YEREL DEMOKRASİ KONFERANSI
Siyasal iktidar sessiz bir toplum yaratmayı baÅŸarırsa, o zaman rejim tam bir tiranlığa dönüÅŸür, toplum üzerinde mutlak bir kontrol saÄŸlanır, otoriterlikten totaliterliÄŸe geçilir
Seçim sonrası Türkiye’sinde iktidarın senaryosu açık. “Büyük Türkiye” ya da “Yeni Türkiye” projesinin uygulanması hız kazanacak. Bu proje Sünni İslam kimlik yaratılmasına ve topluma bunu kabul ettirmeye dayanıyor. Seçimler gösterdi ki milliyetçilik, ulusun bekası söylemleriyle beslenen kimlik siyaseti halkın büyük bir kesiminin ekonomik sıkıntılarının önüne geçiyor. Bunu saÄŸlamak için farklı kimliklerin bir arada yaÅŸamasını deÄŸil, düÅŸmanlaÅŸtırılmasını öngören bir politik dil kullanılıyor. Vatanının, ulusun bekasının tehlikede olduÄŸu hakikat ötesi söylemlerle topluma pompalanıyor. Bu yoldan vatansever, sorumlu yurttaÅŸların yoksulluÄŸa, iÅŸsizliÄŸe, eÅŸitsizliklere, doÄŸal felaketlere ÅŸikâyet etmeden katlanması isteniyor.
Devleti, yaÅŸadığı ekonomik sıkıntılara son verme, demokrasiyi ve hukuk devletini yaÅŸama geçirme gibi sorumluluklarından azat eden yurttaÅŸ, vatanını iç ve dış düÅŸmanlara karşı koruyan, kendisiyle özdeÅŸleÅŸtirdiÄŸi liderinin bu talebine onu destekleyerek karşılık verdi. Daha büyük bir iyinin uÄŸruna kendisinden özveride bulundu. Dine dayalı bir kimlik yaratılması, bir dayanışma ve bir aidiyet duygusu doÄŸurduÄŸu gibi aynı zamanda otoriter, dışa kapalı, içe dönük bir rejimin de harcı oluyor. Dinin mutlak ve sorgulanamayan kutsal deÄŸerleri, ortak bir kimliÄŸe ve siyasal rejimin deÄŸerlerine dönüÅŸüyor.
Ancak bir sorun var. 25 milyon seçmen, yani Türkiye toplumunun yarısı böyle bir projenin parçası olmak, ErdoÄŸan’ın Türkiye’sinde yaÅŸamak istemiyor. Onların istediÄŸi insan haklarına dayanan, laik, demokratik bir hukuk devleti. Seçimden sonra, siyasal iktidar polis ve yargı yoluyla, gerekirse ÅŸiddete baÅŸvurarak bunların seslerini kesmeye kararlı görünüyor. Can Atalay’ın tamamen hukuksuz bir ÅŸekilde serbest bırakılmaması, Merdan YanardaÄŸ’ın suç iÅŸlediÄŸi konusunda makul bir kuÅŸkuya yol açacak hiçbir kanıt olmadan tutuklanması, RTÜK’ün cezalandırma, basının sesini kesme genelgesi içinde bulunduÄŸumuz karanlık dönemin daha da karanlıklaÅŸacağının iÅŸaretleri.
Buna karşı, Türkiye’nin muhalif öbür yarısı ne yapmalı? Otoriter rejimlerde yaÅŸayan insanlar, rejime karşı iki türlü tepki gösterirler: Ya susarlar, gündelik yaÅŸamın monotonluÄŸu içinde iÅŸlerine güçlerine bakarlar, rejime uyum saÄŸlamaya çalışırlar, ya da itiraz ederler, bir direniÅŸ ortaya koymaya çalışırlar. Otoriter rejimlerin iktidarı, birincisini ister. Depolitize, sessiz bir toplum yaratmaya çalışır. Bunun en etkili yolu ÅŸiddete baÅŸvurarak topluma korku salmak. Bunun için toplumda tanınmış kiÅŸiler tutuklanır, gözdağı verilir. Ancak korkulan yaptırımlardan korunmak olanağı bulunmadığı anlaşılınca, korkunun getirdiÄŸi pratik yararlar ortadan kalkar. Siyasal iktidar sessiz bir toplum yaratmayı baÅŸarırsa, o zaman rejim tam bir tiranlığa dönüÅŸür, toplum üzerinde mutlak bir kontrol saÄŸlanır, otoriterlikten totaliterliÄŸe geçilir.
Türkiye’nin böyle bir noktaya gelmesine izin vermemek gerekir. Onun için demokrasi isteyen muhalefetin bir ortak itiraz sesi çıkarması, hakikatleri söylemek cesaretini göstermesi, konuÅŸma özgürlüÄŸünü kullanmaktan korkmaması gerekir.
Bunun yanında demokratik muhalefet ve özellikle sol yeni bir Türkiye seçeneÄŸi sunmalı. Son 20 yıldır Türkiye siyasetinde tek seçenek AKP iktidarı tarafından sunuldu. AKP yeni bir Türkiye projesi getirdi. AKP’nin Türkiye projesini beÄŸenmeyenler, AKP Türkiye’sinde yaÅŸamak istemeyenler yeni bir seçenek sunmalı. Muhalefetin ÅŸimdiye dek söylediÄŸi parlamenter demokrasiye ya da CHP’nin “deÄŸiÅŸim” tahayyülü olan fabrika ayarlarına dönmek. Yani eskiyi cilalayıp tekrar sunmak. Oysa yeni bir yönetim anlayışına, yeni bir siyaset zihniyetine, yeni bir Türkiye’ye, yeni bir topluma gereksinim var. Türkiye’de insanların iÅŸlerin farklı olabileceÄŸini hayal etmelerine olanak tanıyan yeni bir umuda gereksinim var. Seçim sonrası dönemde insanlar her ÅŸeyin ancak ÅŸimdiki gibi olabileceÄŸi, baÅŸka türlü olamayacağı karamsarlığından kurtulmalı. Alternatif küreselleÅŸme hareketinin “baÅŸka bir dünya olanağı var” sloganı günümüz Türkiye’si için de geçerli.
Bunun için demokrasi güçleri halka yeni bir Türkiye hayali, yeni bir Türkiye programı sunmalı. Bu program, demokrasinin tabandan yukarı inÅŸa edildiÄŸi ve halkın siyasetin öznesi olmasıyla yeni bir içerik kazandığı, katılımcılığı esas alan bir program olmalı.
Åžu soruyu sormak gerekir: Seçim sandığına ve temsile dayanan parlamenter demokrasiyle halk egemenliÄŸi arasındaki iliÅŸki nedir? Parlamenter demokrasilerde halkın beÅŸ yılda bir oy vermek dışında bir rolü bulunmamakta. Seçilenler iÅŸ başına geldikten sonra bütün yetki yönetenlere geçer. Bir yöneten-yönetilen iliÅŸkisi doÄŸar. Halk karar mekanizmalarının dışında kalır. Alınan kararlarda sesi duyulmaz. Halk egemenliÄŸi gerçeklikten uzak bir kavrama dönüÅŸür.
Bunun yanında parlamenter demokrasi çoÄŸulcu deÄŸil, çoÄŸunlukçu yönetimler doÄŸurur. ÇoÄŸunluÄŸun azınlık üzerinde tahakkümüne yol açar.
Parlamenter demokraside, siyaset elitler arasında yapılır. Türkiye’de ise siyaset, siyasal parti baÅŸkanları arasına sıkışmış durumda. Oysa siyaset, kamusal alanlarda geniÅŸ halk kitleleriyle birlikte yapılan bir etkinlik olmalı.
Bütün bu nedenlerle günümüzde demokrasinin anlamını yeniden bulma, demokrasiye tabandan gelen yeni bir içerik kazandırma yönündeki çabalar önem kazandı.
Katılımcı demokrasi hem bir ideoloji hem de bir yönetim biçimidir. İdeolojidir çünkü belirli bir bütünlük içinde kendine özgü inançları, deÄŸerleri, uygulamaları içerir. Siyasete, devletin iÅŸleyiÅŸine yeni bir yaklaşım getirir. O nedenle katılımcı demokrasi, sadece yerel yöneticilerin iÅŸi deÄŸildir. Aynı zamanda iktidarın ve muhalefet partilerinin, akademisyenlerin, sivil toplumun iÅŸidir.
Katılımcı demokrasi aynı zamanda bir yönetim biçimidir. Halka en yakın yönetim biçimidir. Yerelde, halk kendi gereksinimlerini, kendi önceliklerini kendi kurduÄŸu halk meclisleri, mahalle meclisleri gibi organlarda müzakere ederek saptar, uygular ve denetler.
Geleneksel olarak merkeziyetçi yönetimlere ve merkeziyetçi düÅŸünce yapısına sahip olan Türkiye için katılımcı demokrasi yeni ve reformcu bir kavram. Türkiye’de en ademi merkeziyetçi anayasa 1921 Anayasası’dır. 1921 Anayasası, vilayet halkı tarafından seçilen Vilayet Åžuraları’nın kurulmasını ve vakıflar, eÄŸitim, saÄŸlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal güvenlik iÅŸlerinin vilayet ÅŸuralarına bırakılmasını öngörür. Ama sonraki anayasalar bu yaklaşımı sürdüremedi. Yerel yönetimler üzerinde merkezin vesayetini kurdu. 1960’lardan sonra bazı reformlar yapılsa bile, reformlara egemen olan anlayış, demokratikleÅŸme deÄŸil, hizmette etkinlikti.
2000’li yılların başında AB ile baÅŸlayan üyelik müzakereleri, yerel yönetimleri daha bağımsız yapacak reformlara yol açtı. Bu reformların en önemlisi, yerel düzeydeki grupların temsilcilerinden oluÅŸan Kent Konseyleri’nin kurulması oldu. Kent Konseyleri’nin kararları Belediye Meclisleri’nin gündemine alındı. Ancak günümüzde Kent Konseyleri, bazı istisnalar dışında iÅŸlevsizleÅŸtirildi.
Siyasal iktidarın 2012 yılında çıkardığı 6360 sayılı yasa ise yerelleÅŸme eÄŸilimlerini tersine çevirdi. Katı bir merkezileÅŸme getirdi.
Bugünkü siyasal ortamda, bir katılımcı yerel demokrasi programıyla ortaya çıkmak önemli bir itiraz ve demokrasi çığlığıdır. Bu programın etkili, tutarlı bir demokrasi talebi niteliÄŸi taşıması, konunun bütün ayrıntılarıyla tartışılması amacıyla bir yerel demokrasi konferansının toplanmasına gerek bulunmakta. Konferansa sadece yerel yöneticiler deÄŸil, aynı zamanda siyasal partiler, sivil toplum platformları, akademisyenler, halk temsilcileri katılmalı. Konferans, geniÅŸ bir yelpazeye yer vermeli.
Böyle bir konferansın iyi hazırlanması önemli. Konferans özenli bir hazırlığın ürünü olmalı. Konferansta katılımcı bir demokrasinin çerçevesi ortaya çıkmalı. Katılımcı demokrasi ile parlamenter demokrasi arasındaki iliÅŸki ne olacak? Katılımcı demokrasi, parlamenter demokrasiyi tamamlayacak mı? Yoksa paralel bir sistem mi kuracak? İkincisi hedefleniyorsa, katılımcı demokrasinin, yerelde halk tarafından seçilen ve siyasal partilerle iliÅŸkisi olmayan üyelerden oluÅŸan ayrı bir meclisi olmalı mı?
Merkez ile yerel yönetim arasındaki iliÅŸkinin yeniden tanımlanması ve yetki bölüÅŸülmesi nasıl olacak? Yerel yönetimlerde üretim etkilenecek mi? Kooperatifçilik ve katılımcılık nasıl birleÅŸtirilecek?
Merkezin hangi yetkileri devredilecek? Yerel yönetimlerin seçtiÄŸi yöneticiler üzerinde merkezin bir yetkisi olacak mı? Yerel demokrasiyi yaÅŸama geçirmek için ne gibi yasa deÄŸiÅŸikliklerine gereksinim var? Konferans, bu ve bunun gibi daha pek çok soruya yanıt aramalı. Hazırlık dönemi yanıt aranacak soruların saptanması bakımından önemli.
Yerel demokrasi konferansı, Türk demokrasisine canlılık getirecek. “DeÄŸiÅŸim” tartışmalarına içerik kazandıracak. Halkı siyasetin öznesi yapacak. En önemlisi herkesin birlikte yaÅŸayabileceÄŸi yeni, çoÄŸulcu, demokratik bir Türkiye’nin kapısını açacak.