ZAMLAR VE DÜÅžÜNDÜRDÜKLERİ
Bülent SOYLAN
Öyle bir döneme girdik ki, haberlerin de karşılıklı muhabbetin de ana gündemi zamlar. Ona zam geldi, buna zam geldi, bak ÅŸuna bir kere daha geldi falan filan…
Hani bir sözümüz vardı “Zenginin parası fakirin çenesini yorarmış” diye ya.
Durum aynen öyle:
Bizdeki parasızlık da zam lafı üzerinden milletçe sadece çenemizi yoruyor.
İktidarı mı eleÅŸtireceksin; “acımadılar, yine zam yaptılar”
EÅŸ dost sohbeti mi; “dur bakalım bu fiyatlar daha da nereye kadar çıkacak”
Muhalif gazetede manÅŸet: “zam yaÄŸmuru”
Televizyonda haber: “Zamsız bilmem ne için gece yarısı kuyruklara girdiler”
*
Sonuçta hemen hemen aynı ÅŸeyler.
Biter mi bu söylemler?
Asla bitmez. Hatta bir ÅŸey söyleyeyim mi, bugün seçim olsa devir deÄŸiÅŸse yarın görülecek olan yine aynı sahne; Hani futbolda ikinci devrede kaleler deÄŸiÅŸir ya; bu sefer ÅŸimdiki iktidar baÅŸlar yeni iktidara yüklenmeye, “yazık deÄŸil mi bu halka” “zam üstüne zam” falan demeye.
Çok büyük bir olasılıkla -kısa bir avanstan sonra- biraz alt perdeden de olsa halkımız yine devam edecektir “geçinemiyoruz” deyip sonra da içinden içinde “ne deÄŸiÅŸti ki?” diye düÅŸünmeye.
Nedenini söyleyeyim hemen; çünkü Türkiye öyle bir ekonomik sarmalın içerisinde yuvarlanıyor ki, bu yuvarlanışın birilerinin ufak bir vücut çalımıyla durdurulmasına imkan görünmüyor.
Ne zamana kadar mı?
Alınacak tedbirlerin ciddiyetine göre ben diyeyim; beÅŸ sene, siz deyin 15 sene.
*
Åžimdi gelelim “yok canım, o kadar da deÄŸil” itirazlarına karşı peÅŸin peÅŸin vereceÄŸimiz cevabımıza:
1.Türkiye, tarihinin en büyük ve en kötü ekonomik-siyasal kaosunu yaÅŸamaktadır.
2.Bu yapı, neredeyse son on yılda hemen her gün yeni bir yanlış yapılarak adım adım oluÅŸturulmuÅŸtur.
Bütçelerimiz açık, bankalarımız dahil kamu sermayesi dip seviyelerdedir. Oysa bu kurumlar devletin ekonomi denen koca kazanı karıştırmasına yarayan kepçelerdir. Bu kurumlar karma ekonominin en etkili enstrümanlarıdır. Üretimden düÅŸmüÅŸ bir ekonomiyi harekete geçirecek manivelalardır ama ÅŸimdi onlar da adeta yoklar.
Bir düÅŸünsenize; bir zamanlar o üç kamu bankası hangi alanlarda hizmet vermek için kurulmuÅŸ, ne iÅŸler baÅŸarmaktaydı; bir düÅŸünsenize sata sata bitirilemeyen kamu iktisadi iÅŸletmelerini; istihdamdan kalifiye eleman yetiÅŸtirmeye, piyasayı tanzime kadar ne iÅŸler yapıyorlardı ki Türkiye Cumhuriyeti o ilk on yılında bile o kadar güçlü, onurlu, kendini besleyen bir ülke haline gelebilmiÅŸti?
Åžimdi onlar yoksa, yenilerini yaratmak yine onlarla bir ÅŸeyler yapmak on yıllar alacaksa hemen yarın için neyin umudunu taşıyacaksınız?
3.Gelelim özel sektörümüze, o da yapar denir ya…
Açın internetten Türkiye’nin ilk beÅŸ yüz ÅŸirketini, bakın bakalım bunlardan kaç tanesi bizim kendi sermayemiz. Hadi bazıları bizim diyelim, bakın bakalım onlardan da kaçı yabancı ortaklı, kaçı kendi teknolojisi, kendi markasıyla çalışıp ya hammaddede ya kredilerde bir yabancıya bağımlı olmadan çalışabiliyor?
En son, sorun elde kalanlara “bu günlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz” diye?
Ne yazık ki “milli burjuvazi” diyebileceÄŸimiz o kesim de üstü açık ya da kapalı, kendini bir biçimde ya dışarıya atmış ya atmakta ya da atmaya can atmaktadır. Yani sermaye dışarı kaçmıştır, kaçmaktadır ve kısa vadede geri dönmeye niyeti biraz umutsuz.
4. “Ekonomi” sadece “fabrikalar” “bankalar” kurmak da deÄŸildir. Bir politikadır, modeldir, performanstır. Küresel düzende “ekonomi”, uluslararası iliÅŸkilerdir, dış pazarlarda tanınmaktır, markalaÅŸmaktır, iç siyasette istikrardır, saÄŸlam bir hukuki yapıdır, bağımsız yargıdır ve her ÅŸeyden önce ileriye bakınca bir istikbal gösteren, güven veren yapıdır ki bunların öyle hemen yarından öbür güne yeniden çaÄŸdaÅŸları ile aynı düzeye gelmesi zordur, bu zorluk bile ancak “zorlu” bir iktidarın yine zorlu çabalarıyla aşılabilir. 5.Türkiye, Yap-İşlet modelinin hunharca kullanımı dolayısıyla maalesef önümüzdeki on yıllarını kendi eliyle ipotek altına sokmuÅŸtur. O modelden İşletmeye geçmiÅŸ ve hala iÅŸletilenler bir yana, hala yatırımı devam eden yüklü projeleri ve yüklü sözleÅŸmeleri vardır ve daha da olacaktır. Bunlar önümüzdeki yılların en büyük ayak bağıdır.
6.Dolayısıyla, ÅŸimdi siyaseten kimse dile getirmese, hatta söylendiÄŸinde inkâr etse bile Türkiye bu günlerde önümüzdeki on yıllara kadar kendini toparlayamayacak, belirli bir büyüme kaydedebilse bile “vatandaşını refaha ulaÅŸtırmak” mertebesinde bir ekonomik kalkınmaya ulaÅŸamayacaktır.
7.Ülke; üretimden koparılmış ekonomisi, yüksek nüfusu, bitmeyen iç göçü, durdurulamayan ve kolay kolay durdurulamayacak dış göçü dolayısıyla “emek” açısından büyük bir “arz” yani “iÅŸ bekleyen” fazlasına sahiptir. Dolayısıyla, tek sermayesi bu piyasaya sunacağı emeÄŸi olan çok geniÅŸ bir kitle, ücretleri sürekli gerilerde olan hatta giderek gerileyen çalışanlar kesimi, yanı sıra emekliler ve iÅŸsizler “satın alma gücü” açısından kolay kolay refaha eremeyecek, gerek üretimsizlik ve gerekse milli paranın deÄŸer kaybı nedeniyle, karşılaÅŸtıkları her etiketi zamlı olarak göreceklerdir. Dolayısıyla hayat daha yıllarca “zamlı” geçecektir.
8.Bu piyasacı dünyada her zaman bazı ekonomik dalgalanmalar olur, krizler yaÅŸanır, insanların mal ve hizmete ulaşım imkanları yani satın alma güçleri, yani geçimleri etkilenebilir.
Ama bir düÅŸünsenize; bu etkiler, örneÄŸin tüketim harcamalarındaki yüzde 10-20’lik artışlar kimi kuzey ülkelerinde olduÄŸu gibi kiÅŸi başı milli geliri 50-60 bin dolarlarda dolaÅŸan insanları ne kadar etkiler, bizdeki gibi ancak kağıt üzerinde hesaplandığında bile yedi-sekiz bin dolarlarda dolaÅŸanları ne kadar etkiler?
Hadi örnek de verelim: O kuzey ülkelerinde bazı zamlarla olsa olsa insanların tasarrufları azalır, kısmen bir kısım lüksü askıya alınırken bizde 3000 lirayla ancak karnını doyuran insanların elektrik-gaz parasına gelen sadece 100 liralık bir zam, onun 30 günlük yaÅŸamından bir gününü yok edip aç bırakmaz mı?.
Peki bu yapıdan hala bir ÅŸikayet söz konusu olacaksa; dönüp dolaşıp yine gelen zamlardan ve zamcılardan mı söz edilmeli, hele devir deÄŸiÅŸsin bunların hepsi düzelecek umuduyla iktidarıyla muhalefetiyle yine aynı minderde güreÅŸmeye devam mı edilmeli yoksa bu iÅŸin “yapısal” sıkıntısı ve kaçınılmaz zorlukları üzerinden derin bir tartışma açılıp ÅŸimdiden, hiç vakit kaybetmeden ve büyük bir samimiyetle asıl sorun üzerine mi gidilmelidir?
Bilinecektir, 1940 yılında böyle bir durumda Churchill beÅŸ yıllık iktidarının sonunda iktidarı kaybedecek olmasına raÄŸmen yine de “Benim size kan, emek, gözyaşı ve terden baÅŸka sunacak hiçbir ÅŸeyim yok" diye ortaya çıkmış,
1945’de iktidarı kaybetmiÅŸ ama savaşı kazanmıştır.
Çünkü büyük savaÅŸlar her zaman büyük gerçekçilikler gerektirir.
Peki ÅŸimdi “zam muhabbeti” dışında bizde böyle derinlemesine bir söylem var mıdır? Ya da olabileceÄŸinin ip uçlarını görebiliyor musunuz?
Birileri ortaya çıkıp gerçeÄŸi söylemeyince, bunu söylemenin siyasi risklerini göze alamayınca, adeta o “bitmeyen ÅŸarkı” gibi görünen yüzeysel “zam” tartışmaları ile nereye varılabileceÄŸini, asıl meselenin zam deÄŸil farklı bir ekonomik program ve bu koÅŸulların gerektirdiÄŸi uygulamalarla kiÅŸi başına milli gelirin yükseltilmesi, halkın satın alma gücünün yükseltilmesi meselesi olduÄŸunu;
Özetle, halkın refahının piyasadaki fiyatların inmesi deÄŸil, bir biçimde bu ekonomideki kazançların, dolayısıyla kiÅŸi başına gelirin yükseltilebilmesine baÄŸlı olduÄŸunu fark edip asıl konunun o olduÄŸunu söyleyebilecek miyiz?