UMUDUMUZ BORÇLANMA

 ERSİN DEDEKOCA   

Daha henüz adı bile yokken, bu doktrin temelinde bir ülkenin borcunun silinmesinin ilk örneÄŸi olarak, 1861 yılında Meksika’da yaÅŸananlar kabul edilmektedir. Meksika’da yönetim deÄŸiÅŸikliÄŸinden 15 yıl sonra çıkarılan bir kanunla, eski rejimin aldığı borçlar “yok hükmünde ve haksız” olarak kabul edildi ve ödenmeyeceÄŸi açıklanmıştı.

CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan, 26 Haziran’da Kanal İstanbul’un güzergâhı üzerinde yer alan bir geçiÅŸ yolunun temel atma projesinde yaptığı konuÅŸmada, “Devletlerde devamlılık esastır. Bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Siz nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar” demiÅŸti. Bu sözler üzerine İYİ Parti Genel BaÅŸkanı Meral AkÅŸener, partisinin 30 Haziran günü partisinin grup toplantısında “tiksindirici borç” kavramından bahsetti ve “Uluslararası hukukta ‘tiksindirici borç’ diye bir kavram var. Bu kavram dış borç alan ve milleti için harcamak yerine kendi için kullanan liderler için kullanılır” diye konuÅŸtu.

İki lider arasında geçen yukardaki söz savaşı, uluslararası hukuk doktrininde tartışılan bir konuyu ülke gündemine getirdi. Söz konusu bu diyalog ve bunun kamuoyunda yer bulması üzerine bu haftaki yazımızı “tiksindirici/ gayrimeÅŸru/ haksız/ musibet/ mendebur borç (odious debt)” kavramı ve uygulamaları konusuna ayırdık

HAKSIZ BORCUN TANIMI

İngilizcesi “odious debt” olan, Türkçe’de “tiksindirici borç” ve bazı durumlarda “gayrimeÅŸru borç” olarak da tanımlanan bu kavram, 1920’lerde geliÅŸtirilmiÅŸ bir doktrindir.

BilindiÄŸi gibi, idare hukukunun en temel ilkesi olan “devletin devamlılığı”, uluslararası hukukta da esastır. BaÅŸka bir anlatımla, bu ilke çerçevesinde, örneÄŸin bir hükümet borçlanmışsa, onun yerine gelen hükümet bu borcu ödemekle yükümlüdür. Ancak kural bu olmakla birlikte, “odious debt” ile bu kurala bir istisna getirilmiÅŸtir.  Odious debt denilen bu istisnanın kelime anlamı olarak Türkçe karşılığı “tiksindirici borç” olsa da, “gayrimeÅŸru borç”, “kabul edilemez borç” veya “haksız borç” olarak çevirmenin hukuki olarak daha anlamlı olacağını düÅŸünmekteyiz.

Bu doktrin, ahlâki ve ekonomik sebeplerden doÄŸmuÅŸ olmakla birlikte, bunun yanında, kötü niyetli yönetimlere verilecek destekleri azaltma amacı da taşımaktadır.

Bu doktrinin çıkış noktasını siyaset bilimci Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, “özellikle sorumsuz davranan, dışarıdan aldığı borçları ulusun menfaati yerine, kendi kiÅŸisel zenginleÅŸmesi için kullanan yönetimlerin aldıkları borçların, yerine gelecek yönetimler tarafından ödenip ödenmemesi” olarak belirtmektedir.[1]

İlk olarak, Rus bir avukat olan Alexander Nahum Sack (1890-1955) isimli hukukçu tarafından 1927 tarihinde kullanılan “haksız borç”, uluslararası hukukun yerleÅŸik bir ilkesi olmasa ve pratikte uygulaması zor olsa da, çoÄŸu kez gergin ve çekiÅŸmeli politik geçiÅŸlerin ardından yeni gelen hükümetin, eski yönetim döneminde alınmış borçları kaldırmak için öne sürdüÄŸü bir doktrin olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sack, bir borcun gayrimeÅŸru/ haksız/ kabul edilemez borç olarak nitelendirilebilmesi için, borçlanma ÅŸeklinin yanı sıra, harcanma ÅŸekli ve yerinin de kamuoyunun onayı dışında olması ve buna karşılık bütün bu bilgilerin kredi verenlerin bilgisi içinde olması gerekliliÄŸine dikkat çekmektedir. Sack’a göre: ”EÄŸer despotik bir yönetim ülkenin ihtiyaçları yerine kendi totaliter rejimini güçlendirmek ve insanların ona karşı çıkmasını bastırmak için borçlanmaya gidiyorsa, bu borç o ülke halkı için gayrimeÅŸru borç sayılır.”[2]

Hukuk profesörü Robert Howse’a göre “haksız borç”, önceki yönetimlerin “halkı baskılamak amacıyla kullandığı veya faydasızca harcanan paralar için alınan borçlarla” ilgili bir kavramdır.

Söz konusu doktrine göre bu tür borçlar, devletin deÄŸil, bu borçları alan “yöneticilerin kiÅŸisel borçları” olarak kabul edilmektedir. Keza bu kavram, bazı hukukçular tarafından, baskı ve zor altında imzalanan “sözleÅŸmelerin geçersizliÄŸine” iÅŸaret etmek için de kullanılmaktadır. Bir baÅŸka ifadeyle, uluslararası hukukta bu tarz borçlar, zorlama altında imzalanan sözleÅŸmelerin geçersizliÄŸine benzemektedir.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, alınan borcun halkın deÄŸil yönetenlerin yararına kullanılması, bir borcun “haksız borç” olarak kabul edilmesi için yeterli deÄŸildir. Söz konusu borcu verenlerin de verdikleri bu borcun “devleti yönetenlerin kendi durumlarını güçlendirmek için kullanacaklarını” bilmeleri gerekmektedir. EÄŸer borcun alınıp verilmesinden önce, bu borcun bu amaçlarla kullanılacağı konusunda ortaya konulmuÅŸ ulusal ya da uluslararası uyarılar, raporlar varsa bunların, “borç verenlerin, verilen borcun kamu yararına kullanılmayacağını bildiklerinin kanıtı olarak kabul edilebileceÄŸi kanısındayız.

HAKSIZ BORCU SÖZ KONUSU YAPAN HALLER

Hükümet deÄŸiÅŸikliÄŸi halinde “haksız borcun” söz konusu olabilmesi ve borcun sorumluluÄŸundan kaçınılabilmesi için aÅŸağıdaki hallerin gerçekleÅŸmesi aranmaktadır:

  1. Yeni hükümet, iki hususu kanıtlamalı ve bu iki husus uluslararası bir mahkemece kabul edilmelidir. Bu baÄŸlamda yeni hükümetin kanıtlaması gerekenleri de aÅŸağıdaki baÅŸlıklarda toplayabiliriz:
  2. a) Önceki hükümetin söz konusu borç ile karşılamak istediÄŸi hususun gayrimeÅŸru/haksız ve ülkenin tamamının veya bir kısmının çıkarlarına açıkça aykırı olduÄŸu,
  3. b) Alacaklıların da kredi verirken, kredinin amacının gayrimeşru/haksız olduğunun farkında olduğu.
  4. Bu iki hususun kanıtlanmasının ardından, ilgili fonların devletin ihtiyaçları için kullanıldığının ve gayrimeÅŸru/haksız nitelikte olmadığının ispat yükü alacaklılara geçecektir.

Daha sonra, bu doktrin zamanla geliÅŸtirilmiÅŸ ve 2002 yılında yayınlanan çalışmalarında Michael Kremer ve Seema Jayachandran tarafından ÅŸöyle bir tanım getirilmiÅŸtir:

“Halkın rızası olmadan yapılan ve onların yararına olmayan ülke borcu gayrimeÅŸrudur/haksızdır ve alacaklılar bunu önceden biliyorsa, borç yeni hükümete geçmez.”

Bu tanımda “halkın rızası” vurgusunun da öne çıktığını görmekteyiz.[3]

HAKSIZ BORCUN TÜRLERİ

GayrimeÅŸru borçların çeÅŸitleri arasında en çok bilinenlerini üç baÅŸlıkta toplamak mümkündür:

  1. a) Kamuoyunun yararına kullanılmayan borçlar.
  2. b) Suçla iliÅŸkili borçlar. Bunları da ikiye ayırabiliriz: (ba) Konusu suç oluÅŸturan borçlar, (bb) Bir suç iÅŸlenmesine yol açan borçlar.
  3. c) Yasa dışı borçlar. Bunları da iki baÅŸlıkta toplayabiliriz: (ca) Yasalara aykırı olarak alınan borçlar, (cb) Yasalara uygun olarak alındıktan sonra yasalara aykırı olarak kullanılan borçlar.[4]

BORÇ VERECEKLERE UYARI

Kremer ve Jayachandran’nın daha önce bahsi geçen çalışmasında da vurgulandığı gibi, doktrinde “halkın rızası” çok önemlidir. Bu noktaya Kanal İstanbul açısından bakıldığında, halkın rızası vurgusu, “söz konusu proje için referanduma gidilmesinden kaçınılmasının” farkında olmayı hatırlatmaktadır. Çünkü, adil bir referandum için kamuoyunun her açıdan ve tüm yönleriyle bilgilendirilmesi ve konunun, “siyasi bir taraf seçme” olarak sunulmaması gerekirken, bunun böyle olmayacağı, geçmiÅŸ uygulamalardan hatırlanacaktır.

Ülke halkı, kendisine iyi anlatılmayan hususların referanduma sunulmasının sonuçlarını, bu ülke hükümet sisteminin deÄŸiÅŸmesi ve devamında ekonomiden hukuka her alanda meydana gelen kötü gidiÅŸte deneyimlemiÅŸtir. Bu yönüyle, anılan doktrine iliÅŸkin muhalefetin yapması gereken en doÄŸru ÅŸey, Kanal İstanbul projesine iliÅŸkin her türlü hususta kanıtları biriktirmesi, yanlışları saptaması, düzenlediÄŸi organizasyonlarla buna karşı çıktığını ve sakıncalarını duyurmaya çabaladığına yönelik ispata delil toplamasıdır.

HAKSIZ BORÇ DOKTRİNİNİN UYGULAMALARI

Daha henüz adı bile yokken, bu doktrin temelinde bir ülkenin borcunun silinmesinin ilk örneÄŸi olarak, 1861 yılında Meksika’da yaÅŸananlar kabul edilmektedir. Meksika’da yönetim deÄŸiÅŸikliÄŸinden 15 yıl sonra çıkarılan bir kanunla, eski rejimin aldığı borçlar “yok hükmünde ve haksız” olarak kabul edildi ve ödenmeyeceÄŸi açıklanmıştı.

Haksız borç, Nelson Mandela tarafından Güney Afrika’da eski rejimin borçları için gündeme getirilmiÅŸ; Ekvador’da ise 2008 yılında, dönemin Devlet BaÅŸkanı Rafael Correa tarafından savunulmuÅŸ bir tez. AkÅŸener’in de gündeme getirdiÄŸi Ekvador örneÄŸinde, 2008 yılında iktidara gelen solcu Correa, kendisinden önce “yolsuzluÄŸa bulaÅŸmış, despot yönetimlerin yaptığı” borçların gayrimeÅŸru ve haksız olduÄŸu gerekçesiyle ödemeyeceÄŸini ilan etti. Bunun için kurulan komisyon, uluslararası kreditörlerle görüÅŸmelere baÅŸladı ve bunun sonucunda da borcun yüzde 70’inin silinmesi üzerinde uzlaÅŸma saÄŸlandı.

Filipinlerde Ferdinand Marcos döneminde, Zaire’de Mobutu yönetimi sırasında alınan borçlar gayrimeÅŸru borçlar için tipik örneklerdir. Keza Haiti’de de Duvalier döneminin ardından kalan borçlar için kimi uluslararası kampanyalar yürütülmüÅŸ, bu paraların yoksul ülkenin kalkınması için harcanması talep edilmiÅŸti. Ayrıca Nikaragua, Kongo, Nijer ve Hırvatistan da, eski yönetimlerden kalan borçların ‘haksız borç’ olduÄŸunu öne süren ülkeler arasındadır.

Daha yakın dönemlerde de Ruanda, Irak gibi ülkeler için bu kavram gündeme geldi. ABD, 2003’te Irak’ın iÅŸgalinin ardından Saddam Hüseyin dönemine ait borçlarının “tiksindirici” olduÄŸu gerekçesiyle silinmesini talep etti.

Ancak ABD’nin, “teamül” oluÅŸturabileceÄŸi kaygılarıyla, daha sonra borç silinmesiyle ilgili resmi giriÅŸimlerinde “haksız borç” tezini kullanmaktan, bu silahın ileri zamanlarda Batı finans dünyasını olumsuz etkileyeceÄŸi düÅŸüncesiyle vazgeçtiÄŸi belirtilmektedir.

Son olarak, Mahfi EÄŸilmez’in belirttiÄŸi, Türkiye Cumhuriyeti üstlenip ödemiÅŸ olsa da, Osmanlı borçlarının da “haksız borçlar” için bir örnek oluÅŸturduÄŸuna deÄŸinmeden geçemeyeceÄŸiz. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı yönetiminin, kreditörlerin de zorlamasıyla, “toplumun yararına olmayan, kimi savaÅŸ finansmanı, kimi saray inÅŸası” için aldığı dış borçlara, Lozan Barış görüÅŸmeleri sırasında itiraz etmemiÅŸ ve Osmanlı borçlarından Türkiye’ye düÅŸen payı üstlenmek ve ödemek durumunda kalmıştır.

Bunun baÅŸlıca iki nedeni vardır: İlki, “haksız borç”  kavramının, Lozan AntlaÅŸması görüÅŸmeleri sırasında henüz ortada olmamasıdır. Bu nedenle o tarihte öne sürülecek böyle bir itirazın altının hukuksal bir dayanakla doldurulması olanaklı deÄŸildi. İkincisi, Lozan AntlaÅŸması görüÅŸmeleri sırasında Türkiye’nin birincil hedefi “kapitülasyonları kaldırtmaktı”. Lozan görüÅŸmelerinde Türkiye’nin karşısında yer alan ve Osmanlı Kapitülasyonlarından yararlanan ülkelerin temsilcileri, kapitülasyonların kaldırılmaması konusunda büyük baskı kurmuÅŸlar ve hatta, bu nedenle görüÅŸmelerin zaman zaman kopması söz konusu olmuÅŸtur. Sonuçta Türkiye, Osmanlı borçlarından kendisine düÅŸen kısmın ödenmesini kabul etmek suretiyle, kapitülasyonların kaldırılmasını saÄŸlayabilmiÅŸtir