Türkiye için 2023 yılı, Yargıtay’da bir grup yargıç tarafından baÅŸlatılan bir “sivil darbe” ortamından geçtiÄŸi; dış politikada “U dönüÅŸlerin” çoÄŸaldığı; bütçe ve cari açıkta olaÄŸanüstü rakamların, enflâsyonda ise rekorların yaÅŸandığı; gelir dağılımı ve eÄŸitimin bozulduÄŸu; reel faizin görülmemiÅŸ yüksek negatif oranlara çıktığı; toplumsal barışın bozulup, “tek adam rejimi” ile zaten “topal” olan demokrasi uygulamasının “otokrasiye” dönüÅŸtüÄŸü ve iki farklı “ekonomik politikanın” uygulandığı bir yıl oldu.
Ülke ekonomisi, yılın ilk 5 ayında, 2022’nin devamı olarak “ultra geniÅŸlemeci” para ve maliye politikaları, yılın ikinci yarısında ise kademeli bir çerçevede “sıkılaÅŸan para politikası” ile ÅŸekillendi. İstihdam ve iÅŸsizlik, dış ticaret, kamu maliyesi ve borcu, yüksek enflâsyon, cari denge, yatırım, tarım ve ekonomiyle ilgili kurumlar konularında önemli sorunlar yaÅŸandı. Ancak tüm sıkıntılara karşın ülke ekonomisi, bir “ödemeler dengesi krizine” girmeden 2023 yılını kazasız atlatmayı baÅŸardı! Ama ülkenin geleceÄŸi, bağımsızlığı, güvenliÄŸi ve güvenilirliÄŸi yönlerinden hangi maliyetlere katlanarak?
Ä°Ç SİYASETİN ve KURUMLARIN DURUMU
Türkiye’de yaÅŸanan “yüksek kronik enflâsyonu”, hatalı ekonomi politikalarıyla hazırlayan 21 yıllık ÅŸimdiki ülke yönetimi, iktidarını sürdürmüÅŸ olsa da “çok yıpranmış” durumdadır. Kendisinin oldukça sağında, çok daha radikal grupların yardımına ihtiyaç duymaktadır. YRP, Hüda-Par ve MHP’nin desteÄŸi ile iktidarını sürdürebilmektedir.
Türkiye yönetiminde egemen olan anlayış, dünyanın bazı ülkelerinde de hâkim olan “otoriter saÄŸ popülizmdir”. Aslında bu yönetim kavramı, “otoriter neoliberalizmin” dönüÅŸüm yaÅŸamış günümüzdeki ÅŸeklidir. Otoriter neoliberalizm daha çok Avrupa’da, 2008 krizine karşı geliÅŸtirilen krizden çıkış stratejilerinin teknokratik ve anti-demokratik yönlerine vurgu yaparken; “otoriter saÄŸ popülizm” kavramı, “milliyetçi muhafazakâr” güçlerin, popülizmi bir iktidar stratejisi olarak kullanmalarını vurgulamaktadır. Ancak otoriterliÄŸin bu farklı çeÅŸidinin ortak paydası, kapitalist sistemde yaÅŸanan ekonomik krizin yönetilmesinin, giderek “daha az demokratik rejimlerle” olanaklı olmasıdır.
GeçmiÅŸ yılda Türkiye ile ilgili en dikkat çekici olarak akıllarda kalacak olan, bir yandan Eylül ayında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hüküm ve kararlarına uyulmaması ve diÄŸer yandan Anayasa Mahkemesi kararlarının baÄŸlayıcılığının savsaklanması olacaktır.
İlk olarak 2016 yılında “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına sessiz kalınarak, saygı duyulmadığı” söylenen bir baÅŸlangıçtan bugün, bu Mahkeme’nin kararlarının dinlenmediÄŸi bir duruma gelinmiÅŸtir. Kısacası, Anayasa’ya raÄŸmen Anayasa Mahkemesi kararlarının, ilk derece mahkeme ve Yargıtay tarafından dikkate alınmaması olgusu yaÅŸanmaktadır.
BilindiÄŸi gibi Anayasa, bireylerin toplum içinde yaÅŸamalarını, bireysel haklarını savunmalarını, ekonomik olarak refah saÄŸlanmasını garanti altına alacak olan yasama, yürütme ve yargı organlarını baÄŸlayan (içtihadı benimseyen) bir belge ve kurumdur. Yargı erkinin en yüksek kurumu olan “Anayasa Mahkemesi’nin” kararına uyulmaması, “hukuksuzluÄŸu olaÄŸanlaÅŸtırmak” dışında; mevcut Anayasanın teminatı olan metnin deÄŸiÅŸtirilmesi tartışmalarını, geçim derdinde olan halkın böyle isteÄŸi olmamasına karşın yaratılan “algı çarpıtılması” çalışmalarını da beraberinde getirmiÅŸtir. Bu durumda ya bu geliÅŸmeye dur denilecek ya da bu hareket, kendi karakterine uyan bir ÅŸekilde adım adım diÄŸer Anayasal kurumları da ortadan kaldıracaktır.
- Sorgulanmayan Yönetim
Daha önce ÅŸehirlerin çeperlerine doÄŸru gitmiÅŸ olan yoksulluÄŸun, giderek ÅŸehir merkezlerine doÄŸru da ilerlediÄŸi gözlenmektedir. Sadece iÅŸsiz olanların deÄŸil, iÅŸi olanların da sadece mavi yakalıların deÄŸil, beyaz yakalıların da, fabrikadakinin de ofistekinin de öÄŸrencinin de akademisyenin de ortaklaÅŸtığı bir yoksulluk giderek yaygınlaÅŸmaktadır. Kiracıyla ev sahibinin, iÅŸverenle emekçinin, esnaf ile müÅŸterinin birbirini “düÅŸman olarak görmeye baÅŸladığı” bir düzen hızlıca oluÅŸmaktadır.
Her bir toplumsal sınıfın bir diÄŸeriyle karşı karşıya geldiÄŸi süreçte en az sorgulananın ise ülkenin bu duruma gelmesine ve kutuplaÅŸmasına yol açan iktidar olduÄŸu ÅŸaÅŸkınlıkla gözlenmektedir. Bu “ÅŸaşırtıcı kabullenmenin” gerisindeki etkenleri aÅŸağıdaki baÅŸlıklarda toplayabiliriz:
-EÄŸer iktidarı sorgularsa iÅŸinden olmak veya yargılanmak gibi bir dizi risk olduÄŸunu düÅŸünme ÅŸeklinde kendini bulan bir tür “sinme” ve “korku”.
-Yaygın din inancının, hazırlanmış bir plâna göre, yaÅŸamın, siyasetin, iÅŸ dünyasının, eÄŸitimin ve kamunun her alanına girmesi ve bu geliÅŸmenin dikkatli bir ÅŸekilde eleÅŸtirilerden uzak tutulması. Söz konusu uygulamaya yönelik eleÅŸtirileri sahiplerinin dışlanma, ayıplanma, dinsiz yaftasına maruz kalması. Bu baÄŸlamda dini konularda popüler “hoca” sıfatlı kiÅŸilerce sosyal medyada, “ekonomik zorluklara direnmenin dinsel öneminden-fakirliÄŸin faziletlerinden” sıkça bahsedilmektedir. Hâsılı dört bir koldan milyonlara, yoksulluÄŸu kabulün “ne kutsal bir deÄŸer” olduÄŸu anlatılmaktadır.
-”Nas” diyerek “faiz sebep, enflasyon sonuç” önermesiyle ekonomideki kriz derinleÅŸtirildiÄŸinde de, faizler “dini mesaj-seçim öncesi büyüme” ikili oy potansiyeli düÅŸünülerek 8.5’a indirildiÄŸinde de, seçim sonrası 10 ayda yüzde 45’e çıkarıldığında da alkışlayanlar, “bütün bunlar dâva için yapılıyor” demektedirler. Keza, zamana ve duruma göre sık sık deÄŸiÅŸen bu “dâva”nın ne olduÄŸu da tartışılmamaktadır.
-YoksulluÄŸun-fakirliÄŸin “dış güçlerin memleketi dize getirmek için” ortaya çıkardığını savunanlar, bu iddialarını “beka ve dış güçler” olarak adlandırmaktadır. Bu algı bükülmesinin müÅŸterileri de trollerin ve iktidarın propaganda aygıtlarının “Avrupa’da-ABD’de insanlar bir dilim ekmeÄŸe muhtaç” algısına inananlar; fakirliÄŸi sorgulamamanın “beka sorunu yaÅŸamamak” anlamına geldiÄŸini kabullenenlerdir.
-Sendikaların zayıflığı-toplumsal muhalefetin sinmesi: 1980 düzeninin bir sonucu olarak 2000’lerde, asgari ücretten, çalışılan yerdeki hak mücadelesine kadar her alanda geri kalmış, âdeta yok olmuÅŸ sendikacılık. Sokaktaki en doÄŸal-demokratik protesto hakkı kolluk güçlerinin ağır ÅŸekilde müdahalesiyle karşılık bulduÄŸu için durgunlaÅŸan “toplumsal muhalefet” olgusu.
-Muhalefet partilerinin yeni bir umut yaratamaması-yol açamaması olgusunun da söz konusu “sinme” gerçeÄŸinde önemli bir payı bulunmaktadır. Bir baÅŸka anlatımla, “iktidar olmazsa muhalefet var” denilememesi. Mayıs 2023 sonrasında, her biri ayrı bir yere savrulan muhalefet partilerinin kendi içlerindeki “deÄŸiÅŸim” ya da “deÄŸiÅŸim arayışına raÄŸmen” büyük bir ivme yakalayamamaları.
* Artan Eşitsizlik ve Eriyen Orta Sınıf
TÜİK’in, 2022 yılını referans alan gelir dağılımı istatistiklerinin hesaplandığı Gelir ve YaÅŸam KoÅŸulları AraÅŸtırması 2023 yılı sonuçlarına baktığımızda, gelir dağılımının, bir önceki yıla göre daha da bozulduÄŸunu görmekteyiz.
KiÅŸisel gelir dağılımının “eÅŸitlik/eÅŸitsizlik durumunu” ölçmekte kullanılan iki ölçü bulunmaktadır. Bunların ilki, 0 ile 1 arasında deÄŸiÅŸen ve sıfıra yaklaÅŸtıkça eÅŸitliÄŸin, bire yaklaÅŸtıkça eÅŸitsizliÄŸin arttığını gösteren “Gini Katsayısı” dır. Türkiye’de Gini Katsayısı oldum olası yüksektir ve çok dalgalanır. Bu katsayı 1973’te 0,51, 1987’de 0,43, 1994’de 0,49 olmuÅŸtur. 2002-2023 yılları arasında önce ciddi oranda düÅŸmüÅŸ, sonra tekrar artmıştır. 2021 yılında 0,415 olan Gini Katsayısı 2022 yılında 0,433’e 2023’te de 0,445’e yükselmiÅŸtir. Buna göre son 3 yıldaki Gini katsayısı, bir önceki yıla göre daha da bozulmuÅŸtur.
Kaynak: TÜİK Gelir Dağılımı İstatistikleri
İkincisi ise, gelirden “en yüksek payı alan yüzde 20’lik nüfus grubunun” elde ettiÄŸi gelir ile gelirden “en düÅŸük payı alan yüzde 20’lik nüfus grubunun” elde ettiÄŸi gelir arasındaki farkı gösteren “P80/P20 Oranı”dır. P80/P20 Oranı 2022’de 2021’e göre daha da yükselmiÅŸ (fark 8 kattan 8,4 kata çıkmış) bir baÅŸka ifadeyle en fazla gelir elde edenlerle en az gelir elde edenler arasındaki fark açılmıştır.
Gelir dağılımındaki eşitsizliği aşağıdaki tablo pekiştirmektedir:
Kaynak: TÜİK Gelir Dağılımı İstatistikleri 2023
Buna göre nüfusun en yüksek gelir elde eden yüzde 20’lik grubu GSYH’nın yüzde 49,7’sini, geri kalan nüfus (toplam nüfusun yüzde 80’i) toplam gelirin yüzde 50,3’ünü almaktadır. 2023 yılında nüfusun en yüksek gelir elde eden yüzde 20’sinin aldığı pay, 2022’deki payından 1.8 puan fazladır. Buna karşılık en alt yüzde 20’nin payı ise 0.1 puan azalarak yüzde 5.9’a inmiÅŸtir. Yukardaki tabloda da görüleceÄŸi gibi, bu paylaşım da yıldan yıla bozulmakta, varsıl kesimin payı giderek artmaktadır.
Gelir dağılımında yaÅŸanan bu bozulmanın en temel nedeni 2021 Eylül ayından baÅŸlayarak 2023’ün ortasına kadar süren faiz düÅŸürme politikasıdır. Bu politikanın enflâsyonda yarattığı büyük sıçrama gelir dağılımını bozmuÅŸtur.
DiÄŸer yandan, ilk ve son yüzde 20’lik grubun dışında kalan ortadaki yüzde 60’lık “orta gelir sınıfı” nın payı da 1.7 puan azalmıştır. Giderek ulusal gelirden aldığı payı düÅŸen, “kent yoksulu/ lümpen-proleter” niteliÄŸe doÄŸru nitelik deÄŸiÅŸtiren “orta sınıftaki” bu dönüÅŸüm ve olgunun, Ersin KalaycıoÄŸlu hocamızın belirttiÄŸi gibi, demokrasi için gerekli olan güçlü ve siyasetten bağımsız ve “sürdürülebilir bir demokrasi” için gerekli olan “orta sınıf mevcudiyetini” zayıflattığı da ayrı bir risk olarak durmaktadır.[1]
- Uluslararası Kuruluşların Değerlendirmeleri
Ankara yönetimi her fırsatta “dayatmacı, yasakçı, baskıcı deÄŸiliz. Özgürlükçüyüz!” demektedir. Ancak dünya ülkeyi öyle görmemektedir.
Bu baÄŸlamda Freedem House Raporuna göre Türkiye, “özgürlük sıralamasında”, 195 dünya ülkesi arasında 146 ncı sıradadır. KuruluÅŸa göre dünyada “özgür olmayan” 49 ülke vardır ve maalesef Türkiye’ye bu kategoride yer verilmektedir. Keza Türkiye, dünyada son 10 yılda özgürlüklerin gerilediÄŸi 5 ülkeden biri olarak gösterilmektedir.[2]
Dünya Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) raporunda da Türkiye, basın özgürlüÄŸü konusunda 180 ülke arasında ancak 165 nci sırada yer bulabilmiÅŸtir.[3]
2022 yılsonu için hazırlanan “sefalet endeksi/ Hanke’s Annual Misery Index (HAMI)”, ülkede sefaletin arttığını göstermektedir.[4] Buna göre Türkiye, sefalet endeksindeki “en kötüden en iyiye sıralamasında” dünyada 10 ncu sırada yer almaktadır. Türkiye, 2017 yılında “cumhurbaÅŸkanlığı baÅŸkanlık sistemine” geçmeden bir yıl önceki endekste 14ncü sırada bulunmaktaydı.
DiÄŸer yandan ülke, verileri 149 binden fazla insan ve 3 bin 400 hukukçu ve uzman tarafından doldurulan küresel anketlerden elde edilen, “2023 yılı hukukun üstünlüÄŸü endeksinde (Rule of Law Index)” de 142 ülke arasında 117nci sıraya düÅŸtü.[5]
Keza, İngiltere merkezli “Uluslararası Åžeffaflık Örgütü (Transparency International)” nün 1995’ten bu yana her yıl yayınladığı “yolsuzluk algı endeksi (CPI)” nde Türkiye, 14 basamak gerileyerek, 115nci sırada yer aldı.[6] (Endeks 1995’te ilk kez yayınlandığında Türkiye 29ncu, AKP’nin iktidara geldiÄŸi 2002’de de 64ncü sıradaydı) Bu endekste de Türkiye’nin durumu vahim. Zira yeri 2022’den bu yana iki sıra daha geriledi. Türkiye’nin 2015’ten bu yana endeks puanı, aşırı baskın bir yürütme organı ve demokratik denge ve denetleme mekanizmasının yetersizliÄŸinden 8 puan geriledi ve 34 puana düÅŸtü. Rapora göre, “Türkiye’de yolsuzlukla mücadele yasalarının yetersizliÄŸi, bu yasaların uygulanmasındaki isteksizlik ve yargı bağımsızlığının olmaması ilerlemenin önünde engel oluÅŸturmaktadır. Nitekim Åžubat 2023 depreminin trajik sonuçları, yolsuzluÄŸun bedelinin bazen insan hayatıyla nasıl ödendiÄŸini gösteriyor”.
ÇOK U DÖNÜÅžLÜ DIÅž POLİTİKA
Türkiye’nin dış politikasına baktığımızda, ülkeyi 21 yıldır yöneten Hükümetin geçmiÅŸte komÅŸularla bozduÄŸu iliÅŸkileri, “ekonomik sıkıntılar” ve “diplomatik açıdan yalnızlaÅŸma” gibi kaygılar yüzünden çözmek zorunda kaldığını görmekteyiz. Kısacası Türkiye, daha edilgen; pazarlık gücü düÅŸük; elindeki kozları kullanamayan; mevcut yönetimin, Türkiye’nin sahip olduÄŸu objektif güç verilerini, 21 yıldır süren kendi iktidarı için kullanmayı tercih eden; uluslararası iliÅŸkilerini iç politika malzemesi olarak kullanmaktan çekinmeyen bir ülke haline getirildi.
Bu nedenle ülke dış politikada bir dönüÅŸüm içinden geçmektedir. Åžimdilerde, geçmiÅŸte birçok komÅŸusuyla iliÅŸkilerini bozmuÅŸ, bölgesinde dışlanmış; iliÅŸkileri toparlamak için alttan alan, krize soktuÄŸu ekonomiye “sıcak para” bulabilmek için el açan; bölgede yaÅŸanan çok sayıdaki geliÅŸmeye karşın ya sesi yüksek çıkmayan ya da yüksek çıktığı olaylarda herhangi bir eylemi, giriÅŸimi olmayan bir yönetim görmekteyiz.
Bu nedenlerle, bölgesel açıdan bakıldığında birçok komÅŸusuna göre “kapasitesi yüksek” olan, bölgesel siyasette olumlu rol oynayabilecek bir ülke olarak Türkiye, mevcut potansiyelini, geçmiÅŸte kırdığı, bozduÄŸu iliÅŸkileri düzeltmek ve Ege Adaları’nı tek taraflı iÅŸgal eden Yunanistan’a yönelik “pasif politikasını” terk etmek için harcamak zorunda kalmaktadır. EndiÅŸe verici olan Türk dış politikasının ödemeler dengesi “sıcak paraya” sıkıştıkça, “daha fazla ödün vermeye” baÅŸlayacak olmasıdır.
Normal koÅŸullarda Türkiye’nin Yunanistan ya da Ermenistan ile iliÅŸkilerini düzeltmesinde elbette bir sorun yoktur. Sonuçta komÅŸularıyla sürekli bir gerilim içinde yaÅŸamanın Türkiye’ye bir faydası olmaz. Ama yönetimin, çoÄŸu zaman saÄŸlam bir temeli olmayan, o sırada iktidarın ihtiyaçlarına denk düÅŸen ya “gerilim” ya da “fazla uzlaşı” pozisyonuna kaymasıdır.
Åžurası bir reel dış politika kuralıdır ki, küresel siyaset dünyada bütün ülkeleri pragmatik davranmaya zorlayabilmektedir. Türkiye de zaman zaman dış politikasında esneyebilir. AKP iktidarındaki Türkiye’nin sorunu ise küçük çaplı esneme, uzlaşı deÄŸil, “derin savrulmalar” içinde olmasıdır. Türkiye ölçeÄŸindeki ülkelerin aynı iktidar döneminde, bu ölçüde birbirinin zıddı politikalar izlemesi pek sık rastlanan bir uygulama deÄŸildir. Çünkü devletler, iyi ya da kötü, doÄŸru ya da yanlış hareketle, geçiÅŸte eÅŸgüdümle belirlenmiÅŸ stratejiyi hayata geçirmeye çalışırlar. Ülkemizde gözlenen bu anlık taktik manevralar (zikzaklar), iç ve dış politikayı örtüÅŸtürmek gibi siyasilerin, kısa vadeli siyasi önceliklerden kaynaklanmaktadır.
ÖrneÄŸin Yunanistan ile iliÅŸkilerde, herhangi önemli bir geliÅŸme olmadan önce gerilim sonra da uzlaÅŸmaya varma gibi, her ikisi de açıklamaya muhtaç hamlelerle karşılaşıyoruz. Yoksa temelleri saÄŸlam atılmış, mekanizmaları düzgün kurulmuÅŸ iyi komÅŸuluk iliÅŸkilerine kimsenin itirazı olmaz.
Türkiye-Mısır iliÅŸkilerindeki normalleÅŸme meselesinde de sorgulanan husus, iliÅŸkilere niçin 11 yıl ara verildiÄŸi ve bu geçen yılların “Türkiye yumuÅŸak gücüne” verdiÄŸi hasarlar ve geçen bu 11 yılın ülke ekonomisine maliyetinin parasal karşılığının ne olduÄŸudur.
Küresel ve bölgesel jeopolitik gerilimler giderek artmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin kritik bir coÄŸrafyadaki konumu, tutumu, kendini nerede gördüÄŸü çok daha fazla önem taşımaktadır.
Türk dış politikası, geçmiÅŸte öngörülemez nitelikte iken günümüzde, ekonomik olarak kırılgan, imaj olarak olumsuz, diplomatik olarak izole edilmiÅŸ bir halde ciddi bir soruna dönüÅŸmüÅŸtür.
HER YÖNÜYLE SIKINTILI BİR EKONOMİK DURUM
Ülke ekonomisinde 2023’de yaÅŸananlar ve içinde bulunduÄŸumuz yıl için tahminler, 2024 yılını “sınıf mücadelelerinde” yeni bir dönemin baÅŸlatıcısı olabilecek dinamikleri de içinde barındırdığı öngörüsüne yol açmaktadır. Nesnel koÅŸulların bu öngörümüze destek olduÄŸunu, öznel koÅŸulların ise henüz hazır olmadığını da bu arada belirtmeliyiz.
TÜİK, “tüketici enflâsyonunu (manÅŸet enflâsyon)” 2023 yıl sonunda yüzde 64,8, ENAG ise yüzde 127 olarak açıklamıştı. TCMB’nın yayınladığı son Enflâsyon Raporu’nda, enflâsyonun 2024’ün ilk yarısı boyunca yükseleceÄŸi belirtmektedir.[7] TÜİK verilerini doÄŸru kabul ettiÄŸimizde bile, ülkenin ücretlilerinin yüzde 60’ının aylığı haline gelen “asgari ücretin” yani 17 bin 2 TL’nin, yılın beÅŸinci ayında “açlık sınırının altına düÅŸeceÄŸi” anlaşılmaktadır. Yıl içinde bu ücrete yeni zam yapılmayacağı söylendiÄŸi için, yılın geri kalan aylarda emekçilerin önemli bir kısmı açlık sınırı altında kalacaktır. Yılsonunda yüzde 40 ile 50 arasında yapılmış zamlar, zaten geçinemez durumdaki 16 milyon emeklinin durumunu daha da güçleÅŸtirecektir. Bunun yanında da iÅŸsizler, ne eÄŸitimde ne iÅŸte olamayan gençler…
- U DönüÅŸlü Son Üç Yılın Ekonomi Politikası
2021 Eylül ayında enflâsyon yüzde 19 ve yükselme eÄŸilimi gösterirken TCMB, daha önce defalarca denenip hiçbir zaman baÅŸarıya ulaÅŸmamış bir yola girerek, yüzde 19 olan politika faizini düÅŸürmeye baÅŸladı. Bu uygulama, politika faizi yüzde 8,5’e ininceye kadar aylarca devam etti. Bankalar da, TCMB’nın bu uygulamasına uygun biçimde hem mevduat hem de kredi faizlerini düÅŸürdü. Sonuçta, sanki enflâsyon yükselsin diye tasarrufa “negatif reel faiz”, kredilere de enflâsyonun altına faiz uygulanma dönemi baÅŸladı.
Bu geliÅŸme Türkiye’de “ucuz kredi” döneminin kapısını açtı. Parası olanlar, paralarının satın alma gücünü faizle koruyamayacağını görünce konut, araba veya diÄŸer malları satın almaya yöneldiler; parası olmayanlar ise ucuz krediden yararlanarak kredi alıp ve konut, araba, diÄŸer malları satın aldılar.
Paranın deÄŸeri düÅŸtükçe paradan kaçış hızlandı ve harcamaya yöneldi. Literatürde örneÄŸi olmayan “sebep: düÅŸük faiz, sonuç: düÅŸük enflâsyon” politikasının neticesinde “enflâsyon fırladı”. Dövize yöneliÅŸi önlemek için faizi artırmak yerine, bir yanlış daha yapılıp, kur korumalı TL mevduat hesabı (KKM) tezgâha, çeÅŸitli teÅŸviklerle birlikte konuldu. Bu ÅŸekilde kamu kaynaklarından (halkın ödediÄŸi vergilerden) varsıl kesime yeni bir “rant transferi” yapıldı. Enflâsyon yükseldiÄŸi için ücretli kesim ve gelirini enflâsyon kadar artırma olanağı olmayanlar kaybetmeye baÅŸladılar. Sonuçta, daha önce de belirttiÄŸimiz gibi “orta sınıf yok oldu”. Bu arada tüketime dayalı bir büyüme yakalandığı ve onun etkisiyle iÅŸsizlik azaldığı için sorun yokmuÅŸ gibi algılandı. Bu ÅŸekilde “sanal bir refah” sergilendi.
Hükümet, bu gidiÅŸin kötü olduÄŸunu fark ettiÄŸinde enflasyon yüzde 80’lere dayanmış TL, Amerikan Doları’na karşı büyük deÄŸer kaybı yaÅŸamıştı (2021 Eylül’ünde 1 USD = 8,40 iken 2023 Ortasında 1 USD = 23.633 olmuÅŸtu.) Sonunda bu gidiÅŸin sonunun kötü olduÄŸu geç de olsa fark edilince, Haziran 2023’de ekonomi yönetimi deÄŸiÅŸti ve TCMB faiz artırmaya baÅŸladı.
Bu defa bankalar da Merkez Bankası’nı izleyerek mevduat ve kredi faizlerini artırmaya yöneldiler. Bu durumda borcu olanlar ödeme vadesi geldiÄŸinde daha yüksek faizlerle kredilerini yenileme zorunluluÄŸu ile karşı karşıya kaldılar. Ekonomi politikasında yaÅŸanan böyle bir sert dönüÅŸün beklenen sonucu bellidir: Faizler artmaya devam ettikçe konut ve otomobil alımı düÅŸüÅŸe geçer, borsaya ilgi azalır, insanlar paralarını toparlayıp mevduata yönelmeye baÅŸlarlar. Tüketim mallarına olan talep düÅŸüÅŸe geçince büyüme de gerilemeye baÅŸlar ve yavaÅŸ yavaÅŸ iÅŸsizlik artışa geçer. Orta sınıf neredeyse yok olduÄŸu için artık bu çöküÅŸü dengeleyecek veya aktör olarak ortaya çıkacak toplum kesimi kalmamış olur. Tam tersine büyümedeki düÅŸüÅŸ, ücretliler ve gelirini ayarlayamayanlar için daha ciddi bir çöküÅŸün de habercisi olur. Åžimdilerde ülkede yaÅŸanan ve yerel seçimler sonrası daha da ÅŸiddetli olarak yaÅŸanacak olanlar özetle böylesine can sıkıcı.
- Yanlış Politika ve Yaşanan Krizin Maliyeti
Eskiden, içine girilen ekonomik kriz dönemde ortaya çıkan “geçmiÅŸteki hovardalığın bedelini” karşılamak ve çöküÅŸten çıkmak için IMF yardıma çağırılır; IMF’de, aÅŸağı yukarı ÅŸimdilerde ekonomi yönetiminin yaptığını (kamu ve CumhurbaÅŸkanlığı’nın tasarrufu dışında tutulan harcamaları hariç) yaptırır ve ekonomiyi desteklemek için de borç verirdi. Åžimdi IMF ve dış destek olmaksızın bunlar yapılmaya çalışılmaktadır.
TCMB’nın politika faizini artırmaya baÅŸlaması ve KKM’den çıkış çabaları bile ülkenin risk primini (CDS) 300’ün altına çekmeye yetti. Faiz artırmaya baÅŸlamadan önce CDS primi 834 baz puandaydı, bugün 290 baz puanda. Aradaki 544 baz puanlık fark, geçmiÅŸte uygulanan rasyonel olmayan politikanın maliyetidir. Bu fark Türkiye’ye yüksek dış borçlanma faizi ve doÄŸrudan yabancı sermaye yatırımlarının (UDY) kesilmesi ÅŸeklinde maliyet yüklemiÅŸtir.
Åžimdilerde özellikle esnaf kesimi, faizlerin artırılmasının kendilerine ağır bir fatura yüklemeye baÅŸladığından, haklı olarak yakınıyorlar. Bunların yaÅŸanacağını, daha ilk faiz düÅŸürme ve KKM’ye geçiÅŸ hamlesi sırasında ve sonrasında defalarca yazmış ve anlatmıştık. Ancak toplum çoÄŸunluÄŸunun sesi çıkmadı hatta bazıları bize kızdı, karamsar tablo çizmekle suçladı, faizleri düÅŸürmenin enflâsyonun düÅŸmesini saÄŸlayacağını savundu. Sonuçta ülke, beklenen fakat geç anlaşılması nedeniyle ağırlaÅŸmış bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya kalmış durumdadır.
TÜİK’in “Finansal yatırım araçlarının yıllara göre dönemsel reel getiri oranları”ndan yararlanarak Adalet Hazar tarafından yapılan bir çalışmada, 2005 yılından bu yana yatırım araçları getirilerinin enflâsyon karşısındaki seyri, bir baÅŸka ifadeyle “reel getirileri” incelenmiÅŸtir.[8]
Bu çalışmaya göre en fazla kaybettiren yatırım aracı “mevduat”, kaybedenler de “mevduat mudileri” olmuÅŸtur. Çalışmaya göre, 06.2017-07.2019 arası ve 11.2020’den itibaren ise sürekli, mevduat müÅŸterisi kaybeden durumundadır.
03.2017-06.2019 aralığı ile Kasım 2020’den itibaren de sürekli olarak DİBS yatırımcısı reel olarak kaybedenler tarafında kalmıştır.
Son üç paragrafta belirtilen ve tasarruf fakiri bir ülkede ellerindeki likiditeden bırakın reel faiz kazanmayı, anaparasının belli bir kısmını kaybeden yatırımcıların kayıpları da yanlış ekonomi politikasının maliyetleri arasına dâhil edilmelidir.
- Ulusal Gelirdeki Sanal Büyüme
2023 yılında, düÅŸük faiz, baskılanan kurlar, borçlanma artışı ve KKM yoluyla aktarılan servet transferi yoluyla pompalanan iç talebe baÄŸlı, gelir dağılımını bozan bir “sanal büyüme” olduÄŸunu söyleyebiliriz.
2023 yılı sonunda TÜİK’e göre 64,8, ENAG’a göre ise yüzde 127 bir enflâsyon (TÜFE) gerçekleÅŸmiÅŸken, bunun 2024’te de yüzde 50’nin altına düÅŸmesi zor görünmektedir. 2023 yılının tamamı için TÜİK yüzde 4,5 oranında büyüme açıkladı. 2023 yılında büyümenin ana motoru, yüksek enflâsyona karşın baskılanan kur ve faiz ile yüksek enflâsyon nedeniyle öne çekilen harcamalar olmuÅŸtur. 2024 yılında ise yüzde 3 civarına gerileyeceÄŸini ve bu kez büyüme için ihracatın teÅŸvik edileceÄŸini tahmin ediyoruz. Çünkü eritilen döviz rezervleri ve mevcut zorunlu ithalâtın finansmanı bunu zorunlu kılmaktadır.
- Dış Ticaret ve Henüz Sıcak Para GiriÅŸi Olmadan YaÅŸanan Cari Açık
Kötüye gidiÅŸ Hükümet tarafından 2023 yılının ikinci yarısında fark edilmesi ve yaklaşık 1 trilyon $’lık ekonomide “iddialı bir ÅŸekilde faiz yükselterek” “iç talebi soÄŸutmaya” baÅŸlayan keskin bir politika deÄŸiÅŸikliÄŸinin ardından geçen yıl “cari iÅŸlemler açığı” sadece, 2022’deki 49.1 milyar $’dan 2023’de 45.2 milyar $’a gerileyebildi. Keza, OVP’ye göre 2023 cari açık/GSYH hedefi yüzde 4 olup, gerçekleÅŸen yüzde 4’ü aÅŸmış oldu.
Dış ticaret açığı büyümeye devam ediyor. Son üç ayda ihracat artışı ithalât artışından fazla olsa da bu durum, yıllık açığın önceki yılın üzerinde olmasını engelleyememektedir. Dış ticaret “mal dengesi” yıllık olarak 86.6 milyar $ ekside. Öte yandan konuya “mal ve hizmet dengesi” olarak baktığımızda da, yıllık -34.5 milyar $ olarak gerçekleÅŸtiÄŸini görmekteyiz.
Dış ticaret açığını biraz irdelediÄŸimizde, cari açığın temel nedeninin enerji veya altın ithalâtı olmadığını görmekteyiz. Bu nedenle enerji ve altın hariç cari fazla söylemi, kronik cari açık sorununu örtmemektedir. 2023 yılının seçim sonrası ikinci yarısında yavaÅŸlayan ekonomiyle dış ticaret açığı düÅŸmüÅŸ olsa da açığın finansmanı hâlâ en büyük sorun olarak karşımızda durmaktadır. BilindiÄŸi gibi cari açığı finans edecek temel kalemler, uluslararası doÄŸrudan yatırımlar (UDY), portföy yatırımları, borçlanmalardır.
UDY giriÅŸi 2023’te bir önceki yıla göre yüzde 22 düÅŸüÅŸle 10.6 milyar $ oldu. YASED’in açıkladığı verilere göre toplam UDY giriÅŸi içinde yatırım sermayesinden 5.6 milyar $, yabancı uyruklulara gayrimenkul satışından 3.6 milyar $, borçlanma araçları vasıtasıyla 1.9 milyar $’lık giriÅŸ kaydedildi.
“Portföy yatırımı” 2022’de negatiften 2023’de 8.3 milyar $’a ulaÅŸtı ama, 2022 yılında “yabancı yatırımcı portföy giriÅŸi” 8.7 milyar dolardan, 2023’te 4.7 milyar $’a geriledi. Bu nedenle Türkiye’ye yabancı portföy yatırımcı giriÅŸi yeteri kadar olmadığı için, cari açık dış borçla kapatılmakta ve bu da “dış borç stokunu” arttırmaktadır.
2022 yılında cari açığın çok önemli bir kısmını finanse eden “Net Hata Noksan”, 2023 son döneminde negatife dönmüÅŸ durumdadır. 2023 Ocak-Aralık döneminde 10.7 milyar $. Dolayısıyla 2022 yılındaki Net Hata Noksan ile gelen 25 milyar doların büyük kısmı geri çıkmış görünmektedir.
Sonuç olarak, dış ticaret dengesi, güçlü rezerv ve tasarruf saÄŸlanamadığı sürece cari açık olmayan bir yapı mümkün görünmemektedir.
- Giderek Katlanan Devlet ve Hane Halkı Borcu
2023’te Hazine’nin borcu 6.5 trilyon TL olurken, brüt dış borç stoku 482.6 milyar $’a ulaÅŸtı. Bu zaman diliminde yurttaÅŸların bankalara olan borcu da 1.1 milyar TL’si kartı olmak üzere 2.7 trilyon TL’ya çıktı.
2002 sonrası küresel borçlanma koÅŸullarının kolaylaÅŸması, hükümetin izlediÄŸi iktisat politikası desteÄŸiyle Türkiye borç stokunu hızla artırdı. 2017 yılında yapılan Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi sonrasında rejimin deÄŸiÅŸmesi ile yürütme, yargı ve yasamanın tek elde toplanması, iktisat politikalarında dönüÅŸüme neden oldu. Bu dönüÅŸümün en belirgin sonuçları arasında bütçe dengesinin bozulmasıdır.
Yıllar itibariyle “merkezi yönetim borç stoku”, milyon TL olarak aÅŸağıda gösterilmiÅŸtir:[9]
2002: 258.900; 2010: 461.350; 2017: 870.450; 2023: 6.722.500
2023 yılsonu itibariyle borç stokunun 2.408,7 milyar TL tutarındaki kısmı TL cinsi, 4.313,8 milyar TL tutarındaki kısmı dövizli borçlardan oluÅŸmaktadır. Bir baÅŸka anlatımla, 2017 yılında toplam kamu borcunun yüzde 61,1 ‘i TL cinsinden, yüzde 38,9’u döviz cinsinden oluÅŸurken, 2023 yılına gelindiÄŸinde oranlar 35,1 ve yüzde 64,9 oldu. Bu yapı, merkezi yönetim borcunun kur riskine karşı “aşırı” kırılganlığını ortaya koymaktadır. Ülkede rejim deÄŸiÅŸikliÄŸi yapılan 2017 yılına kadar borç stoku/GSYH oranı düÅŸmüÅŸse de, bu tarihten sonra hızla artmaya baÅŸlamıştır.
Merkezi yönetim borçlanmasıyla ilgili olarak olumsuz bazı geliÅŸmeleri aÅŸağıdaki baÅŸlıklarda toplayabiliriz:
- 2017 yılında iç borç tahvillerinin yüzde 47,1’i bankalara, bunun da yüzde 17,7’si kamu bankalarına aitti. 2023 yılında ise, iç borç tahvillerinin yüzde 79,8’u bankalarca, bununda yüzde 40,3’ü kamu bankalarınca tutulmaktadır. Bu sonuçların bize gösterdiÄŸi risk, DİBS muhafaza eden bankaların oranı 6 yıl önce yüzde 47 iken, ÅŸimdilerde bu oranın yüzde 80’e ulaÅŸmış olmasıdır. Bu yoÄŸunlaÅŸma bize 2001 krizi öncesini hatırlatmaktadır. Bu durumda hem bankalar asli iÅŸlevlerinden uzaklaÅŸmış olmakta, hem de TCMB, BDDK ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın, para ve banka ile ilgili alacakları kararlarda eli zayıflamaktadır.
- 2017 yılında iç borçlanmanın tamamı TL cinsinden iken, 2023 yılında iç borçlanmanın yüzde 15,2’si döviz cinsinden yapıldı.
- 2017 yılında kamu kesiminin ortalama iç borç stokunun vadesi 4.2 yıl, dış borç stokun vadesi 9.9 yıl, ortalama vade 5.3 yıl iken, 2023 yılında kamu kesimi ortalama iç borç stokunun vadesi 3.9 yıla, dış borç stokun vadesi 6.6 yıla ve ortalama vade 6.4 yıla geriledi.
* Her Geçen Yıl Artan Bütçe Açıkları
Merkezi yönetim bütçesinin 2020’den bu yana açıkları, milyar TL olarak aÅŸağıda gösterilmiÅŸtir:
2020: 172; 2021: 192; 2022: 139; 2023: 1.375
2023 yılında, yaklaşık 900 milyar TL’lık KKM yükü TCMB’na aktarılmasına karşın rekor kıran bir bütçe açığı çıktı. Açığın GSYH’ya oranı da yüzde 5,3’e kadar yükselmiÅŸ oldu. Böylece Maastricht kriterinin çok üstüne çıkıldı. Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı “deprem harcamalarını hariç tuttuÄŸumuzda bütçe açığı ile ilgili oranın AB kriterinin altında kaldığını söylese de TCMB’na devredilen KKM yükünü eklediÄŸimizde yeniden bu oranı aÅŸacağı görülecektir.
Geçen yıl faize ödenen tutar 2022’ye göre yüzde 117’lik artışla 674 milyar TL’ya yükselmiÅŸtir. Rejim deÄŸiÅŸikliÄŸinin yapıldığı 2017 yılında 55.5 milyar olan Hazine’nin faiz giderleri, geçen 6 yıl sonra 10 katın üzerinde artmış oldu.
Ocak 2023’te 32 milyar TL olan “bütçe açığı”, bu yılın Ocak ayında 4,6 kat artarak 150 milyar TL’yı aÅŸtı. Geçen Ocak ayına göre en yüksek artış, yüzde 467 oranıyla “faiz giderlerinde” gerçekleÅŸmiÅŸtir.
2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 11 trilyon 7 milyar TL ödenek ayrıldı. 8 trilyon 353 milyar TL olarak gelir öngörülen genel bütçedeki 2 trilyon 652 milyar TL’lık açık ise, iç ve dış piyasalardan yapılacak borçlanmalarla finanse edilecektir. Bunun yanında Ocak-Kasım 2024 döneminde kamu 21 milyar 961 milyon $ dış borç ödemesi yapmak zorundadır.
Hazine borçlanmasının faizi için ayrılan 1 trilyon 254 milyar TL, 2023e göre yüzde 86 artışı temsil etmektedir. Borç ve faizin toplam faturası 3.6 trilyon TL’nı aÅŸacağı anlaşılmaktadır. Halk arasında Deli Dumrul projeleri olarak bilinen Kamu Özel İşbirliÄŸi (KÖİ) projelerini yapan müteahhitlere 2024 yılı bütçesinden 162.4 milyar TL ödenek ayrıldı.
- Enflâsyonun Kalıcılığı Söz Konusu
Daha önce de bahsettiÄŸimiz TCMB son Enflâsyon Raporu’nda, Mayıs ayı sonu itibariyle enflâsyonun yüzde 73’ü bulacağı belirtilmektedir. Mayıs Ayı, faiz artışlarına baÅŸlandığı Haziran 2023 itibariyle bir yılın dolduÄŸu tarih olacaktır. Bir baÅŸka anlatımla, politika faiz oranını beÅŸ kat artırarak yüzde 8,5’dan yüzde 45’e çıkarıldığı bu süre içerisinde, enflâsyon oranı da yüzde 39,59’dan yüzde 73’e çıkmış olacaktır.
Faizlerin bu kadar yükselmiÅŸ olmasına raÄŸmen enflâsyonun 23 puanın üzerinde artmış olmasına gerekçe olarak, “baÄŸlantıların kopmuÅŸ” olması gösterilmektedir. Bir diÄŸer anlatımla TCMB yeni yönetimi de hedef olarak 2026 yılının sonunu, yani üç yıl sonrasını göstermektedir.
Mayıs’tan sonra yıllık enflâsyonun düÅŸmesinin “baz etkisi” nedeniyle olacağını, konuyla ilgili herkes tahmin etmektedir. Tabii ki ekonomi yönetimi ve TCMB bu geliÅŸmeleri halka, “bakın gördünüz mü enflâsyon düÅŸüyor” ÅŸeklinde açıklayacaklardır. TCMB’nın yılsonu için hedeflediÄŸi yüzde 36 oranının gerçekleÅŸmesi çok zor görünmektedir. Kanımızca bu oran yüzde 45/50 civarında olacaktır. Bir diÄŸer ifadeyle, faizlerin bu kadar artırılmış olmasına karşın enflâsyonda varılacak yer, faiz artışlarının baÅŸladığı seviye veya ona yakın bir oran olması güçlü görünmektedir.
TCMB’na göre, Mayıs ayından itibaren enflâsyonun düÅŸmesine destek olacak unsurlardan birisi de, “ücret güncellemelerinin tamamlanmış olmasıdır”. Nasıl olsa seçimler de geride kalmış olacağı için, asgari ücret ve emekli aylıklarında yıl içi güncellemesi de çok zayıf bir olasılık olarak durmaktadır. Bu yolla daha da fakirleÅŸen halkın satın alma gücü üzerinden “talep dengelenmesi” daha kolay olacaktır. Zaten IMF’de “görünür ÅŸekilde” devrede olsaydı o da böyle yapardı.
Ancak bu aÅŸamada ÅŸu soru akla gelmektedir: Peki enflâsyona, talebin “güçlü seyrediyor” olması mı yol açmış? Yanıtı bulmak amacıyla söz konusu Raporda “enflâsyonun temel makro belirleyicileri” bölümüne baktığımızda, 2023 yılının yüzde 64,8 oranında açıklanan enflâsyonunda “talebin payı” sadece 9.2 puan olduÄŸu görmekteyiz. Ama olsun, IMF olsaydı yine de ücretlerin baskılanmasını isterdi.
Çok büyük bir olasılıkla seçim ertesi, enerji satış fiyatlarına zamlar yapılacaktır. Bu zamlar enflâsyonu artıracak ve devamında enflâsyon ile mücadele etmek için emekli aylıkları, ücretler baskılanacaktır. Bunlara bir de “maliye politikası ile desteklenmeyen para politikası baÅŸarılı olamaz” iddiasını ekleyerek, bütçe ödemelerinin finansmanında vergilerde de ciddi artışa gidilecektir.
Sonuçta düÅŸmeyen bir enflâsyon ve durgunluk birlikte deneyimlenecek gibi durmaktadır. Bunun adı da “stagflâsyon”dur.
SONUÇ
Aslında yazımızın sonuç bölümüne, uygulanan ekonomi politikasının sonunun “çıkmaz” olduÄŸu görülerek, “her ÅŸey satılık” demek daha doÄŸru olacaktı. Ama biz yine yazın sistematiÄŸini bozmayalım.
2017 yılındaki rejim deÄŸiÅŸikliÄŸi sonrasında yaklaÅŸan ilk genel seçimler için ülke ekonomisi, 2021 yılından itibaren “seçimleri kazanmaya” endekslenmiÅŸti. 18 Haziran 2023’te yapılan seçimlerde de amaca ulaşıldı. Ama geride büyük bir hasar bıraktı. Daha az ekonomik-mali hasarla da amaca ulaşılabilirdi ama iÅŸi ÅŸansa bırakmak istememiÅŸlerdi.
Haziran 2023’ten itibaren hasar onarım ekiplerine iÅŸbaşı yaptırıldı. Aslında “altılı masanın” da farklı bir vizyonu, örtük bir IMF programının dışına çıkabilecek ekonomi kadroları yoktu. Hatta, ÅŸeffaflık, hesap verilebilirlik, ekonomik düzenleme kurullarına özerklik, liyakat, savurganlığa ve yolsuzluklara sınırlama getirmek bakımından uluslararası finans kuruluÅŸlarının ve Post-Washington kurallarının yaklaşımlarına daha bile uyumlu olacaklarına ÅŸüphe yoktu. Ama seçim sonrası iktidar aynı ellerde kaldı. Siyasi bedel ödemediklerinden, hiçbir sıkılma belirtisi bile göstermeyip, gömlek deÄŸiÅŸtirir gibi ekonomi heyetini yenileyip uluslararası sermayenin programına yeniden dönüldü.
BAE sermayesinin kapitülasyon benzeri koÅŸullarına kucak, açmak iÅŸte tam da bu finansal sıkışmışlık koÅŸullarının ürünü oldu. Gerçi böylesine sıkışılmadığı dönemlerde, üstelik getirisinden çok götürüsü olan koÅŸullarda bile Hariri-Ofer’e Telekom’un ederinin altında verilmesi örnekleri de yaÅŸanmıştı. Åžimdi ülkenin yeraltı zenginlikleri ve enerji kaynakları için aynı risk söz konusudur. Keza tüm kamu arazilerinin, ormanlık toprakların birer birer satışını izlemekteyiz. Burada bir ekonomik/mali çöküÅŸten çıkışın (veya depreme hazırlık kapsamındaki kentsel dönüÅŸümün) bile yeni devasa fırsat olarak görülmesi, nasıl bir zihniyetle karşı karşıya olunduÄŸunu göstermektedir.
Faizler, 2024 yılında yüzde 50’nin üzerinde seyredecek gibi görünmektedir. Çünkü ÅžimÅŸek’in, bütçe açığındaki artışı kontrol etme gücü fazla deÄŸil. Kullanacağı tek silah faiz, onun da piyasalarda durgunluÄŸa, iflâslara ve iÅŸsizliÄŸe yol açması beklenen bir durum olacaktır.
31 Mart seçimlerine kadar döviz kurlarının baskılanacağı anlaşılmaktadır. Seçim sonrası ise, yabancı sermaye giriÅŸine baÄŸlı görünmektedir. Genellikle iç talepteki artışla büyümeyi gerçekleÅŸtiren yönetim, bu kez ihracatı destekleyici politikalar uygulayabilir.
2024 yılında küresel ekonominin daralması beklenirken, Türkiye’yi daha fazla zorluÄŸun beklediÄŸini söyleyebiliriz. Kritik soru, bu zorluklar kimin üzerine yıkılacaktır. Görünün o ki, dar gelirli emekçi, çiftçi ve emekli bu yıkılmanın aktörleri olacaktır.
Peki kısa sürede bir çıkış ve rahatlama gözüküyor mu? Türkiye üzerine çalışan yerli ve yabancı kuruluÅŸların raporlarına göre 2028’e kadar sürebilecek zorlu bir süreçten bahsedilmektedir.
Yazımızın önceki bölümlerinde belirttiÄŸimiz bir hususu, yazımızın sonunda “özet ve sonuç” olarak yinelemek istiyoruz. YaÅŸanan ve yaÅŸanılacak “ekonomik sıkıntılar”, “yaygınlaÅŸan yoksulluk ve yolsuzluk”, bozulan anayasal kurumlar ve kutuplaÅŸma 2024 yılını, sınıf mücadelelerinde yeni bir dönemin baÅŸlatıcısı olabilecek dinamikleri de içinde taşıyan bir niteliÄŸe dönüÅŸtürmektedir.
Nesnel koÅŸulların durumu böyle. Ancak öznel koÅŸulların henüz hazır olmadığını izlemekteyiz. Türk-İş gibi sermaye yönlü sınıf uzlaÅŸmacılığına gönül vermiÅŸ (!) sendikal tabanının sınıf bilincine sahip olmasını engelleme misyonunu AKP döneminde çok daha baÅŸarıyla icra etmiÅŸ bir konfederasyon yönetiminin, asgari ücrette ikinci bir düzenleme için bastırması çok yadırganmamalıdır.
Türkiye Arjantin olur mu? Yukardaki inceleme olamaz demiyor…
[1] Selin Ongun, “Demokrasiyi sürdürmek mümkün mü, sanmıyorum”, Cumhuriyet, 10.11.2015, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/selin-ongun/demokrasiyi-surdurmek-mumkun-mu-sanmiyorum-411805
[2] “Global Freedom Scores”, Freedom House, https://freedomhouse.org/countries/freedom-world/scores
[3] “The 21st edition of the World Press Freedom Index”, Reporter Without Borders (RSF), https://rsf.org/en/2023-world-press-freedom-index-journalism-threatened-fake-content-industry
[4] “Hanke’s Annual Misery Index (HAMI)”, Steve H. HHanke, NR Capital Matters, 18.05.2023, https://www.nationalreview.com/2023/05/hankes-2022-misery-index/
[5] “WJP Rule of Law Index”, World Justice Project, 2023, https://worldjusticeproject.org/rule-of-law-index/global/2023/Turkiye/Criminal%20Justice/ranking
[6] “CORRUPTION PERCEPTIONS INDEX”, Transparency International, 31.01.2024, https://www.transparency.org/en/cpi/2023
[7] Enflâsyon Raporu/ 2024-1, TCMB, 8.02.2024,s.3 https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tr/tcmb+tr/main+menu/yayinlar/raporlar/enflasyon+raporu/2024/enflasyon+raporu+2024+-+i
[8] Adalet Hazar, “19 yılda enflasyon ve yatırım araçları”, Politik Yol, 9.01.2024,
[9] KÖİ yöntemiyle yaptırılan alt yapı, yol, köprü ve hastane yatırımları için verilen Hazine garantileri bu tutarlara dâhil deÄŸildir.