ÜZÜM, ANADOLU'NUN RUHUDUR
Yusuf YAVUZ
“Asmalar fısıldıyor… Hasan Dağı’nın eteklerinde, Dicle’nin kıyısında, Torosların yamacında, Ege’nin bereketli ovalarında… Asmalar anlatıyor; üzüm, Anadolu’nun ruhudur ve ruhunu yitiren bir toprak sonsuza kadar çöl olur… Asmalar fısıldıyor… En ağır savaÅŸlardan çıkan bir halkın, altında huzurla ve umutla oturacağı çardağıdır ülke. O çardak yıkılırsa hepimiz altında kalırız….”
Yusuf Yavuz
Ege ve Akdeniz’de allı morlu danelere daha erken benler düÅŸse de Eylül, Anadolu genelinde üzüm zamanıdır…
Binlerce yıldır baÄŸcılık yapılan bu topraklar üzerinde yaÅŸayan insanların ırkı, dili ve inancı deÄŸiÅŸse de asma ve üzümle kurdukları iliÅŸki hiç deÄŸiÅŸmedi…
Kimi tanrısal bir anlam yükledi üzüme, kimi ÅŸaraptan dolayı ÅŸeytani bir günah olarak gördü. Kimi ÅŸarabını içti ibadet ederken, kimi pekmezini ekmeÄŸine katık etti. Kimi tayınına hoÅŸaf yaptı, direndi toprağına saldıran düÅŸmana, kimi çayına ÅŸeker yaptı en yoksul zamanında.
Zorluk da, yokluk da, bolluk da hep üzüm vardı bu toprağın hafızasında…
Hititli Tuwana Kralı Warpalawa’yı, fıtrına tanrısı Tarhunza’ya tapınırken resmeden Konya’daki ünlü İvriz Kaya Anıtında, kral bir elinde üzüm salkımı, diÄŸer elinde ise buÄŸday baÅŸağı tutarken görülür.
Neolitik çaÄŸdan buyana üzüm Anadolu inançları için kutsal sayılır.
Öyle ki Anadolu’ya gelmeden önce Müslüman olan Selçuklular’da bile en yüksek rütbeli devlet adamlarının unvanları arasında ‘Åžarab-Salar’, yani diÄŸer bir adıyla Åžarapsalar da vardır. Sultanın en güvendiÄŸi adamlarından biri olan Åžarapsalar, ‘içki tadımcısı’ olarak da adlandırılır ve ziyafet sofralarından askeri sırlara kadar pek çok ÅŸeyle ilgilenen bir devlet adamıdır…
Anavatanı Anadolu olan üzüm, tüm dünyaya bu topraklardan yayıldı. Asurlu tüccarlardan, İpek Yolu kervanlarına, Bizans’tan Selçuklu’ya binlerce yıldır doÄŸudan batıya, güneyden kuzeye taşınıp duran yüklerin arasında asma çubukları da bulunuyordu.
Türkiye’de bugün tespit edilebilen yaklaşık 1200 asma çeÅŸidi var. Bu, benzersiz bir hazine. Nemli vadiler, kanyonlar, kuytu kayalıklar, ılıman ormanlar, bilinen bilinmeyen binlerce koyakta kayaları, ulu aÄŸaçları ve çalıları sarmalayan Anadolu asmaları, kökleri geçmiÅŸte, dallarını geleceÄŸe uzatarak kendini tüketmekle meÅŸgul olan bugünün insanına kulak verilmesi gereken sırları fısıldıyorlar…
Bugün coÄŸrafyanın ve o coÄŸrafyanın koynunda zenginleÅŸen benzersiz kültür tarihinin üzerinde adeta kör dövüÅŸü yaparcasına kendinden uzaklaÅŸan, birbirini yiyen, silikleÅŸen ve giderek tüm renklerini birer birer yitiren bu zamanın insanına tek bir asma dalı yeter. Yara da merhem de bu toprakta. Sen her neredeysen hemen orada, yanı başında.
Truva’dan Çanakkale’ye, KadeÅŸ’ten Kocatepe’ye; Anadolu insanı tüm savaÅŸların ardından yaralarını asma çubuÄŸuyla sardı. İki eliyle topraÄŸa soktuÄŸu asma çubuÄŸuna dört elle sarılıp yaÅŸama tutundu. DoÄŸumunda ÅŸerbetini, ölümünde helvasını asmanın meyvesinden yaptığı pekmezle kardı. İbadetini de isyanını da üzüm suyuyla yaptı! Asmalar hala oradalar…
Bizden önce olduÄŸu gibi bizden sonra da olmaya devam edecekler. Bu korkunç cehalet, bu dayanılmaz sığlık, bu akıl almaz hoyratlık ve bu yok olası tekdüzelik bizi bitirip tüketmeden önce asmalar bir ÅŸeyler fısıldıyor…
1200 çeÅŸit asmaya sahibiz, 12 tanesini bilmiyoruz. 2 bin yıl önce Pisidyalı baÄŸcıların ilaç niyetine sattığı Amblada ÅŸaraplarının üzümlerinin yetiÅŸtiÄŸi baÄŸlar bugün bozkıra dönüÅŸtü… Kapadokya’nın benzersiz üzümlerinin yetiÅŸtiÄŸi ÇavuÅŸköy’ün baÄŸları bugün betonla kuÅŸatıldı…
NiÄŸde’nin, Elazığ’ın, Mardin’in, Antep’in, Kayseri’nin, hele de Konya’nın baÄŸlarının yerinde yeryüzünün en çirkin apartmanları yükseliyor. Asmanın ÅŸiire dönüÅŸtüÄŸü Ege baÄŸları yıkımla sınanıyor. Sağında termik, solunda jeotermal, önünde nikel, ardında altın madeni; köklerine siyanür dökülüyor…
Niksar’ın baÄŸları viran olmuÅŸ, Erkilet baÄŸları sonsuza kadar bozulmuÅŸ…
Bugünün tektipleÅŸtirici ideolojisi, nefretle ve hınçla bir zamanlar her köyünde ayrı bir ÅŸarabın süzüldüÄŸü yaÅŸam kültürünü linç ediyor. Oysa Anadolu bir kültürler katmanıdır. Bugün bir katmanını yok ederseniz yolunuzu ÅŸaşırırsınız. Bugün köklerini zerre kadar tanımadan o kökler hakkında ahkam kesen güruhun yarattığı toz dumandan sapla saman birbirine karışmış durumda.
Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi bilmeden Osmanlıcılık, Alparslan’ı, Keykubat’ı, Keysüsrev’i bilmeden Selçukluculuk oynayan siyasi otorite ve onun peÅŸine takılıp giden bürokrat tayfası, bu topraklara en büyük kötülüÄŸü yaptıklarının farkında deÄŸiller.
Sofralarını, dahası canını emanet ettiÄŸi ÅŸarap tadımcılarını, devletinin en güvenilir yöneticileri haline dönüÅŸtüren Sultanlar’dan nasıl oldu da buraya geldik? Nasıl oldu da birbirine güvenmeyen, sürekli kandırılan ve gölgesinden bile kuÅŸkulanan devlet adamlarının yönettiÄŸi bür ülke haline geldi Anadolu? Nasıl oldu da 2071’de Anadolu’nun fethini kutlamaya hazırlanan bir devletin yöneticileri, bin yıl önceki atalarının dünya algısını aratır hale geldi? Nasıl oldu da bin yıl sonra yeryüzünün en yobaz cemaatleriyle iktidarı paylaÅŸma kavgasının içine düÅŸtük?
Anadolu’nun bir dili vardır. Onlarca dilde, aynı dili konuÅŸuyormuÅŸ gibi fısıldayan bir dil. CoÄŸrafyanın kültürü, kültürün tarihi, tarihin toplumu, toplumun da insan tekini biçimlendirdiÄŸi bir akış bu. Bu akışı bozanlar, bu toprağı, sevgisiz, nefret yüklü, çorak bir dile mahkum edenler; dahası bu dili tepeden tırnaÄŸa topluma dayatanlar tarihten silinir…
Hasan Dağı’nın eteklerinde, Dicle’nin kıyısında, Torosların yamacında, Ege’nin ovalarında…
Asmalar anlatıyor; “üzüm, Anadolu’nun ruhudur ve ruhunu yitiren bir toprak sonsuza kadar çöl olur…”
Asmalar fısıldıyor… En ağır savaÅŸlardan çıkan bir halkın, altında huzurla ve umutla oturacağı çardağıdır ülke. O çardak yıkılırsa hepimiz altında kalırız….