KuÅŸlar uçar.
İnsanlar uçar mı? Uçar uçar.
Sermaye uçar mı? O da uçar.
Niye ki?
Buradaki uçma öyle Hazerfan Ahmet Çelebi’nin yaptığı gibi kaz kanadı takıp Galata Kulesi’nden Üsküdar’a doÄŸru süzülmek deÄŸil tabii.
Bir yerden kalkıp bir baÅŸka yere göç anlamında. Yani bir uzun yolculuk, belki de giderken dönüÅŸü bile düÅŸünülmeyen.
Hani “Tek yön bilet” denir ya, aynen ona benzer bir niyetle havalanaraktan.
Neden?
Tabii ki hemen herkesin vereceÄŸi yanıt “daha iyi bir yere varıp oraya konmak için”
Bu tarafı iÅŸin anlaşılabilir ve olumlu görünen tarafı. Ama bunun bir de olumsuz tarafı var:
Peki o uçanlar hep iyiye doÄŸru uçarlar da, ya geride bıraktıkları, ya terk ettikleri için ne diyelim?
“Benden bu kadar” “gerisini siz düÅŸünün” ya da “daha fazla dayanamazdım” sözlerini mi duyarız kendilerine sorsak?
Türkiye son yıllarda adeta toptan uçuyor.
Ama bu uçmak öyle siyasetçilerin abartmak için kullandıkları “uçmak” deÄŸil.
“Uçup uçup gidiyor”.
Aslında “kaçıyor” demek daha doÄŸru olacak.
Uzun uzun uçabilen ve bu yolculuÄŸu göze alabilenler uçuyor uçmasına da, hani uçmayı yeni öÄŸrenen yavru kuÅŸlar vardır ya, iÅŸte onlar gibi kolu kanadı zayıf, yüreÄŸi uçmakla uçmamak arasında gidip gelenler de, ya o gayret ve cesareti gösteremediÄŸinden dolayı gidenlerin ardından mahzun mahzun bakıyor ya da iÅŸte ben de uçuyorum diye atınca kendini yuvadan aÅŸağıya;
Åžaaak…
Kendini yerde buluyor.
Ondan sonrası malum, hele bir de aşağıda kediler dolaşıyorsa.
Bu, aslında kuÅŸlara bakarken insana memleketin halini düÅŸündüren enteresan bir tablo.
Sahi, bizim ÅŸu kanatsız kuÅŸlarımız olan iÅŸsizlerden baÅŸlayıp iÅŸinden memnun olmayana, iÅŸ derdi olmayıp memleketin bir soÄŸuk bir sıcak havasından bunalana ve bir de ÅŸu ürkek sermayeye bakınca da aynı ÅŸeyler gelmiyor mu insanın aklına?
Adam iÅŸsiz, adam geçinemiyor, adamın geleceÄŸi kötü, bu aÅŸağı yukarı belli ama bu koÅŸullardan sıyrılabileceÄŸi konusu belli belirsiz bir ümit…
Yani pek ümidi yok.
Oysa insanları geleceÄŸe baÄŸlayan en önemli baÄŸ her zaman ümitli olmak deÄŸil midir?
Sadece bunlar mı onun sıkıntısı? Hadi kendisi bir “yaa sabır…” çekip katlanacak, iyi ki bir zamanlar bir ÅŸeyler görmüÅŸ, yemiÅŸ-içmiÅŸ gülmüÅŸüz diyecek. İyi de ya gününü geleceÄŸini ona baÄŸlamış olanlar? Ya daha bunları düÅŸünemeyecek, düÅŸünse de bir ÅŸey yapamayacak durumdaki çoluk-çocuk, ya bunların omuzlardaki sorumluluÄŸu…
“Olmaz, yapma” diyorsun, “Bak vatan, millet…, sonra bu topraklar için can veren atalar, vatandaÅŸlık falan…”
“Nasıl yani?” diyor; o senin söylediklerinin bütün deÄŸeri elin parasıyla 250 bin dolara denk tutulmadı mı ÅŸimdi. Hatta adamların “bastırdım parayı aldım vatandaÅŸlığı” gibi de deÄŸil, yanında fiyatı her gün para da kazandıran bir de ev sahibi olarak…
Yani malı oradan alacağıma buradan almaktan doÄŸan bir “fedakarlığa” denk gelmiyor mu topu topu?
Susuyorsun…
Bu soruyu karşılayacak, içinde hikmet olan bir “laf”ın yok çünkü.
Türkiye ne yazık ki bugün bir kesimi uçan-kaçanlar, bir kesimi hala direnenler, bir kesimi de “250 bin dolar vatandaÅŸları”nın ülkesi halinde.
Kaçan sadece iÅŸi olmayan, iÅŸinde gelecek göremeyenler mi?
Ya onlara o bekledikleri iÅŸi verme durumunda olan esnaf, sanayici…
Onlar da umutsuz.
Ki onlar iyi kötü birikimli, kurulu düzenini öyle hercai bir hevesle yıkıp gitmeyecek, uzun vadeli hesap kitap yapan ve daha soÄŸukkanlı düÅŸünebilen bir kesim. Onlar da uçup uçup gidiyor umduklarını bulabileceklerini düÅŸündükleri yerlere iÅŸin kötüsü.
Peki ne yapacağız bu tablo karşısında?
Bu gidiÅŸ nasıl durdurulacak, gidenler nasıl geri döndürülecek?
Bu göç uçuÅŸu nasıl bitecek?
Bitmeli mutlaka, çünkü söylendiÄŸi gibi “bu iÅŸler boÅŸluk kaldırmaz”, gidenin yeri boÅŸ kalmaz.
Aynen ekonomideki “kötü paranın iyi parayı kovması” gibi.
Sen gidersin yerine Suriyeliler gelir, Afganlılar gelir, Afrikalılar, 250 bin doların denkleÅŸtirilebildiÄŸi her yerden kaçanlar, neyi nereden bulduÄŸu sorulmayan 250’likler gelir.
Sanayicin, yatırımcın gider yerine yabancı sanayiciler, yabancı şirketler gelir.
Dedik ya bu iÅŸ iyi para-kötü para meselesidir diye.
Sen onu ÅŸimdi para deÄŸil de yerli sermaye-yabancı sermaye olarak düÅŸün.
DüÅŸünsene; göçle gelip çalışanlar yabancı, patronlar yabancı…
Ekonominde onlar çalışıyor, onlar kazanıyor, ya sen? Arada kalmış, ucuz mal arayan, “halk günü”, “kampanya” kollayan ucuzcu müÅŸterisin…
Okumadın mı “bu yabancı iÅŸçiler giderse bizim ekonomi çöker” diyen siyasetçiyi,
Bakmıyor musun sanayi odalarının yayınladığı “ilkler” listelerine Türkiye’nin en büyük kurumları, markaları kimin elinde?
Kimin dumanını üflüyorsun?
Kimin suyunu içiyorsun?
Kimin telefonuyla konuşuyor, kimin marketinden alışveriş ediyorsun?
Kimin internet sitesinden beğenip kimin kuryesi ile getirtiyorsun o malı.
Bir ülkenin ekonominde baÅŸ roller böyle el deÄŸiÅŸtirmiÅŸse bir düÅŸünsene o ülkenin mevzuatı yani yasaları kimin gereksinimlerine göre elden geçirilir ya da sil baÅŸtan yazılır?
Düzen denen ÅŸey aslında o “yasalar bütünü” deÄŸil midir?
Bu durumda o düzen kimin düzeni olmaya baÅŸlar giderek?
“Ekonomi denen o alt yapı üst yapıyı yani düzenin kurallarını belirler” diye bir ÅŸey vardır, duydunuz mu?
Türkiye’nin en baba ÅŸirketlerinde sermaye hakimiyeti kimlerde? “Babalarını bile bilirim, bak bu bizden” dediklerinin merkezleri neden dışarıda?
Hangi birini saymalı ki?
Çok ÅŸey deÄŸiÅŸmeli.
Galiba en kestirmeden söylenecek olan da “Önce kafalar deÄŸiÅŸmeli”
Hani derler ya “Balık baÅŸtan…” diye.
O deÄŸiÅŸim biraz uzun sürer ÅŸüphesiz ama ancak o zaman göçler durur, belki kuÅŸlar da döner geri..