YoksullaÅŸma Ve  Kriz

İş, üretim veya yatırım yaparken bile “ithalât ihtiyacının” doÄŸması genel bir nitelik kazandı. Öyle ki, tarımsal üretimin bile yarı yarıya ithal girdi kullanmaktadır. Hatta çimento üretiminde maliyetin yüzde 55’i enerjiden gelmektedir. Enerjide dışa bağımlılık oranı ise yüzde 75 civarındadır

ERSİN DEDEKOCA

Enflâsyon, büyüme ve dış ticaret eksenindeki sıkıntılı göstergelerden hareketle yazdığımız yazıda,[1] “yüksek enflâsyonun” halkın alım gücünü kaçınılmaz biçimde erozyona uÄŸratması nedeniyle doÄŸacak “yurt içi talepteki düÅŸüÅŸe”, bir de “dış ticaret zafiyeti” eklenince, Türkiye ekonomisinin daha da ağır bir kriz tablosuna sürüklenmesi olasılığından bahsetmiÅŸtik.

Bu hafta da konuya, ENAG’ın 10 Haziran’da yayınladığı “Aylık Ekonomik Analiz Raporundan” da[2] yararlanarak eÄŸilmek istiyoruz.

KISACA ULUSLARARASI EKONOMİ GÜNDEMİ

GeçtiÄŸimiz ay ABD’de açıklanan PMI (üretim endeksi), iÅŸsizlik verileri, ikinci çeyrekte ABD ekonomisinin “durgunluk/resesyon” deneyimleme olasılığının yükseldiÄŸini göstermektedir. Keza bu baÄŸlamda, Uzak DoÄŸu ve Avrupa’daki benzer ekonomik göstergelere bakıldığında da, benzer ÅŸekilde ekonomik aktivitelerin yavaÅŸladığını; bundan dolayı, gelecek için yapılan ekonomik büyüme oranlarındaki öngörülerin aÅŸağı yönlü revize edildiÄŸini gözlemlemekteyiz.

Bu beklentilerin bir sonucu olarak Amerikan Merkez Bankası (FED) toplantı tutanaklarında, 2022 yıl sonuna kadar 125 baz puanlık bir “faiz artırımı” öngörüldüÄŸü ve bunun “dünya ekonomik büyümesini daha da kısacağının” belirtildiÄŸini görmekteyiz. Buna koÅŸut olarak, FED ve Avrupa Merkez Bankası (ECB)’nın faiz artırım süreçlerinin içinde olmasının, geliÅŸmekte olan ve 3. Dünya ülke ekonomilerine olumsuz etkilerin daha da anlamlı olmaya baÅŸladığını izlemekteyiz. Bir diÄŸer anlatımla ABD’de ve Avrupa’da enflâsyonun yükselen seyri, çok açıkça “küresel bir ekonomik daralmaya” iÅŸaret etmektedir.

♦ Emtia fiyatlarındaki hızlı yükseliÅŸ

Durgunluk seyrine giren küresel ekonominin etkileri, emtia tarafında özellikle gıda ve petrol özelinde ortaya çıkmıştır. Özellikle yükselen enerji maliyetleri nedenli “güvenli gıdaya ulaşılabilirliÄŸin azalması” olgusunu, Dünya Gıda Konseyi raporlarında görmekteyiz.

DiÄŸer yandan “petrol fiyatlarındaki yükseliÅŸ” seyrinin devam etmesi beklentisinin, yatırımcı Moody’s, S&P, Goldman Sachs gibi kuruluÅŸların profesyonelleri tarafından doÄŸruladığını da izlemekteyiz. Söz konusu bu yaÅŸananlar, “enerji bağımlılığı ve sürdürebilir enerji” baÅŸlıklarının, eÅŸ zamanlı olarak “gıda güvenliÄŸi ve ulaşılabilirliÄŸi” konuları ile birlikte hareket eden olgular olarak ele alınmasına yol açmıştır.

♦ Sıkı para politikası

ABD ve Avrupa borsaları, ülke veya kıt’a ekonomilerine olan “istihdam yaratıcı” yönünü, yıllardır süregelen “parasal geniÅŸleme” politikası ile arttırmıştı. Yılbaşından bu yana uygulanan “sıkı para” politikası ile birlikte, tüm dünyada iÅŸsizlik sayılarının yükseleceÄŸiniPMI[3] verilerinin, “arz-talep dengesindeki kırılma” ve “gelir eÅŸitsizliÄŸi” temelli olarak daha da bozulacağı beklenmektedir.

Hem ABD hem de AB tarafındaki “stagflasyon (ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyonun birlikte yaÅŸanması)” iÅŸaretleriyle birlikte, bu sürecin 2008 krizinde ve sonrasında yaÅŸanan “gevÅŸek para”  politikası patikasına benzeÅŸmeye doÄŸru gideceÄŸi ÅŸeklinde düÅŸünceler de bulunmaktadır.[4] Ancak yaÅŸananların sadece “parasal” deÄŸil, aynı zamanda “kurumsal ve sistemsel” nitelikte olduÄŸu akla getirildiÄŸinde, tekrar önceki parasal sisteme dönülmesinin, tek başına çare olmadığını düÅŸünenlerdeniz.

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE GÜNCEL Ä°Ç ETKENLER  

TCMB’nın, “bir hafta vadeli repo faiz oranı” olan “politika faizini” 23 Eylül 2021’de düÅŸürmeye baÅŸladığını ve 16 Aralık 2021’den bu yana da yüzde 14’de sabit tuttuÄŸunu birlikte takip ettik.  DiÄŸer yandan dünyada artan “enflâsyon yükseliÅŸi” ve buna karşı önlem olarak uygulanan “parasal daralma” politikalarıyla birlikte, Türk Hükümeti’nin ve TCMB’nın, bu gerçeÄŸi görmezden gelen para politikalarına devam edildiÄŸini izlemekteyiz.

Uygulamaya konulduÄŸundan bu yana her kesimden “enflâsyonist baskıyı arttıracağı” yolunda eleÅŸtiriler alan ve banka kayıtlarında, “dövize endeksli olmasına” karşın “TL Mevduat” kırılımında gösterilen “Kur Korumalı Mevduat (KKM)”,  günümüze kadar “120 milyar TL üzerinde Hazine’ye ek yük” getirdiÄŸini üzülerek görmekteyiz.

ENAG’ın Mayıs ayı için yaptığı E-TÜFE hesaplamasında aylık endeksin yüzde 5,46 oranında yükseldiÄŸini; son 12 aylık artışın ise yüzde 160,76 olduÄŸunu görmekteyiz. Kısacası, “yanlış para politikası kararları”, beklentileri daha da bozmayı sürdürmektedir.

♦ 14 yılın zirvesindeki CDS deÄŸeri

Türkiye’nin kredi geri ödeyebilme durumunu gösteren ve “risk primi” olarak adlandırılan “5 yıllık CDS göstergesi”, 800 baz puanı aÅŸarak 2008 yılı sonrası en yüksek seviyeye çıktı. Bir diÄŸer anlatımla, Türkiye’nin risk primi CDS, 14 yılın en yüksek seviyesine (817) yükselmiÅŸ durumdadır.[5] BilindiÄŸi gibi CDS seviyesindeki yükseliÅŸ, “ülkenin ödeyememe güçlüÄŸünün arttığı” anlamına gelmektedir.

♦ Refah artırmayan büyüme

Yılın ilk çeyreÄŸi için TÜİK tarafından açıklanan yüzde 7,3’lük “ekonomik büyümenin”, yurttaÅŸların alım gücündeki azalmanın “orta sınıfı yok eder” biçimde gerçekleÅŸtiÄŸini eÅŸzamanlı olarak izlemekteyiz. Bunun yanında “dış borçlardaki artış” durumunu da birlikte deÄŸerlendirdiÄŸimizde ise, uygulanan yanlış politikalardan kaynaklı enflâsyondaki, iÅŸsizlikteki artış ve Türk Lirası deÄŸerindeki düÅŸüÅŸ (kurdaki artış),  bu ekonomik büyümenin topluma yansımadığını; hatta anılan Rapordaki tanımıyla “fakirleÅŸtiren büyüme[6] olduÄŸunu belirtir niteliktedir.

♦ Sürdürülemez dış ticaret açığı

Önceki yazımızda[7] ayrıntılı olarak ele aldığımız gibi, ülkenin ticaret açığında yıllık olarak yüzde 157 oranında bir artış olduÄŸunu görmekteyiz. Üretimde dış alıma bağımlılığın ve ülkenin dış ticaret hadlerindeki olumsuz geliÅŸmelerin ortaya çıkardığı fotoÄŸrafı aÅŸağıdaki gibi özetleyebiliriz:

İhracatta, “ucuza” daha çok mal satılması; ihracat malları fiyatlarının ithalâta göre düÅŸük olması (aleyhte dış ticaret hadleri); ihracata konu mallardaki üretimin, yüksek oranda ithalâta bağımlılığı; “ihracatın ithalatı karşılama oranının” ise yüzde 64 seviyesine gerilemesi.

Yazımızda daha önce belirttiÄŸimiz gibi küresel ekonomide, özellikle de Avrupa’daki ekonomik faaliyetlerde ciddi bir yavaÅŸlama söz konusudur. Dünyadaki bu durgunluk eÄŸiliminin Türkiye’nin ihracat gelirlerinde ivme kaybına yol açabileceÄŸi beklenmektedir.

Bu arada, enerji fiyatlarındaki sert yükselmeyle 3 ayda “cari açık” 18 milyar $’a yükseldi. Yılın geride kalan aylarında aynı düzeyde açık devam ederse yılsonunda 72 milyar $’a ulaÅŸması matematiksel bir sonuç olarak durmaktadır. Ancak böylesine yüksek bir açık pek çok kötümser bir yaklaşım olur. Çünkü açığı azaltma açısından, en azından “turizm gelirleri” devreye girecektir. Böylece yıllık bazda 40 milyar $ civarında bir cari açık veya “vadesi gelecek dış borçlara ek olarak döviz gereksinimi” ortaya çıkabilir.

♦ Artan döviz ihtiyacı

Kamu bankaları baÅŸta olmak üzere sistemde yaÅŸanan “kredi artışının” ve faizin yüzde 14’te tutulmasının sonucu “dövize talep artmıştı”. DiÄŸer yandan da, artan büyüme ile ithalât tırmandı ve döviz ihtiyacı yükseldi.

Bir baÅŸka geliÅŸme de “tasarruf sahipleri” için oldu. “Negatif reel faizin” giderek büyümesi, alternatif yatırım alanlarına yönelmeyi hızlandırdı. Döviz, altın, gayrimenkul, yat, otomobil alternatif alanlara örnektir.

Ülkede iÅŸ, üretim veya yatırım yaparken bile “ithalât ihtiyacının” doÄŸması genel bir nitelik kazandı. Öyle ki, tarımsal üretimin bile yarı yarıya ithal girdi kullanmaktadır. Hatta çimento üretmek için daha fazla dış alım gerekmektedir. Çünkü çimento üretiminde maliyetin yüzde 55’i enerjiden gelmektedir. Enerjide dışa bağımlılık oranı ise yüzde 75 civarındadır.

♦ Örtük faiz yükseliÅŸi

Hafta başında CumhurbaÅŸkanı, faiz artırmayacaklarını aksine düÅŸüreceklerini açıkladı. Yukarıda da belirttiÄŸimiz gibi, “TCMB’nın politika faizi” de, Aralık 2021’den bu yana yüzde 14 düzeyinde olup, bu orandan bankalara likidite temin etmektedir. CumhurbaÅŸkanı’nın sözünü ettiÄŸi faiz de iÅŸte budur.

Ancak uygulamanın bir diÄŸer ayağı böyle deÄŸildir. Çünkü bankaların asıl fon kaynakları, gerçek ve tüzel kiÅŸilerden topladıkları mevduattır. Bankalardaki “TL mevduat faizlerinin ortalaması” 3 Haziran itibariyle yüzde 15,79’dur. Yine aynı tarihte bankalarca kullandırılan “TL ticari kredi faizinin ortalaması” yüzde 23,68’dir.

20 Aralık’ta baÅŸlatılan ve Hazine’ye önemli bir yük getirip, bankaları kollayan KGM’a ilâve olarak, 10 Haziran 2022 tarihinde duyurulan Gelire Endeksli Senet (GES) uygulaması getirildi. GES, 3 ayda bir kupon ödemeli, 6 ay vadeli bir “Devlet iç borçlanma senedi (tahvili)”dir. Hazine GES için 3 aylık dönemsel getiriyi yüzde 5,32yıllık bileÅŸik getiriyi ise 23,04 olarak belirlemiÅŸtir.

Ancak kupon getirisi ile ilgili olarak bir de asgari ve azami sınırlar belirlenmiÅŸtir. Duyurulan kupon oranına temel olacak olan endeks deÄŸeri, “asgari 95 “ve “azami 110” düzeyindedir. Böylece ilân edilen kupon oranının asgari yüzde 95’ine denk gelen “getiri garantisi” verilmektedir.

Bu durumda asgari ve azami dönemsel ve yıllık getiri oranları sırasıyla yüzde 5,05 (yıllık 23.04); yüzde 5.85 (yıllık 25.5) olacaktır. Bir baÅŸka anlatımla, dönemsel getiri yüzde 5.85’i aÅŸamayacaktır.[8]

Genel sonuç olarak, tüm örtük faiz uygulamalarınasıkıntıyı öteleme niteliÄŸi taşıyan KKM ve bu hafta hayata geçecek GES uygulamaları ve 9 Haziran gecesi Hazine, TCMD, BDDK, SPK tarafından açıklanan bir dizi makro ihtiyati önlemlere (sonraki yazımızda bu önlemleri irdeleyeceÄŸiz) karşın, Türkiye ekonomisinin daha da ağır bir kriz tablosuna sürüklenmesi olasılığının güçlü olduÄŸunu; zengin yerine dar gelirli kesimine yapılan “yük transferiyle”, ülkedeki fakirleÅŸmenin orta sınıfı yok eder biçimde gerçekleÅŸtiÄŸini düÅŸünmeyi sürdürüyoruz.