istediÄŸimiz bir diÄŸer husus da “baz etkisi” olacaktır. DoÄŸal olarak, yaÅŸanan Covid-19 salgını nedeniyle, geçen yılın II. ÇeyreÄŸinde GSMH’daki yüzde 10,3 oranındaki küçülmenin, bu yılın II. çeyreÄŸi için açıklanacak “ görülmemiÅŸ” yüksek büyüme oranındaki etkisi yadsınamaz. Ancak, önümüzdeki hafta açıklanacak dönemsel büyüme oranının, söz konusu baz etkisinin de oldukça üzerinde olacağı gözden ırak tutulmamalıdır.
İkinci çeyrekteki büyümeye büyük katkılardan birinin, yukarıda da belirttiÄŸimiz gibi ihracatın ithalâttan çok daha hızlı artması sonucu oluÅŸan “cari açığın küçülmesinden” geleceÄŸi açıktır. Ege Cansen hocamızın hatırlattığı gibi,“Cari açığın küçülmesi GSMH’yi artırır ama halkın nakit gelirini düÅŸürür”. Söz konusu bu realitenin bir sonucu da, yazımızın bir sonraki bölümünde deÄŸineceÄŸimiz “gelir dağılımında bozulma” ve “birey ve hane halkı refahında düÅŸüÅŸ” olmaktadır.
BÜYÜME ve KÂRLARDA ARTIÅž
İçinde bunduÄŸumuz döneminin baÅŸat özelliklerini, “yüksek büyüme”, “aşırı deÄŸer kaybetmiÅŸ TL”, “büyüyen ihracat pazarları” olarak sayabiliriz. Böyle bir ortamda reel sektörün, büyümeyle birlikte “rahat fiyatlama” yaptığını izlemekteyiz. Bir diÄŸer anlatımla reel sektör, maliyet artışlarını fiyatlarına kolaylıkla yansıtabilmektedir. İç talep tarafı da, tüketici kredileri ve kredi kartlarıyla pompalanmaktadır. Nitekim ”üretici fiyatlarındaki” yüzde 45’lik artış bunun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu bağlamda yaşananları aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:
* Negatif faizlerle “yeniden yapılandırılan” krediler; KGF ve benzeri kredi paketleriyle düÅŸük faizli kredi olanaklarından yararlanan ÅŸirketler.
* Üretim büyüyorken “rahat fiyatlama” yapabilen reel sektörün yükselen kârları. Bunun sonucu olarak 2020 yılında “500 büyük sanayi kuruluÅŸunun” ortalama yüzde 50, “ikinci 500 büyük sanayi kuruluÅŸunun” da ortalama yüzde 90 oranlarında artan kârları.
* Bu yılın ilk yarısında da süren kâr artışları. Ziraat Yatırım’ın “son dört çeyreÄŸe ait toplam kârlar” üzerinden yaptığı hesaplamaya göre, Borsa İstanbul (BİST)’de iÅŸlem gören ÅŸirketlerinin yıl ortası itibariyle yüzde 72 kâr artışını yakalamaları.
REFAHA YANSIMAYAN BÜYÜME
Yukarıda belirttiÄŸimiz “baz etkisini” bir ölçüde azaltmak için, II. çeyrek üretim endeksini 2019 yılının II. çeyrek üretim endeksiyle oranladığımızda, yüzde 17,4 gibi oldukça yüksek bir oran ortaya çıkmaktadır. Kısaca nereden bakarsak bakalım “yüksek bir reel büyüme” söz konusudur.
Ancak yaÅŸanan bu “büyüme” gerçeÄŸinin yanında, ekonomistler arasında “evet, bu sene çift haneli büyüme oranlarını bile görebiliriz, ancak bu büyüme hane halkının gelirlerine yansıyan bir büyüme deÄŸil” gibi hâkim bir görüÅŸ bulunmaktadır.
Keza bazı göstergeler, bu yüksek oranlı büyümenin “yurttaşın refahına” yansımadığını göstermektedir. ÖrneÄŸin 25 AÄŸustos’ta TÜİK tarafından açıklanan ve refah algısının önemli bir göstergesi sayılabilecek “tüketici güven endeksi”, bu endeksin hesaplandığı 2004 yılından beri geçen 212 ay içerisindeki en düÅŸük 7. deÄŸerini temsil etmektedir! Öyle ki, geçen yıl salgının ortasında bile bu kadar düÅŸük deÄŸildi.
BilindiÄŸi gibi “refah artışı” kiÅŸi başına GSMH artışı ile ölçülmektedir. DiÄŸer ülkelerle bu konudaki karşılaÅŸtırmalar da genellikle bu ölçütler üzerinden yapılmaktadır. Türkiye’nin “kiÅŸi GSMH”ı artmamakta, tersine azalmaktadır. Demek ki büyüme hane halkının “yaÅŸam standardına/refah seviyesine” yansımamaktadır. Hatta yansımadığı gibi, kime sorsanız ”alım gücünün” 3-4 sene öncesine göre “çok düÅŸtüÄŸünü” söyleyecektir.
Bu çeliÅŸkili duruma daha yakından baktığımızda, iki faktör üzerinde durmamız gerektiÄŸi ortaya çıkmaktadır:
Bunların birincisi olası “metodolojik bir sorun” olabilir. “Üretim endeksi” fiili olarak üretilen “mal miktarı” üzerinden deÄŸil de, elde edilen hasılatın bir “enflâsyon deÄŸeriyle indirgenmesi/deflate edilmesiyle” hesaplanmaktadır. ÖrneÄŸin eÄŸer enflâsyon oranı, ülkemizde olduÄŸu gibi, olduÄŸundan düÅŸük açıklanıyorsa, aritmetik olarak indirgenen deÄŸer de daha yüksek çıkar. Bunun sonucunda da ülke olarak daha çok üretmiÅŸ ve olduÄŸundan daha yüksek bir GSMH açıklamış olursunuz. Burada ortaya çıkan yanılsama, “görünürde yüksek bir büyümenin” söz konusu olduÄŸu, ancak bunun resmi rakamlar kadar yüksek olamayabileceÄŸi ÅŸeklindedir.
İkinci bir sebep de, yazımızda daha önce bahsettiÄŸimiz gibi ekonominin ve de istihdamın büyük bölümünü oluÅŸturan “hizmetler sektörünün söz konusu büyümeden yeteri kadar pay alamamış olması” durumudur.
Olması gerekenin çok altında fiyatlanan TL sayesinde ihracatın reel olarak önemli ölçüde artmış olması, doÄŸal olarak büyüme rakamlarına da olumlu yansımaktadır. Ancak bilindiÄŸi gibi, ihracatın hizmetler sektörüne ve bu sektördeki istihdama etkisi, yurt içine yönelik üretimle aynı ölçekte deÄŸildir. Bu nedenle, II. çeyrekteki sanayi istihdamı yüzde 14,6 artarken, hizmetler sektöründeki artış yüzde 8,5’da kalmıştır. Keza hizmetler sektörünün istihdam hacmi hâlâ, 2 yıl öncesinin bile yüzde 2,5 gerisindedir.
Sonuç olarak ülkemizde,
* ”Çin’e ABD ve AB tarafından uygulanan çeÅŸitli ekonomik yaptırımların” neden olduÄŸu boÅŸluÄŸun doldurulması,
* DüÅŸük faizli kamu bankaları ve KGF kredileriyle aşırı desteklenen sanayi üretimi,
* TL’nın aşırı deÄŸersizleÅŸtirilmesi sonucu teÅŸvik edilen ihracat,
ile büyüyen sanayi üretimi ve ihracatı, ülke II. çeyrek büyümesini, baz etkisinin de yardımıyla “olaÄŸanüstü” bir oranda artırmış olmaktadır.
DiÄŸer yandan ise bu büyüme yurttaşın ve hane halkının refahını artırmamakta, tersine düÅŸürmektedir. Anılan bu çeliÅŸkinin nedenlerini biraz irdelediÄŸimizde de, TÜİK tarafından bükülerek düÅŸük açıklanmış enflâsyon oranları ve istihdamın yüzde 60’ını barındıran “hizmetler” sektörünün “yeterli büyüyememesinden” ileri geldiÄŸini görmekteyiz. DüÅŸen cari açığın yol aÅŸtığı “gelir dağılımındaki bozulma da”, iÅŸin sosyal barışı zorlayan bir baÅŸka yönü.
Bu nedenle 1 Eylül’de açıklanacak ve ekonomi yönetiminin “sevinç çığlıkları” atacağı (daha ÅŸimdiden ‘ÅŸahlanan ekonomi’ tanımlaması kullanılmaktadır) büyüme rakamlarındaki “görülmemiÅŸ” artışa (bir örneÄŸi de geçen yılın III çeyrek büyümesinde yaÅŸanmıştı) “ihtiyatla” yaklaÅŸalım.
29 AÄŸustos, 2021