BİR YANDA SOSYAL GÜVENLİK KURUMU’NUN KARA DELİĞİ

DİĞER YANDA ÜRETİMSİZLİK VE İŞSİZLİK KOL GEZİYORSA
 
Biz bir “Sosyal devletiz” malum…
Üstelik Anayasamızın 60. Maddesine açıkça “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir” diye yazmışız.
Peki, sizce nasıl anlaşılmalı bu “hüküm” ?
“Devletimiz, önceden herhangi bir prim ödeyip ödemediÄŸine bakmaksızın, her bir yurttaşının en azından insan onuruna yaraşır bir biçimde yaÅŸamasını saÄŸlar. Geliri yoksa ya da yetersizse ona para verir, kazada, hastalıkta ona bakar ve asla “bak kendi başının çaresine” demez diye anlaşılır deÄŸil mi?
Bu büyük bir devlet baba güvencesi tabii…
İyi de, iÅŸ uygulamaya gelince bu çark nasıl dönecek? Devlet olarak bütün bunları karşılayacak parayı nasıl bulacaksınız?
Önünüzde iki imkân var:
-Birincisi, bütçenizde toplanan vergilerden bir kısmını bu iÅŸe kullanırsınız. “EÄŸer, topladığınız vergiler yeterlidir de bunu yapabilirseniz”, bu iÅŸ gelir dağılımında adaleti saÄŸlama açısından çok da iyi olur aslında. Sonuçta, çalışana yüklenmez, parayı iyi kazananlardan toplar ihtiyacı olanlara harcarsınız.
-İkincisi, çalışanları ve onları çalıştıranları “birlikte” ödemeye zorlayarak.
Çalışanın çalışamadığı zamanlarda, hastalığında ve emekliliÄŸinde ihtiyacı olan parayı bu ikisinden toplar, bir fonda biriktirir oradan harcarsınız.
Siyasetçisiniz, hangisini seçeceksiniz?
Bu işin parasal dengesi nasıl kurulacak?
Bütçeden karşılayacaksanız; devlet bu refahı, elindeki kaynakları ve yurttaÅŸların ihtiyaçları arasında bir denge kurmaya çalışarak belirler “Elimden gelen budur” der.
Nitekim bizim Anayasamıza 2001 yılında bir “ekleme” yapılarak “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek “mali kaynaklarının yeterliliÄŸi ölçüsünde yerine getirir” denmiÅŸtir.
İkinci yol malum; Bütçeniz bu yükü kaldıramayacaksa, iÅŸ bulup çalışanların ücretleri esas alınarak, bu çalışmaları sırasında kendilerinden ve iÅŸverenlerinden alınan paralar bir fonda toplanacak, belirli bir süre sonunda emeklilik maaÅŸları; hastalık, saÄŸlık vb gibi ihtiyaçlar ise aynı dönem içinde karşılanacaktır.
İşte bu yolla kurulacak gelir-gider dengesi bir sigortacılık deyimi olan “Aktüerya” hesaplarına dayanacak yani gelir gider dengesi kendi içerisinde kurulacaktır.
Ancak şu da unutulmamalıdır:
1.”Kaç para gerekiyorsa o kadar prim alalım” yaklaşımı yanlıştır.
İşin bir de ekonomik yönü, “istihdam meselesi” vardır.
Sigortalının ücreti üzerinden alınan prim ne kadar yüksek olursa iÅŸverenin ücret yükü ve dolayısıyla üretim maliyeti o kadar yükselir,
2.Bu arada, çalışana ödediÄŸi ücret üzerinden hesaplanarak iÅŸverene ödetilen “iÅŸveren payı” tam anlamıyla bir “istihdam vergisi” yani “adam çalıştıran devlete de öder” vergisidir. Dikkat edilirse burada, iÅŸçinin ödediÄŸi kendi tasarrufu olarak yine kendine dönecek ama iÅŸverenin ödediÄŸi sadece sigorta fonunun açığını kapatacaktır.
Bunun yüksekliÄŸi üretimi kasar yani baskılar.
Çalışan ve çalıştıran üzerindeki bu iki yük, ÅŸüphesiz bir ülkede üretim yapmaya, dolayısıyla istihdama karar verecek olanların önünde mutlaka aşılması gereken büyük bir eÅŸiktir.
Nitekim literatürde sosyal güvenlik primleri, adı ya da ÅŸekli vergi olmasa da bir tür vergi kabul edilir.
Üstelik, sonuçta “üretim, adam çalıştırma üzerinden alınan vergi”.
*
Åžimdi buradan gelelim Türkiye’ye ve bizdeki uygulamaya…
Türkiye’de bu iÅŸler genelde “SGK” çatısı altında yürütülmektedir. Devlet memurları, özel sektör çalışanları ve esnaf dediÄŸimiz kendi iÅŸlerini yapanların sosyal güvenlikleri hep bu çatının altına sokulmuÅŸtur.
Sosyal güvenliÄŸin ÅŸu ya da bu organizasyon ile saÄŸlanması idari bir tercih de, “sonuç” açısından bakıldığında, “Sistem”in giderek büyük bir açıkla yürüdüÄŸü, hatta bir gün artık yürütülemeyecek kadar ciddi zaaflarla karşılaÅŸabileceÄŸi gerçeÄŸi ile karşı karşıyayız.
En son rakamlarla ifade edecek olursak;
-Bütçeler, bu açığı karşılamakta zorlanmakta, sistemin duyduÄŸu ihtiyacın adeta her ÅŸeyi yutan bir karadelik haline geldiÄŸi endiÅŸeleri ileri sürülmektedir. 2020’de SGK’ya bütçeden yapılan “aktarma” 249 milyar liradır.
-SGK’nın 2020 rakamlarına göre toplanan primler ile; emeklilik maaÅŸları ve saÄŸlık harcamalarından oluÅŸan giderlerin ancak yüzde 67,4’ü karşılanabilmektedir.
-Sosyal Güvenlikte benimsenmiÅŸ aktuerya dengesi çok bozuktur. ÖrneÄŸin Avrupa BirliÄŸinde 4 çalışan ödediÄŸi primleriyle 1 emekliyi; OECD ülkelerinde 6 çalışan 1 emekliyi finanse ederken bizde bu oran, “2 çalışan 1 emekli” ölçüsünü bile tutturamamaktadır.
Çözüm ne olabilir dersiniz?
-Devlet daha fazla vergi toplayıp aradaki açığı yine bütçeden mi karşılasın?
-Yapılacak sıkı denetimlerle kaçak çalışanları yakalayıp, cezalar kesip yeni bir denge mi kuralım?
-Prim oranlarını arttırıp toplanan fonu mu yükseltelim
-Emekliye, hastaya yapılan ödemelerden mi kısalım?
-Emeklinin şahsına verilen maaş ve sınırlı sağlık desteği dışında diğer destekleri mi kaldıralım?
-Emekli olma süresini daha ileri yaÅŸlara mı öteleyelim?
*
Ve bu arada:
Ekonomi üretimden düÅŸmüÅŸ, iÅŸ alanları daralmış, kayıt dışı istihdam had safhada, 10 milyonu aÅŸkın iÅŸsiziniz var, hatta hatta insanlarınız bir de “herkese aylık baÄŸlanması” “sigortasız aile kalmaması” gibi bir müjde beklentisi içerisinde.
Peki ne yapacaksınız?
1.İdari olarak, mevcut refahı geriletmeden bazı israf önleyici düzenlemeler yapmak tabii ki mümkün ve yapılacaktır ama,
sadece bununla “dengeleri deÄŸiÅŸtirebilecek” bir sonuç elde etmek mümkün deÄŸildir.
2.Ekonominin “giderek” daha üretken hale geleceÄŸi, böylece istihdamın, sanayiin, ticaretin ve dolayısıyla artan milli gelir içinde hem bu açıkların öneminin azalacağı hem prim gelirlerinin artacağı söylenebilir.
Ancak bir açıdan da “milli gelirin artması” olarak dile getirilebilecek bu “büyük umudun” yeÅŸerebilmesi, en iyi ÅŸartlarda 4-5 yıllık bir dönemin sonunda mümkündür. Çünkü bunun için önce bir dönem siyasi istikrar görülmeli, ardından hukuka güven artmalı, sermayenin yurda dönüÅŸü gerçekleÅŸmeli, yatırım kararları oluÅŸmalı ve nihayet iÅŸletmeye geçilmelidir.
3.Türkiye’de istihdam yani bordrolu çalıştırma üzerinden alınan “vergi+sosyal güvenlik primi” yükü, daha önceki yazılarımızda da belirttiÄŸimiz gibi OECD ülkeleri arasında bile yüksektir.
Bu yükseklik, diÄŸer ülkelere hatta iç piyasadaki ithal mallara göre bile iÅŸçilik maliyetini yükseltmekte, rekabet ÅŸansını düÅŸürmekte, teknik adıyla milli ekonomiye “takoz” olmaktadır.
Bu takozu ekonomisinin önüne kendi eliyle koyan ya da kaldıramayan bir ülkenin durumu elbette her zaman için çok sıkıntılı olacaktır.
Dolayısıyla, en azından rakiplerle aynı ÅŸartlara kavuÅŸabilmek için oranların indirilmesi gerekirken, bu takozu “gelir ihtiyacı var” diyerek yükseltmek, ÅŸimdi gerçekleÅŸtirilebilen sınırlı üretim ve istihdamı da prim hasılatını da daraltacaktır.
4.Denetim tabii ki gereklidir ancak; sadece kayıtdışı istihdamı denetleyerek prim gelirini yükseltme düÅŸüncesine katılamıyoruz.
Ekonominin bu yapısı içerisinde yapılacak denetim, ancak yanlış ölçülerin zorla dayatılması ve sonuçta iÅŸletmelerin ya batması ya da piyasadan çekilmesine, hatta yurt dışına kaymalarına neden olur.
Türkiye’deki kayıt dışılık ve onun bir düÅŸük versiyonu olan “ücretlerin düÅŸük beyanı” bu ekonominin mevcut dengelerinin yapısal bir unsurudur ve mevcut piyasa fiyatları da üretim de bu dengeye dayanmaktadır. Dolayısıyla, oranlar indirilmeden sıkılaÅŸtırılacak denetim mevcut dengeleri bozacaktır.
5.Sosyal Güvenlik, yurttaÅŸların çalışırken ya da emekliliklerinde ve tabii ki iÅŸsizlikleri hali dahil bütün durumlarda “insan onuruna uygun olmayan durumlara” düÅŸmesine karşı alınması gereken bir tedbirdir.
Hele bu tedbir, Anayasa’ya ilave edildiÄŸi gibi ancak devletin elindeki imkanlarla sınırlı olarak uygulanabiliyorsa, sosyal güvenlikte uygulanacak ÅŸimdiki ölçülerin mutlaka aÅŸağı düzeylere çekilmesi gerekir. Anayasal anlamda “sosyal güvenlik”, emeklilikte yüksek gelir saÄŸlamak için getirilmiÅŸ bir kurum deÄŸildir.
Bizce mevcut koÅŸullarda bu iÅŸin prensibi “asgari sosyal güvenlik için asgari prim” olmalıdır. Yani, bugün fona gelir saÄŸlama amaçlı olarak oldukça yükseltilmiÅŸ primlerin “asgari sosyal güvenlik ihtiyaçları karşılamak” gibi bir gerekçesi olamaz.
Hele üst düzey ücret sahiplerine yine üst düzeyden emeklilik imkânı saÄŸlamak hiç deÄŸil.
Bugün 2021’de üst sınırı 26.831 lira olan prim tavanı; sistemin amacını aÅŸan, istihdam maliyetini yükseltiyor olması dolayısıyla üretimi kısan, ücret ödemelerini kayıt dışına kaydıran hatta yetiÅŸmiÅŸ iÅŸgücü istihdamını engelleyen yanlış bir uygulamadır.
Uzun çalışma yaÅŸamında bu ölçüde aylık geliri olan birinin daha sonra emekli olduÄŸunda insan onuruna yakışmayacak bir acze düÅŸebileceÄŸine dayanan varsayım ancak daha yüksek prim toplamak için ileri sürülen bir “bahane”dir.
Kaldı ki, primlerde indirime gidilmesi, mevcut ekonomik koÅŸullarda ÅŸimdi 2’ye 1 düzeyini bile tutturamayan aktif sigortalı/pasif sigortalı oranını bir süre sonra 3’e 1, ve giderek 4’e 1 yapmanın tek yoludur.
Bu oranları tutturamayan bir güvenlik sisteminin ayakta kalma ÅŸansı yoktur.
Ancak ve ancak bunu yaparsanız ekonomide “yatırım iklimi” doÄŸar, istihdam maliyeti böyle ucuzlar, prim ödeyenlerin sayısı artar ve ödemelerde dengeye doÄŸru bir adım atılmış olur. Çünkü yatırım iklimini yaratmazsanız yatırımlar, yatırımlar olmazsa istihdam olmaz. İstihdam olmazsa aktif sigortalı sayısı artmaz. Onu arttıramazsanız “kara delik” dediÄŸiniz açıklarınız hiç bir zaman kapanmaz.
Bu arada mevcut sistemden memnun olup yüksek emeklilik maaşı bekleyenler kızmasınlar; emeklilikte daha yüksek gelir elde etmenin tek yolu bu deÄŸildir.
Çalışma yaÅŸlarında uygulanacak düÅŸük prim daha iÅŸ yaÅŸamınızın başında elinize çok para geçmesine, o paralar ise sizin emeklilik yaÅŸamı için istediÄŸiniz kadar para biriktirmenize de ek sigortalar yaptırmanıza da imkan verecektir.