SEÇMENİN EKONOMİ MERAKI
Bülent SOYLAN
www.gazetetekirdag.com
“Homo economicus” sözünü yazılarımızda çok kullanmışızdır.
Bunu kısaca “Ekonomik insan” ama daha doÄŸrusu “Ekonomik çıkarına göre hareket eden yaratık” gibi anlayabiliriz.
Şimdi gazeteler yazıyor, televizyonlar anlatıyor:
“Bu seçimlerde hep ekonomik vaadler öne çıktı!”
Hayır, o her zaman vardı ama “perdelenmeye” çalışılıyordu..
Sanılıyor ki, aslında insanların ekonomiye pek ilgileri yoktu da, partiler bu dönem “acaba kampanyamızda neleri ön plana çıkarsak da seçmeni çeksek” diye araÅŸtırırlarken bilmem nerelerde seçim kazandırmış taktikleri öÄŸrenmiÅŸ baÅŸarılı reklamcıları bunu keÅŸfediverdi.
DeÄŸil tabii.
İnsanların “Homo economicus” özelliÄŸi taa Adem ile Havva’dan beri vardı.
Televizyondaki reklamları görünce çıkmadı ortaya.
Mesele, ekonominin ÅŸimdi moda olması deÄŸil; diÄŸer palavralar ve kandırmalarla, artık ekonomide aÅŸağıya doÄŸru kayışın, açlığın, yoksulluÄŸun saklanamaması; siyasetin bunları görmezden gelerek yürütülmesine imkan kalmamış olması, bıçağın kemiÄŸe dayanması.
Birilerinin birilerini bir ÅŸeylerle uyutarak söÄŸüÅŸlüyor olması.
Afrikalılara atfen söylenen ÅŸu sözler de bu gerçeÄŸin bir ifadesi deÄŸil mi:
“Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öÄŸrettiler. Gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizdeydi, topraklarımız beyazların olmuÅŸtu”
Çok güzel bir özet.
Çünkü Avrupalılar oralarda dolaşırken onların derdi, sözüm ona dinlerini yaymaktı, belki birkaç misyonerin kiÅŸisel inancı da sadece buydu ama iÅŸin gerisinde her zaman “Batı” diye de söyleyebileceÄŸimiz sömürgecilerin bir ÅŸeyleri ele geçirme güdüsü vardı.
Dini kullanarak insanlara gözlerini yumdurdular, onlara bu dünyayı önemsiz saydırıp ötedünyayı öne çıkarttılar ve o arada topraklarına sahip oldular. Öyle ya, gerçek dertleri Afrikalıların neye inanacakları ve öldüklerinde nereye gidecek oldukları konusu olsaydı onların topraklarına, madenlerine bu kadar da göz diker, her ÅŸeylerini ellerinden alırlar mıydı?
İsterseniz Afrikalıların bu sözlerini uydurun bizim memlekete; “BaÅŸlangıçta sırtlarında ceket, ayaklarında ayakkabıları bile yoktu; ellerinde kitaplarla geldiler; gözlerini kısarak bize bir süre din-iman ve öte dünyada nelere kavuÅŸabileceÄŸimizi anlattılar. Åžimdi hepsi bu dünyada Karun gibi zenginler. Onların yabancı markalı lüks giysileri, hanları, hamamları altlarında lüks arabaları. Bizimse koltuÄŸumuzun altında kitabımız, iÅŸsiz çocuklarımız, banka borçlarımız ve gelecek endiÅŸelerimiz var
Türkiye’yi içeriden deÄŸil de Dünya gözüyle görmeye çalışacak olursanız, bizden bu gün de; “GeliÅŸmekte olan ülkelerdendir” diye söz ederler.
Açın bakın uluslararası kaynaklara, olmadı bilenlere sorun, size bunu doÄŸrulayacaklardır.
İşin edebiyatını, diplomasisini bırakıp “harbiden” konuÅŸmak gerekiyorsa, bunun anlamı hala “az geliÅŸmiÅŸ” olarak debelenmekte olduÄŸumuzdur.
İçlerinde bu gün Türkiye’nin de olduÄŸu bu “az geliÅŸmiÅŸ” ülkelerin en belirgin özelliÄŸi ise, halkının dinle, etnisite ile gözünün boyanıyor, ilimden fenden uzaklaÅŸtırılıyor ve birbirleriyle tepiÅŸtiriliyor iken; bu arada içeriden bazı iÅŸbirlikçiler de memnun edilerek ekonomilerinin sömürülmekte olmasıdır.
Osmanlı, her türlü askeri becerisine karşın yüz yıllarca uyutulmuÅŸ, ÅŸimdiki sözde hayranlarının hayalleriyle oyalanmış ve bu arada ekonomisi sürekli sömürülmüÅŸ, iflas ettirilmiÅŸ ve nihayet parçalanmıştır.
Türkiye’nin yüz yıla yakın bir süre önce verdiÄŸi kurtuluÅŸ savaşı, bu sömürgeci düzenin baÅŸtan hesaplayamadığı ve sonucunu hala hazmedemediÄŸi bir yarma hareketi, karşı çıkıştı. Dünyanın diÄŸer mazlum halklarına örnek olacağından çok korkmuÅŸlar, bir kere daha boÄŸmak, o bağımsızlık düÅŸüncesini yer yüzünden silmek istemiÅŸlerdi.
ÖrneÄŸin Lozan görüÅŸmelerinde asıl mesele Osmanlı’dan sonra da sürdürülmek istenen imtiyazlar” yani sömürünün sürdürülme isteÄŸi idi.
İngiliz delegesi Lord Curzon’un İsmet PaÅŸa’ya söylediÄŸi; “Kabul etmediÄŸiniz ÅŸeyleri ÅŸimdi cebime koyuyorum; zamanı gelince birer birer karşınıza çıkaracağım” sözü o günlerdeki yenilgilerinin yarattığı hıncın, ama daha sonra yani bu zamanlarda alacakları tavırların da çok net bir ifadesiydi.
Nitekim söylediklerini de büyük ölçüde baÅŸardılar.
Türkiye, o en fazla yirmi yıl süren kısa silkiniÅŸ döneminden sonra yeniden eski günlere dönmeye baÅŸladı.
Din siyasetin ana malzemesi yapıldı.
Devlet de, özel sektör de, halk da borca battı.
Kamunun elindeki bütün stratejik yatırımlar özelleÅŸtirme adı altında yabancılaÅŸtırıldı.
Bankalar, sanayi ÅŸirketleri, piyasa yabancı sermayenin eline geçti.
Ve miting meydanlarında bu gün hala din istismarı ile siyasetten medet umanlar dolaÅŸmaya devam ediyorlar.
Bu siyasi durum yabancıların işlerine yarar mı?
Afrikalının söylediÄŸi gibi; ÅŸu anda ekonomi onların ellerinde ve halkımız hala din-iman tartışmaları yapmakta olduÄŸuna göre, bu bir ölçüde iÅŸlerine yaramış ve Lord Curzon’un dediÄŸi gibi de olmuÅŸ..
Ancak o da bir yere kadar gidebilecek.
Sömürü derinleÅŸir, milli servetler haraç mezat satılırken ya da alabildiÄŸine borçlanılırken; halkın aÄŸzına bir parmak bal çalarak nemalandırıp onu ters köÅŸeye yatırmanın ve bu arada kitabı gösterip inanç sömürerek uyutmanın son noktasına gelindi artık.
Satacak bir şey kalmamış, sıcak para musluğu kurumuştur.
Dolayısıyla uyuÅŸturucunun etkisi azalmış, insanlar kendi ekonomik gerçeklerinin çıplak yüzüyle karşı karşıya gelmeye baÅŸlamışlardır.
Kutsal kitabın bu gün siyaset kürsülerinde biraz daha fazla sallanması, din ticaretinin daha ileri götürülmek istenmesinden deÄŸil, onlara artık bu talan ekonomisinden daha az pay bırakılmak zorunda olunmasıyla insanların yeni bir arayışa girmesinden kaynaklanmaktadır.
Kaynaklar daralıp sadaka politikaları eski etkisini yitirince din-iman sömürüsünün dozunu arttırmak ihtiyacını duymuÅŸlardır.
Yukarıda, partilerin bu seçimlerde daha çok halkın ekonomisine eÄŸildiklerini söylemiÅŸ ve bunun bir reklamcı buluÅŸu deÄŸil, bu yöndeki “geliÅŸimin sonucu” olduÄŸunu anlatmaya çalışmıştık.
Peki, bu gelişme hayra mı?
Olayın alt yapısını böyle tahlil ederseniz elbette hayırlıdır ve konu dönüp dolaşıp nihayet iÅŸin “özüne” dayanmıştır.
Bundan sonra insanlar, elbette ki neye inanacaklarının sadece kendi konuları olduÄŸunu fark ederek daha çok “karınlarının ne ile doyacağını” sormaya baÅŸlayacaklardır.
Åžimdi tam da burada bir baÅŸka geliÅŸmeden söz etmekte yarar var.
Aman, siyasi partilerimiz ilgi gördüÄŸü için ÅŸimdi bolca dile getirmekte oldukları vaadlerinin sadece “kampanya malzemesi” olduÄŸunu düÅŸünmesinler.
Bu taleplerin kendi reklamcılarının harekete geçirdiÄŸi bir “esinti” olduÄŸunu sanıp seçimlerden sonra arkasını bırakmasınlar.
“Seçmen” -ama sosyolojik olarak “Homo economicus”- ÅŸimdilik bir ölçüde de olsa bu günlerde o uzun uykusundan uyanmıştır.
Giderek daha da uyanacak ve sadede gelecektir.
Afrikalıların dediÄŸi gibi; kendisi din ile, etnisite ile uÄŸraşır ve ekonomisi giderek batarken bu arada kimlerin akıl almaz, çuvallara sığmaz biçimde zenginleÅŸtiÄŸini fark etmeye baÅŸlamıştır.
Dolayısıyla; artık bundan sonra daha da sık karşılaÅŸacağımız anlaşılan seçimlerde kendisine vekalet edecek partileri biraz farklı ölçülerle deÄŸerlendirecektir.
Bırakın birileri hala kürsüden aynı ÅŸeyi sallamaya devam etsin.
“Homo economicus” yavaÅŸ yavaÅŸ aslına dönmekte, uykusundan uyanmakta.