TÜRKİYE EKONOMİSİNDE 2025'E BAKIÅž

Ersin DEDEKOCA

Aralık ayı “manÅŸet enflâsyon” oranı, aylık ve yıllık olarak TÜİK, ENAG, İTO tarafın sırasıyla 1.03, 44.38 (ort.58.51); 2.34, 83.40; 1.74, 55.27 olarak açıklanmıştı. 

3 Åžubatta açıklanan Ocak ayı aylık ve yıllık oranlar ise, yukardaki sırayla 5.03, 42.12; 8.22, 81.01; 5.16, 48.40 olarak gerçekleÅŸmiÅŸtir.

Keza TCMB’nın, tüketicilerin 12 ay sonrası tüketici enflâsyonu beklentilerinin izlenmesini amaçlayan Ocak 2025 “Sektörel Enflâsyon Beklentilerine” göre piyasa katılımcılarının, reel sektörün ve hane halkının beklentileri sırasıyla hâlâ 24.4; 43.8 ve 58.8’dir. 

AÅŸağıdaki grafikte, söz konusu yüksek enflâsyon sürecinin bu kadar uzun süre ve direÅŸken olmasının baÅŸat nedeni olan “yanlış faiz politikasını” çok açık bir ÅŸekilde görebilmekteyiz.

 Kaynak: FT, 3.02.2025

DiÄŸer yandan, 2024 yıllık “üretici fiyat artışının” yüzde 29.47 olması, fiyat artışlarının maliyetlerden kaynaklandığı savını çürütmektedir. Bir diÄŸer anlatımla bu olgu bizi, “satıcılar enflâsyonu” denilen ve firmaların hazır enflâsyon belirsizliÄŸini fırsat bilerek fahiÅŸ fiyat bildirmeleri gerçeÄŸine götürmektedir. Bunun bir anlamı da, para politikası, yani yüksek faizler ve buna baÄŸlı olarak kur artışının yavaÅŸ seyrinin, nihai mal ve özellikle hizmet fiyatlarını fazla etkilemediÄŸidir. Kısacası, “fiyat düzenlemeleri” olmadan enflâsyonun kontrol altına alınamayacağı çok açıktır. 

Tüm bu yaÅŸananlar bize, 2025 yılı enflasyonunun yüzde 26 gerçekleÅŸeceÄŸine iliÅŸkin TCMB tahmininin hiçbir inandırıcılığı kalmadığına; yılsonu yıllık manÅŸet enflâsyonun yüzde 30’un altında olamayacağına; ülkenin “enflâsyon hedeflemesinden” ve bunun karar ve fiyatlamalara uygulanmasından “çok uzak” olduÄŸuna iÅŸaret etmektedir. 

2024 yılı Aralık ayında ihracat, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 2,8 artarak 21.2 milyar $, ithalat ise yüzde 11,3 artarak 30.4 milyar $ olarak gerçekleÅŸti. Aralık ayında dış ticaret açığı, yüzde 37,7 yükseliÅŸle 6.6 milyar $’dan 9.2 milyar $’a çıktı.

Aylık verilere baktığımızda Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler; 1.7 milyar $’la Almanya, 1.5 milyar $ ile ABD ve 1.3 milyar $’la İngiltere. Öte yandan ithalâtta, 3.7 milyar $’la Rusya ve 3.6 milyar $ ile Çin ilk iki sırayı almaktadır. Dünya dengelerinin deÄŸiÅŸtiÄŸi, bloklaÅŸmanın belirginleÅŸtiÄŸi koÅŸullarda, ihracat ile ithalat arasında böyle coÄŸrafi ve jeopolitik bir “asimetrinin” bulunması, önümüzdeki yıllarda ülke ekonomisini sıkıntıya sokmaya aday durmaktadır.

Dış ticarette 2024 Ocak-Aralık dönemini ele aldığımızda, ülke ihracatının bir önceki yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 2,4 artarak 261.8 milyar $, ithalâtın ise yüzde 5,0 azalarak 344 milyar $ olarak gerçekleÅŸtiÄŸi ve dış ticaret açığının da önceki yıla göre yüzde 22,7 oranında azalarak 82.2 milyar $ olduÄŸu anlaşılmaktadır.

Özellikle Aralık ayındaki “aylık açığa” baktığımızda, ülkenin kendi ölçütlerine göre aşırı yüksek bir düzeyde olmamasına karşın, ekonomiden “net yavaÅŸlama” sinyalleri gelen bir konjonktürde böyle bir açık verilmesi kaygı verici” bulunmaktadır.

İthalâtta tüketim mallarının keskin bir artış göstermesinin açıklaması; TL’nin reel deÄŸerlenmesi nedeniyle göreceli ucuz kalan ithal ürünlere yönelik talebin cazibesini koruması ve ekonomide yavaÅŸlamaya raÄŸmen, özellikle yüksek faizler beslenen üst gelir gruplarının tüketimlerinin alabildiÄŸine devam etmesi ÅŸeklinde olabilir. Buna karşın; dövizin yavaÅŸ seyrinin yarattığı elveriÅŸli koÅŸullar bile, yatırım malları ithalatının gerilemesini engellememiÅŸtir. Bu olgu, “üretim kapasitesinin” geniÅŸlemesine katkı saÄŸlayamadığı gibi, önümüzdeki dönemlerde “arzın artmaması” kaynaklı enflâsyonu olumsuz etkileyecek bir belirti sayılabilir.

Bankacılık sektöründe takibe alınan TL cinsi krediler son bir yılda yüzde 59 artarken, artış oranı “bireysel kredi” ve “kredi kartlarında” yüzde 156’ya ulaÅŸtı. 2024 sonunda 290 milyarı aÅŸan TL cinsi “takipteki alacak” bakiyesinin 114 milyar TL’nı aÅŸkın bölümünü “ihtiyaç kredileri” ve “bireysel kredi kartlarından” alacaklar oluÅŸturmaktadır. 

TCMB’ca yayınlanan yılın ikinci Finansal İstikrar Raporu (FİR) – Kasım 2024’da, Türkiye’de hane halkı borçluluÄŸunun emsal ülkelerin belirgin altında bulunduÄŸunu belirtilmektedir. Gelgelelim, özellikle geliÅŸmiÅŸ ülkelerde bireysel borçların büyük büyük kısmı “uzun vadeli ipotekli konut kredileridir”. Halbuki FİR’e göre Türkiye’deki konut kredilerinin GSYİH’ya oranı sadece yüzde 1,5. Konut finansmanı dışındaki ve GSYİH’ye oranı yüzde 10,4 olan (genel ortalamaya yakın) bireysel kredilerin baÅŸat sorunu da vadelerin kısa olmasıdır. 

Söz konusu FİR’de, gecikmedeki toplam borcun toplam kredi kartı borçlarına oranının yüzde 27,5’a yükseldiÄŸi belirtilmektedir. Reel gelirlerdeki düÅŸüÅŸe koÅŸut olarak geliÅŸen bir bireysel borç krizininayak sesleri artık daha belirgindir. BDDK’nın açıkladığı verilere göre, toplam borçlar bireysel kredi kartlarında (BKK) 1.745 milyar TL’ye, ihtiyaç kredileri de 1.371 milyar TL’ye yükseldi. Takipteki alacaklar ise BKK’de 51 milyar TL’ye, ihtiyaç kredilerinde yine 51 milyar TL’ye sıçradı. Sorunlu borçlar oransal olarak yüzde 2,9 ve 3,9 noktalarına ulaÅŸmış durumda. Takipteki alacak oranlarının 1 yıl önce yüzde 1,3 ve 2,9 civarında seyrettiÄŸi dikkate alındığında, sorunun artan boyutu daha iyi anlaşılmaktadır. 

TÜİK tarafından hazırlanan ve 2023 yılını referans alan “2024 Gelir ve YaÅŸam KoÅŸulları AraÅŸtırmasına” göre, 9 yıl öncesine göre en zengin yüzde 20’nin toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,5’ten yüzde 48,1’e yükselmiÅŸ; buna karşın ortada yer alan 3 yüzde yirmilik dilimin de pastadaki payı belirgin biçimde gerilemiÅŸtir. 2’nci dilim yüzde 10,7’den yüzde 10,4’e; 3’üncü dilim yüzde 15,2’den yüzde 14,6’ya; 4’üncü dilim ise yüzde 21,5’ten yüzde 20,7’ye düÅŸmüÅŸ. En alt dilimde ise yüzde 6,1’den yüzde 6,3’e küçük bir düzelme izlenmiÅŸtir.

Yüzde 5’lik dilimlere bakınca,  en yüksek yüzde 5’in toplam gelirin yüzde 23,1’ini, buna karşın en düÅŸük yüzde 5’in gelirin yüzde 1’ini kazandığını, arada 23 kattan fazla bir uçurum bulunduÄŸunu görüyoruz. Yine en zengin yüzde 20 en yoksul yüzde 20’nin 2014’te yüzde 7,6 katını kazanırken bu oran 2023’te yüzde 7,7’ye çıktığını; en zengin yüzde 10 en yoksul yüzde 10’un 13,3 katı kazanırken bu oranın da deÄŸiÅŸmediÄŸini izlemekteyiz.

Bunun yanında çalışanlar yönünden iÅŸ kolları arasında da derin kazanç farklılıkları göze çarpmaktadır. Keza anılan raporun hazırlandığı dönemde “brüt asgari ücret” 13.415 TL iken “aylık ortalama brüt ücret” 23.789 TL olmuÅŸ. Bunun anlamı, asgari ücret ortalama ücretin oldukça yüksek bir oranına, yüzde 56,4’üne denk geldiÄŸi gerçeÄŸidir.

TÜİK tarafında Aralık 2024’te paylaşılan diÄŸer bir araÅŸtırma da 2023 yılını yansıtan Yoksulluk ve YaÅŸam KoÅŸulları İstatistikleridir. Söz konusu çalışmaya göre, medyan gelirin, yani her 100 yurttaşın 50’nci sırada yer alanının gelirinin yüzde 50’sinin altında gelire sahip olanlar diye tanımlanan “göreceli yoksulluk” oranı 0.1 puan artışla yüzde 13.6’ya yükselmiÅŸtir. 

Tarım ve gıda sektörünün kronik sorunları 2024’te gündemden düÅŸmedi. GeçtiÄŸimiz yıl, plânsız üretim ve yüksek maliyet sarmalına finansman tarafında yaÅŸanan sıkıntılar da eklenince üretici zarar etti, tüketici yüksek enflâsyonla boÄŸuÅŸtu.Tarım ve gıdadaki mevcut geliÅŸmelere bakılırsa 2024’teki risklerin önemli bir kısmı 2025’e devretmiÅŸ gibi durmaktadır.

ÇiÄŸ süt tavsiye fiyatındaki artışın Ocak ayından itibaren geçerli olması süt ve süt ürünlerine yeni zamların iÅŸareti olarak yorumlanmaktadır. Keza ESK’nın 2025’te 520 bin baÅŸ besilik erkek sığır dış alım kararı da, kırmızı et fiyatlarında kırılganlığın süreceÄŸine iÅŸaret etmektedir. YaÅŸanan enflâsyon karşısında çok yetersiz olan ücret ve maaÅŸ artışlarıyla birlikte az da olsa canlanması beklenen talep ve Mart ayında baÅŸlayacak olan Ramazan da hesaba katılırsa, yılın ilk çeyreÄŸinde gıda enflasyonuna yönelik hassasiyetin süreceÄŸi anlaşılmaktadır.

Meyve ve sebzede zarar eden üreticilerin 2025’te üretimlerini azaltma riski de, arz-talep dengesini bozarak fiyatları dalgalandırabileceÄŸi ihtimal içindedir. Bunun yanında iklimsel riskler, dövize baÄŸlı girdi maliyetlerinin seyri, iÅŸçi sıkıntısı ve finansmana eriÅŸim ÅŸartları baÅŸta olmak üzere pek çok faktör sektördeki risk ve kırılganlıkların olası etkilerinde belirleyici olacaktır. 

2025 YILI EKONOMİSİNİN BELİRGİN BEKLENTİLERİ

Politika faizini 9 ay süreyle yüzde 50’de tutan TCMB, aÅŸağıdaki grafikte de görüldüÄŸü gibi söz konusu faizi, 26 Aralık ve 23 Ocak tarihlerinde 250’ÅŸer baz puan düÅŸürerek yüzde 45’e indirdi.

Kaynak: TCMB

Böylece banka 2024 yılında hem faiz artırdı hem de faiz düÅŸüÅŸ sürecini baÅŸlattı. Kısacası hepsi 9 ay içinde oldubitti. Enflâsyon yüzde 75’e yükseldikten sonra yüzde 45’e indi. Faiz önce yükseltildi sonra düÅŸürüldü.

Merkez Bankası son olarak 21 Mart’ta politika faizini 5 puan artırımla yüzde 50’ye yükseltmiÅŸ ve yerel seçim öncesinde dövize spekülâtif atağın önünü kesmiÅŸti. Ancak mevcut faiz oranları enflâsyonu düÅŸürmekte zorlanıyordu. Tüketim canlılığını koruyordu. Ayrıca uygulanan maliye politikası da güçlü bir destek saÄŸlayamamıştı.

Enflâsyonla mücadelenin tek yolu yüksek faize indirgenince, bunun yarattığı maliyet kısa erimde enflâsyonun yarattığı maliyeti geçer hale geldi. BaÅŸka bir pencereden de, maliye politikası aracılığı ile sıkı para politikasının gerektirdiÄŸi ”acı reçete maliyetinin” topluma “adil bir ÅŸekilde dağıtılması” söz konusu olamayınca TCMB enflâsyonla mücadelede yalnız kaldı.

Kısacası, uygulanması gereken “acı reçete” konusunda herkesin elini taşın altına koymasını gerektirecek “cesur maliye politikası” adımları, “siyasi maliyetinden” dolayı popülist ülke yönetimince uygulamaya alınmadı. Sonuç: BoÅŸa geçen zaman ve sabit gelirlilerin katlandığı sıkıntılar…

İlacın yarattığı hasarın hastalığın yarattığı hasarı geçtiÄŸi bir noktada TCMB, üzerinde oluÅŸan baskılara daha fazla dayanamayarak faiz indirimlerine baÅŸladı. Aralık ayında baÅŸlayan faiz indirimlerinin önemli bir nedeni burada yatmaktadır.

DiÄŸer yandan 2025’in Ocak ayında toplam krediler yıllık yüzde 37.1, TL krediler yüzde 28, YP krediler $ olarak yüzde 32.3, kur etkisinden arındırılmış toplam krediler de yüzde 30.4 oranlarında arttı. Bu geliÅŸmeyi, “halen sürdüÄŸü söylenen ‘sıkılaÅŸma’ ile uyumsuz bir veri” olduÄŸunu söyleyebiliriz.

GeçtiÄŸimiz Ocak ayı mevduat geliÅŸmelerine baktığımızda, TCMB’nın faiz indirimleriyle birlikte, 2024’deki “TL’na hücumun” durakladığını görmekteyiz. Özellikle KKM hesaplarındaki erimenin, TL hesapları yerine döviz hesaplarına doÄŸru kaydığı izlenmektedir. Tabii b olgu bu oluÅŸumda etkili olan bir diÄŸer faktör de vergi stopajını 1 Åžubat’tan itibaren 5 puan yükselten karar olmuÅŸtur. Yeni gelmiÅŸken, “faiz indirimi” ve stopaj artışınıneÅŸ zamanlı yapılması oldukça “riskli bir adım” olduÄŸunu söylemeliyiz.

DiÄŸer yandan, yazımızın “enflâsyon ve fiyat istikrarı” bölümünde de irdeleyeceÄŸimiz gibi, Ocak ayı tüketici fiyat artışlarının geldiÄŸi nokta, 6 Mart günü alınacak TCMB-PPK faiz kararını doÄŸrudan etkileyecektir. İndirim konusunda karar vericiler, fazla rahat davranılacak bir enflâsyon oranıyla karşı karşıya deÄŸildir. Kasım ve Aralık aylarındaki yüzde 1-2’lik enflasyon oranlarıyla faiz indirimine baÅŸlayan TCMB’nın önünde ÅŸimdi yüzde 5’lik bir aylık enflâsyon durmaktadır.

Kısacası, mevcut zorlukların bundan sonra biraz daha artarak devam edeceÄŸini söyleyebiliriz. Bu baÄŸlamda, tüketim sürecek, otomobil ve gayrimenkul piyasasının canlı kalacak gibi görünmektedir.

29 Kasımda açıklanan ulusal gelir verilerine göre GSYH 2024 yılı üçüncü çeyrek ilk tahmini, zincirlenmiÅŸ hacim endeksi olarak bir önceki yılın aynı çeyreÄŸine göre yüzde 2,1 artmış olmasına karşın, “bir çeyrek öncesine” kıyasla 2024’ün ikinci çeyreÄŸinde yüzde 0,21, üçüncü çeyreÄŸinde ise yüzde 0,2 oranında küçüldü. Bu sonuç, önceki yazımızda da belirttiÄŸimiz gibi, ekonominin “dışa dönük dengelenerek durgunluÄŸa girdiÄŸi” görüÅŸümüz ile uyumlu. Bir diÄŸer anlatımla, üst üste iki dönem küçülen ekonomi” teknik durgunluÄŸa girmiÅŸ” oldu. 

Yıllık ölçekte bakıldığında ekonomi halen yüzde 2,1 gibi, Avrupa’da çoÄŸu ülkenin özeneceÄŸi bir hızla büyümektedir. Ama geçtiÄŸimiz yılların yüzde 4-5 bandındaki büyümelerine göre ekonomide “net bir sert iniÅŸ” söz konusudur. Hatta net ihracatın yıllık yüzde 2’nin üzerinde katkısı olmasa durum daha kötü olacaktı.

Öncü göstergeler ekonomideki yavaÅŸlamanın dördüncü çeyrekte de süreceÄŸini söylüyor. İSO Türkiye PMI verileri, sanayi üretiminin Ekim ayında üst üste yedinci ayda da daraldığını göstermekte. Kasım ayına yönelik sahadan gelen sinyaller de, üretimin daralma bölgesinde kalmaya devam ettiÄŸine iÅŸaret etmektedir.

Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Strateji ve Bütçe BaÅŸkanlığı tarafından hazırlanan Orta Vadeli Program (OVP)’da 2025 yılı “reel GSYH büyüme” hedefi yüzde 4 olarak belirlenmiÅŸken, IMF’in World Economic Outlook raporunda bu oran yüzde 2.7, Dünya Bankası'nın Global Economic Prospects raporunda yüzde 2,6 ve OECD'nin Economic Outlook raporunda ise yüzde 2,6 olarak öngörülmektedir.

Avrupa ekonomisindeki yavaÅŸlama, Türkiye’nin kuzey ve güneyimizde tırmanan jeopolitik riskler, Çin’in öldürücü rekabeti ve uygulanmakta olan sıkı para politikası, ekonomideki yavaÅŸlamanın arkasındaki “dışsal temel gerekçeler” olarak gösterilmektedir. Åžirketler ekonomideki sert yavaÅŸlamaya yatırım kararlarını erteleyerek, girdi stoklarını azaltarak ve emekliliÄŸi gelen çalışanların yerine daha az istihdam yaparak cevap vermektedir.

Madalyonun diÄŸer yüzünde ise ABD, Avro bölgesi, İngiltere gibi Türkiye’nin büyük dış ticaret ortaklarının para politikasını gevÅŸetmesi, dış talebi artırarak Türkiye’nin büyümesini destekleyebilir. Bu öngörünün arkasındaki bir diÄŸer olgu da, genel olarak Türkiye ihracatının “döngüsel ağırlığı yüksek” ürünlerden oluÅŸuyor olmasıdır.

2025 yılında durum iyiye doÄŸru deÄŸiÅŸir mi? Bu sorunun cevabı dünyada ve Türkiye’de enflâsyonun ne hızla düÅŸeceÄŸine, para politikasının ne kadar gevÅŸeyeceÄŸine ve dış ticaret savaÅŸlarının ÅŸiddetine baÄŸlı olarak belirleneceÄŸini düÅŸünüyoruz.

Sürdürülebilir” olması konusunda tereddütler olan TCMB’nın faiz indirimleri ekonomiyi destekleyebilecek diÄŸer geliÅŸme olarak durmaktadır. BilindiÄŸi gibi rekor seviyelerde “yüksek reel faizler” ve “kredi büyümesi” üzerine konan sınırlamalar “ekonomik büyümeyi” 2023 yılının ikinci yarısından itibaren “baskılamaktaydı”. Aralık ayında baÅŸlayan faiz indirim döngüsü, dayanıklı tüketim malları, konut gibi sektörler ile baÅŸlayıp genele yayılan bir “canlanma” saÄŸlayabilir. Ama açıklanan rakamların saÄŸlığı ve gerçek durumu yansıtması konusundaki tereddütler, bu konuda çıkarım yapma konusunda bize sınırlama getirmektedir.

Ancak diÄŸer yandan Trump’ın zaferi ile sonuçlanan ABD seçimlerinin, güçlü dolar, yüksek tahvil faizleri ve ABD ile Avrupa ve Çin arasındaki ticaret savaÅŸları ile ek riskler yarattığını unutmamak gerekir. Dış borcunun yüzde 58’i dolar bazında olan, ihracatının yüzde 57’sini Avrupa ülkelerine yapan Türkiye’nin, ikinci Trump dönemindeki olası dalgalanma ve ÅŸoklara açık olduÄŸu yadsınamaz bir gerçek olarak durmaktadır.

Uluslararası bankaların yaptığı çalışmalar ABD ile Avrupa arasındaki bir kavganın Avro bölgesinin büyümesini 1 puan aÅŸağı çekeceÄŸine iÅŸaret ediyor. Avrupa’nın yavaÅŸladığı bir ortamda, döngüsel ürün ihracatı yüksek olan Türkiye pazar payını artırarak ihracatını artırabilir mi? Bu sorunun cevabı Avrupa ile Çin arasındaki çekiÅŸme sonunda Çin’in kaybedeceÄŸi pazardan Türkiye’nin ne kadar pay alacağına baÄŸlı olarak belirlenecektir

Büyüme tarafı özetlersek, 2025 yılı genelinin “yüzde 3'ün altında bir büyüme” artışı ile geçirileceÄŸini söyleyebiliriz. Bunun üzerinde bir büyüme rakamında ısrar edilmesi, enflâsyonda bunca sıkıntı sonucu edinilmesi düÅŸünülen “sınırlı iyileÅŸmenin” de geri verilmesi anlamına geleceÄŸi açıktır.

Yüzde 3'ün altında bir büyüme ÅŸüphesiz ki Türkiye için “potansiyel altı” ve “iÅŸsizliÄŸi artıracak” bir büyüme sayısı olacaktır. Ancak maliye politikasının devreye girip yatırım ortamının canlanmadığı, uygulanan politikalara güven kazanılmadığı sürece, daha iyimser ve "büyümeden feragat etmeden" enflâsyonu düÅŸürecek bir tablodan bahsedebilmek çok zor.

Özellikle 2019-20 döneminden bu yana yüksek seyreden enflâsyon, ekonomik istikrarı tehdit eden temel unsurlardan biri olmaya devam etmektedir. Hem yerel hem de küresel ölçekte alınan ekonomik kararlar ve dış etkenler, Türkiye’nin enflâsyon dinamiklerini doÄŸrudan etkilemektedir. 

Öncelikle OVP’a göre, 2025 yılsonu enflâsyon tahminini yüzde 17,5 olarak belirlenmiÅŸti. TCMB’nın 2024’te yayınladığı son enflâsyon raporunda ise 2025 için tahmin yüzde 21 idi. Banka BaÅŸkanı’nın 7 Åžubat’ta “Enflâsyon Raporu 2025-I” için yaptığı sunumda bu tahmin yüzde 24’e yükseltildi. Daha önce de belirttiÄŸimiz gibi, TCMB tarafından yapılan “piyasa yapıcıları anketinde” yapılan tahmin yüzde 27,05 oranıdır.

Ulusal kuruluÅŸların tahminlerinin yanında bazı uluslararası kuruluÅŸlar, daha yüksek oranlarda projeksiyonlar sunmaktadır. IMF, Türkiye'ye iliÅŸkin 2024 yılı 4. Madde Konsültasyon Raporu'nda Türkiye’nin 2025 yılı enflâsyon oranını yüzde 24 olarak öngörürken, OECD’nin Economic Outlook raporu ise yüzde 30,7 tahmininde bulunmaktadır. 

Bununla birlikte, uluslararası yatırım bankalarının ve kredi derecelendirme kuruluÅŸlarının analizleri, Türkiye’de enflasyonun yapısal sorunlarla baÄŸlantılı olarak daha da yükselebileceÄŸini iÅŸaret ediyor. JP.Morgan, 2025 yılı için yüzde 26 enflasyon tahmininde bulunurken, Deutsche Bank ise yüzde 25,4 oranını öngörüyor. Bu tahminler, Türkiye’nin mali disiplin ve para politikası çerçevesindeki reformlarının etkili olup olmayacağına yönelik belirsizlikleri ortaya koymaktadır. 

Yazımızın baÅŸlarında da belirtildiÄŸi gibi, 3 Åžubatta TÜİK, ENAG, İTO tarafından açıklanan Ocak ayı aylık ve yıllık manÅŸet enflâsyon oranları, yukardaki sırayla 5.03, 42.12; 8.22, 81.01; 5.16, 48.40 olarak hesaplanmıştır.

ÜFE ise Ocak ayında yüzde 3,06 oranında artış gösterdi. ÜFE’ye girdi maliyetlerinin göstergelerinden biri olarak bakarsak, “girdi maliyeti sınırlı artmış” görünmektedir. DiÄŸer yandan “USD/TLY paritesinin yatay seyri”, ithal girdi maliyetini “sınırlayıcı” düzeydeydi. GörüldüÄŸü gibi maliyet tarafındaki bu geliÅŸmeler, yüzde 5’lik aylık perakende fiyat artışlarını tam açıklayamıyor.

ManÅŸet enflâsyonun yüksekliÄŸinde; fiyatlama davranışlarında süregelen bozulmalar, enflâsyon beklentilerindeki çok yavaÅŸ gerileme, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar, verimliliÄŸin artmaması ve yüksek gelirlilerin canlı iç ve dış talebi oldukça etkili olduÄŸunu düÅŸünmekteyiz.

Kısacası, henüz yılın ilk ayındayız ve açlık sınırı asgari ücreti geçmiÅŸ oldu. GörüldüÄŸü gibi ücretler baskılanınca enflâsyon da düÅŸmedi

Özellikle dış finansman baskıları, enerji fiyatları ve kur oynaklıkları, enflâsyon oranları üzerinde belirleyici rol oynamaya devam edecek gibi görünmektedir. Hem küresel koÅŸullar hem de yerel ekonomik önlemler, enflâsyon beklentilerinin ne ölçüde gerçekleÅŸeceÄŸini belirlemede kritik rol oynayacağı açıktır.

Dış koÅŸullar baÄŸlamında ABD ile Kanada, Çin, Meksika arasında uzun yıllar sürecek olan tarife savaÅŸları baÅŸladı. ABD gümrük tarifelerini yükseltirken diÄŸer ülkeler de aynı ÅŸekilde cevap verdiÄŸi sürece ve bu tarife savaÅŸlarına Avrupa ülkeleri de katıldıkça, “küresel enflâsyonun yeniden yükselmesi” olasılığını da göz ardı etmemek gerekir. Bu noktada, küresel enflâsyon ithal eden bir ülke konumunda olan Türkiye’nin Merkez Bankası’nın, PPK toplantısının yapılacağı 6 Mart günü faiz indirimi konusunda rahat olmaması için bir baÅŸka neden ortaya çıkmaktadır.

2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinde bütçe giderleri 14.7 trilyon TL, bütçe gelirleri ise 12.8 trilyon TL olarak öngörülmektedir. 2024 bütçesi ise 8.4 trilyon TL gelir, 11.9 trilyon TL gider olarak belirlenmiÅŸti.

Hiç iç açıcı olmayan 2025 yılı gider bütçesiyle ilgili gözlemlerimizi aÅŸağıdaki satır baÅŸlarında toplayabiliriz. 

- Karşımızda “transfer harcamaları” ağır basan bir yıllık bütçe vardır. 14.6 trilyon TL tutarındaki “bütçe giderlerinin” 1 trilyon 950 milyar TL’sı, yâni yüzde 15’den fazlası “faiz”; 6.3 trilyon TL’sı, yani yüzde 43’ü “cari transferlere” ayrılmıştır. Bunun anlamı, bütçede gerçek hizmete ayrılan pay çok küçüktür.

- Enflâsyonla mücadele döneminde sermaye giderleri kaleminde indirime gidilmeden, “ulaÅŸtırma yatırımlarının ödenekleri”, her zaman olduÄŸu gibi “baÅŸat konumunu” korumuÅŸtur.

- Kamu hizmet kalitesini etkileyen mal ve hizmet alımları aşırı sınırlandırılmış.

- Yazılı ve sözlü basına iÅŸ talebi saÄŸlayan bazı kurumların ödenekleri yine artırılmış.

- Taşıt giderlerinde herhangi bir kısıntıya gidilmemiş.

Kısacası, kamu harcamalarında “tasarruf” ve “verimlilik” yine göz ardı edilmiÅŸtir.

dGelir tarafına baktığımıza, bütçe vergi gelirleri 2025 yılı için 12.6 trilyon TL (geçen yıl 8.3 trilyon) olarak öngörülmüÅŸtür. 2025 yılı vergi gelirlerinin alt kalemlerine kısaca göz attığımızda aÅŸağıdaki bulgulara ulaÅŸmaktayız:- 

- Gelir vergisi için 2024 yılında yaklaşık 1.2 trilyon TL tahsilat öngörülmüÅŸ ve aşılmıştı. Ancak 2025 yılında bu hedef, yüzde 44 artışla 2 trilyon 151 milyar TL olarak öngörülmüÅŸ olup, ulaşılabilir nitelikte durmamaktadır.

- Kurumlar vergisi için 2024 yılı felaket yılı olmuÅŸ, özellikle TCMB’nın KKM zararları nedeniyle kurumlar vergisi çıkmamış ve tahsilât düÅŸmüÅŸtü gerçekleÅŸme oranı yüzde 70). Buna karşın 2025 yılı için kurumlar vergisi hedefi yüzde 53 artışla 1.7 trilyon TL olarak, “uçuk” bir rakam olarak hedeflenmiÅŸ.

- 2024 yılında dâhilde alınan KDV tahsilât hedefi 1.6 trilyon TL iken 2025 yılında bu hedef yüzde 72,7 artışlar 2.9 trilyon TL olarak belirlenmiÅŸ. Yâni enflâsyonu önlemek adına tasarrufa gidilecek, tüketim baskılanmaya çalışacak; ama KDV tahsilat hedefinde böylesi bir artış hedeflenecek. Kısacası “hayal”. 

- Bir baÅŸka uçuk vergi geliri de, ÖTV. 2024 yılına ait 1.4 trilyon TL hedef, anti enflasyonist politikalara raÄŸmen 2025 yılı için yüzde 52 artışla 2.2 trilyon TL olarak hedeflenmiÅŸ. 

2025 yılı bütçesini genel olarak deÄŸerlendirirsek;

Åžöyle ki;  2025 yılı için vazgeçilmesi plânlanan vergi tutarı 3 trilyon 5 milyar TL.  Bu rakam geçen yıl 2 trilyon 777 milyar TL olarak öngörüldüÄŸü halde, hem madde sayısı hem de hacim yüzde 8 artırılmış. Açıkçası vazgeçilen vergilerden vazgeçilmemiÅŸ! Bir baÅŸka anlatımla, öngörülen vergilerin yüzde 24’ünden yani dörtte birinden vergi alınmaması kararı devam ettirilmiÅŸ.

SONUÇ YERİNE

Görünen o ki, 2024’te yaÅŸanan ekonomik geliÅŸmeler, 2025’teki küresel ve yerel ekonomik stratejileri ÅŸekillendirecektir. Bu baÄŸlamda dünya genelinde korumacılık ve izolasyon yükselirken, Türkiye’de 2025 , “enflâsyon ve durgunluÄŸun birlikte yaÅŸandığı bir yıl olacaktır.

YaÅŸanan acı uygulamalar göstermiÅŸtir ki, eÄŸer yaÅŸanan “yapışkan” ve baÅŸat nedeni “maliyet artışı” olmayan enflâsyon sorunu çözülmek isteniyorsa, bunu çözümü için sadece “parasal önlemler” yeterli deÄŸildir. Etkin bir maliye politikasının yanında fiyat düzenlemeleri olmadan enflâsyonun kontrol altına alınamayacağı çok açıktır. 2024 yılında uygulanması gereken “acı reçete” konusunda herkesin elini taşın altına koymasını gerektirecek “cesur maliye politikası” adımları, “siyasi maliyetinden” dolayı popülist ülke yönetimince uygulanamadı ve TCMB yalnız bırakıldı. 

Filhakîka maliye, bütçe politikaları da devreye alınsa da baÅŸarı saÄŸlanamayacak gibi durmaktadır. Zira insanların 2025’te enflâsyonun düÅŸmeyeceÄŸine dair beklentisi kırılamamıştır. Buna ek olarak yurttaÅŸların TÜİK tarafından açıklanan rakamlara da güveni kalmamıştır. 

Ve bu arada TCMB, üzerinde oluÅŸan baskılara daha fazla dayanamayarak “faiz indirimlerine” baÅŸladı. Ancak geliÅŸen koÅŸulların, erken baÅŸlanan bu faiz indirimlerinin “sürdürülebilir” nitelikte olmadığını; 2025 için gerçek enflâsyon tahminlerinin yılın ikinci çeyreÄŸinden önce faiz indirimine izin verecek bir tablo sunmadığını ve tersine yıl içinde TCMB'nin (geçen hafta yaptığı gibi) 2025 sonu enflâsyon tahminini yukarı yönlü güncellenme olasılığının yüksek olduÄŸunu; yılsonu yıllık gerçekmanÅŸet enflâsyonun yüzde 30’un üzerinde olacağını söyleyebiliriz.

Ülke dış satımının, ulusal gelirde ve ekonomik büyümedeki payının önemi artık net olarak izlenmektedir. Ancak, Uluslararası bankaların yaptığı çalışmalar, ABD ile Avrupa arasındaki bir kavganın Avro bölgesinin büyümesini 1 puan aÅŸağı çekeceÄŸine iÅŸaret etmektedir. Avrupa’nın yavaÅŸladığı bir ortamda, döngüsel ürün ihracatı yüksek olan Türkiye, pazar payını artırarak ihracatını artırabilir mi? 

Bu sorunun yanıtı da, Avrupa ile Çin arasındaki kavga sonunda Çin’in kaybedeceÄŸi pazardan Türkiye’nin ne kadar pay alacağına baÄŸlı olarak belirlenecektir. Asya’da Türkiye’den daha rekabetçi Güney Kore, Tayvan, Vietnam gibi ülkeler, Çin’in satamadığı kapasite ile gümrük vergisini artırmamış üçüncü ülkelerde ticaret savaşına girmesi,  2025 yılında ülkemizin dış ticaretini zorlaÅŸtıracak temel konular olarak durmaktadır.

Toparlayacak olursak, zorlu bir 2025 yılı ülkeyi beklemektedir. 2025 yılı sonunda yüzde 30-35 aralığında bir yılsonu enflâsyonu ile tutarlı olan büyüme rakamının yüzde 2,5-3 bandında kalacağını düÅŸünmekteyiz.  Küresel ticaret savaÅŸları ve dezenflâsyon sürecinin kesintiye uÄŸraması, doÄŸal olarak tahminimiz üzerinde “aÅŸağı yönlü riskler” getirecektir. Buna karşın Trump’ın kuzeyde ve güneyde devam eden savaÅŸları sona erdirmesi de, düÅŸük olasılıklı ama yüksek etki yaratacak pozitif bir senaryo olarak hesaba katılabilir.

Ersin Dedekoca                                                                                                                              14 Åžubat 2025