YÜKSEK ENFLÂSYONDA ORTAK ÖZELLİKLER

VE BEKLENTİ İLİŞKİSİ 

Ersin DEDEKOCA

Ekim ve Kasım aylarında, baÅŸta geliÅŸmiÅŸ ülkeler olmak üzere, küresel enflâsyon aÅŸağıya doÄŸru eÄŸilim gösterdiÄŸinden, ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) politika faiz oranlarına dokunmayıp, sabit tuttular.

ABD’de, 2023 yılının Eylül Ayında yüzde 3,7 olan yıllık enflâsyon oranı yüzde 3,7’ye (bu oran Ekim 2022’de yüzde 10,6 idi); AB’de yüzde 4,9’dan 3,6’ya (Ekim 2022: 11,5); Euro Bölgesi’nde de yüzde 4,3’den 2,9’a (Ekim 2022: 10,6) geriledi. Bu arada IMF’in son yayınladığı “Global Ekonomik Görünüm Raporu”nda, 2022’de yüzde 8,7 olan “küresel yıllık enflâsyon” tahminini 2023 için yüzde 6,9 ve 2024 için ise yüzde 5,8 olarak belirledi.[1]

Hatırlanacağı gibi, geliÅŸmiÅŸ ekonomiye sahip ülkelerde enflâsyon oranları 2022 başında yükselme ivmesi göstermiÅŸti. Bunun üzerine yukarıda sözünü ettiÄŸimiz Merkez Bankaları hemen politika faiz oranını artırmaya baÅŸladılar.  GeliÅŸmiÅŸ ekonomiler 2022 yılını ortalama yüzde 7,3 oranında bir enflâsyon oranıyla kapattılar. Bu oran yüksek bulunduÄŸu için “sıkı para politikası”, içinde bulunduÄŸumuz yılda da sürdürüldü.

YAÅžANAN BU DİREÅžKEN ve YÜKSEK ORANLI ENFLÂSYONUN KISACA NEDENLERİ

GeliÅŸmiÅŸ ekonomilerde yaÅŸanan enflâsyon oranındaki artışın nedenleri, Covid-19 salgını sonrası “tedarik zincirindeki bozulma”, 2008 küresel finans krizisalgının yol açtığı “ekonomik yavaÅŸlama” ve “durgunluk” ile baÅŸa çıkmak için uygulanan “geniÅŸ para politikasının” bir aracı olarak “artan para arzı” ve Rusya’nın Ukrayna’yı iÅŸgal etmesi olarak sıralanmaktadır.

YaÅŸanan enflâsyon artışı ile mücadele etmek amacıyla geliÅŸmiÅŸ ülkelerin politika faiz oranın artırması, “küreselleÅŸme” nedeniyle oldukça serbestîleÅŸen ve kuralsızlaÅŸmanın zirvesinde gezinen “para dolaşımı” ve “dış ticaret” yoluyla, doÄŸal olarak diÄŸer ülkelerde faiz oranının artmasına yol açtı. Ancak geliÅŸmiÅŸ ekonomilerdeki faiz oranı hiç yüzde 6-7 seviyesini geçmedi.

ENFLÂSYONU ALT EDEMEYEN ÜLKELER

Zamanında alınmayan önlemler ve/veya yanlış/noksan tedbirler nedeniyle, geliÅŸmiÅŸ ekonomilerden ithal edilen enflâsyonu önleyemeyen ülkelere baktığımızda, enflâsyon oranı en yüksek ilk 10 ülkenin geliÅŸmekte olan ülkelerin arasından çıktığını görmekteyiz.

 

Kaynak: IMF[2]   

2023 yılsonu beklenen enflâsyona göre hazırlanan ve buna göre enflâsyon oranı en yüksek 10 ülkeyi gösteren yukardaki grafiÄŸe göre, enflasyon oranı en yüksek olan ülkelerin başını yüzde 360 ile Venezuela çekmektedir. Bu ülkeyi yüzde 314,5 ile Zimbabwe, 256,2 ile Sudan, 171,2 ile Lübnan, 121,7 ile Arjantin izlemekte. Türkiye yüzde 61,3 ile (yılsonu beklentisi yüzde 65) Arjantin’in hemen arkasında altıncı sırada yer almaktadır.

Küresel ölçekte 2023 yılsonu enflâsyon beklentisi en yüksek ilk 10 sıradaki ülkelerin ortak özelliklerini aÅŸağıdaki baÅŸlıklarda toplayabiliriz.

-Söz konusu ülkelerin tümünde “popülist hükümetler” iÅŸ başında olup, ülkelerin, aksak demokrasi uygulanan 2-3’ü de dâhil olmak üzere otokrat yönetimler hâkimdir.

-Anılan ülke yönetimlerinin çoÄŸu, enflâsyon ile mücadeleyi sadece “parasal önlemler” araçlarıyla yapılabileceÄŸini düÅŸünmekte; kurumsal nitelikte deÄŸiÅŸimlere yer vermemektedirler. Parasal nitelikli tedbirlerde bile “algı bükülmesine” ön plândadır. Åžeffaflığın olmaması, medya ve yargı üzerindeki baskılar da bu yönetimlere kolaylık saÄŸlamaktadır.

-Bu ülkelerin bir kısmında ya baÅŸka ülkelerle ya da iç çatışmalar yaÅŸanmaktadır.

-Bu ülkeleri yönetenler genellikle, “nepotizm” (akraba kayırmacılığı) ve “crony kapitalizmi” (ahbap-çavuÅŸ iliÅŸkisi) benimsemiÅŸlerdir.

-Keza bu ülkelerin yukarıda sıralanan açmazları ve/veya önlemlerin “geç/yetersiz/mış gibi” uygulanması nedenleriyle, enflâsyon oranını düÅŸürmeye yönelik uyguladıkları para ve maliye politikaları da iÅŸe yaramamaktadır.

ENFLÂSYONU DÜÅžÜRME BAÄžLAMINDA ÖNEMLİ İKİ OLGU

Enflâsyonu düÅŸürmek için “para ve maliye politikaları” uygulanırken, hangi politikaya öncelik verileceÄŸi, aracın kendisi kadar önemlidir. Popülist yönetimlerin “oy kaybetme” kaygısı ile bu seçimi yapmakta da “rasyonel” davranmadıklarını; bu baÄŸlamda kolay ve “seçmeni kandırabilecekleri” politikayı tercih ettikleri gözlenmektedir.

Ancak bunun kadar önemli olan iki olgu daha var. Bunlar, “beklentiler” ve politikaların uygulamasında “iktisadi birimler arasında nasıl bir ayrım yapılacağı” konusudur.

Enflâsyonu önlemeye veya düÅŸürmeye yönelik alınan kararlara, bireyler ve iÅŸ dünyasının yeteri kadar güven duymaması halinde, alınan tüm önlemlerin boÅŸa çıkması olasılığı çok güçlüdür.

İktisat teorisinde beklentilere yönelik iki temel yaklaşım vardır: “Rasyonel beklentiler” ve “uyarlanabilir beklentiler”.

Rasyonel beklentiler, bireylerin piyasada mevcut en iyi bilgilere dayanarak ve geçmiÅŸ eÄŸilimlerden ders alarak karar verdikleri ön kabulüne dayanmaktadır. Keza söz konusu teori, insanların bazen yanılabileceÄŸini, ancak ortalama olarak doÄŸru beklentilere sahip olacağını kabul eder.[3]

İlk olarak 1961 yılında Amerikalı iktisatçı John F. MUTH tarafından ortaya atılan “rasyonel beklentiler (rational expectations)” yaklaşımı, daha sonra 1970’lerde Robert LUCAS ve T. SARGENT tarafından geliÅŸtirilmiÅŸtir. Bu iktisatçıların öncülük ettiÄŸi yeni klâsik makro iktisat okuluna göre, iktisadi birimler her zaman geçmiÅŸteki hatalardan ders alırlarTahminleri tarafsızdır ve karar vermek için mevcut tüm bilgileri ve ekonomik teorileri kullanır. İktisadi bireyler, ekonominin nasıl çalıştığını ve hükümet politikalarının fiyat düzeyi, iÅŸsizlik düzeyi ve toplam çıktı gibi makroekonomik deÄŸiÅŸkenleri nasıl deÄŸiÅŸtirdiÄŸini bilirler.

Rasyonel beklentiler teorisinin zayıf ve güçlü türleri bulunmakta. “Güçlü” beklentiler, aktörlerin mevcut tüm bilgilere eriÅŸebildiÄŸini ve bu bilgilere dayanarak rasyonel kararlar verebildiÄŸini varsayar. “Zayıf” beklentiler ise, iktisadi aktörler ilgili tüm bilgilere eriÅŸmek için zamanları olmadığını, ancak sınırlı bilgilerine dayanarak kararlar aldıklarını varsayar. ÖrneÄŸin, eÄŸer peynir satın alırlarken, aynı markayı almaya devam etmek ve diÄŸer peynir markalarının göreceli fiyatları hakkında mükemmel bilgi alma konusunda endiÅŸelenmemek “rasyonel” bir davranış biçimidir.[4]

Rasyonel beklentilerin geçerli olması halinde, bugün olanlar gelecekte ne olacağına dair beklentilere baÄŸlıdır. Ancak gelecekte ne olacağı, aynı zamanda bugün ne olacağı ile ilintilidir.

Beklentiler analizine iliÅŸkin ikinci teori “uyarlanabilir beklentiler (adaptable expectations)” olarak adlandırılmaktadır. Yakarda da belirttiÄŸimiz gibi, rasyonel karar almayı kullanan bireyler, karar vermek için piyasadaki en iyi bilgileri kullanırlar. Hâlbuki “uyarlanabilir karar vericiler”, gelecekteki sonuçları tahmin etmek için geçmiÅŸ eÄŸilimlerden ve olaylardan yararlanır.

Ekonomide uyarlanabilir beklentiler insanların, geçmiÅŸte olup bitenlere dayanarak gelecekte ne olacağına iliÅŸkin beklentilerini oluÅŸturduÄŸunu varsayan bir süreçtir. ÖrneÄŸin, eÄŸer insanlar gelecekte enflâsyon oranıyla ilgili bir beklenti oluÅŸturmak istiyorlarsa, bazı tutarlılıklar çıkarmak için geçmiÅŸ enflâsyon oranlarına baÅŸvurabilirler ve daha fazla yıl göz önünde bulundurulduÄŸunda daha doÄŸru bir beklenti elde edebilirler. 1950’li ve 1960’lı yıllarda “uyarlanabilir beklentiler” hipotezi hem ampirik hem de teorik çalışmalarda yaygın olarak kullanılmıştır.[5]

Bu aynı zamanda geriye dönük karar verme olarak da bilinir. Buna göre eÄŸer enflâsyon bir önceki yılda arttıysa, insanlar bir sonraki yılda enflasyon oranının da artmasını bekler. Buna göre, konu dönemi fiyat düzeyi beklentisi, bir önceki dönem gerçekleÅŸen fiyat düzeyine baÄŸlıdır.

Bireyler, beklenenle gerçekleÅŸen enflâsyon oranı arasında bir fark varsa, enflâsyon beklentilerini deÄŸiÅŸtirirler. Ancak beklentileri doÄŸru çıkarsa geleceÄŸe yönelik beklentileri büyük bir olasılıkla deÄŸiÅŸtirmezler. Sonuç olarak uyarlanabilir model oldukça basittir. Çünkü bu yaklaşım, insanların kararlarını geçmiÅŸ verilere dayandırdığını varsayar.

BİRİCİK ÜLKEMİZE DEĞİNMEDEN OLMAZ

Öncelikle ÅŸu hususu hiç tereddüde yer vermeyecek açıklıkla teslim etmemiz gerekir: Türkiye’de hükümetin uyguladığı iktisat programındaki “hedeflere iliÅŸkin güven” zayıf. Bireyler ve iÅŸ dünyası programda belirtilen hedeflerin gerçekleÅŸeceÄŸine iliÅŸkin beklentileri zayıf olduÄŸu için de, söz konusu ekonomik kiÅŸi ve/veya kurumlar, hem “para ikamesinden”[6] hem de elindeki geliri harcamaktan vaz geçmemektedir.

DiÄŸer yandan ülkeyi yöneten Hükümet ise, izlediÄŸi ücret politikasıyla “çalışanları ikiye bölmüÅŸ” durumdadır. Bir tarafta siyasal iktidara tam bir baÄŸlılık gösteren ücretle çalışan kamu görevlileri (5,1 milyon kiÅŸi) ve yine yüksek ücret alan özel sektör çalışanları (yaklaşık 1 milyon kiÅŸi). DiÄŸer yanda ise düÅŸük ücretle çalışanlar ile kendi hesabına çalışanlar (27,5 milyon kiÅŸi) ve emekliler (15,3 milyon kiÅŸi) bulunmaktadır.

Ankara yönetimi, yaptığı yukarıdaki ayırıma karşın, uyguladığı para ve maliye politikalarında böyle bir ayırıma gitmemektedir. Uygulanan bu politikaların sonucu olarak da yoksulluk daha çok artıyor ve gelir dağılımı daha çok bozuluyor. Sonuçta Türkiye’de ciddi bir “bölüÅŸüm sorunu” yaÅŸanmakta; bundan ücretliler, üreticiler, özellikle tarım sektöründe üretim yapanlar olumsuz etkilenmektedir.

Bu politikanın iktisadi ve siyasi sonuçları elbette olacaktır. Bunun bedelinin ne olacağını da çok geçmeden birlikte göreceÄŸiz…

Ersin Dedekoca                                                                                                                27 Kasım 2023

Kaynakça:

[1] “World Economic Outlook”, IMF, Ekim 2023, https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2023/10/10/world-economic-outlook-october-2023

[2] “Inflation rate, average consumer prices, annual percent change”, IMF, https://www.imf.org/external/datamapper/PCPIPCH@WEO/WEOWORLD/TURq

[3] Ike Brannon, “John Muth (1930-2005)Remembering the Man Behind Rational Expectations”, Regulation, İlkbahar, 2006, https://www.cato.org/sites/cato.org/files/serials/files/regulation/2006/3/v29n1-2.pdf