AB'nin en büyük iki ülkesinde, Almanya ve Fransa'da “siyasi karmaşa” hâkim durumdadır.
Fransa'da, geçtiğimiz yaz aylarında yapılan seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Macron'un, Anayasal yetkilerini çokça "esneterek" atadığı Başbakan Barnier'in başı bütçe ile dertte. Fransız Parlamentosu'nda çoğunluğun desteğine sahip olmayan Barnier'i bütçe meselesi üzerinden düşürmek için, hem sol ittifak hem de aşırı sağcı partiler harekete geçti. Nitekim 4 Aralık günü yapılan güven oylamasıyla, yaklaşık 3 aydır başbakanlık yapanMichel Barnier hükümeti düşürüldü ve ülke yeni bir siyasi belirsizlik içine girdi.
Almanya'da ise, birkaç ay içinde yapılacak olan federal seçimlerin yarattığı “siyasi belirsizlik” egemen. Anketlerde ırkçı AfD tarihte ilk kez Sosyal Demokratları geçerek, ikinci sıraya yerleşmiş görünmektedir.
Yukardaki iki başat siyasi soruna, dışarıya karşı "demokrat" bir imaj veren, ancak ülke içinde ifade özgürlüğü ve temel haklara karşı adeta savaş açan İtalya'daki aşırı sağ koalisyonu da eklemek uygun olacaktır. Keza AB'nin bir başka büyük ülkesi Macaristan'da ise, sağcı popülist Orban hükümetinin tavrı ve duruşu ise zaten herkesçe bilinmektedir. Hollanda ve Avusturya’da, aşırı sağcılar artık ya iktidar ortağı ya da iktidar adayı konumundadır.
Bu arada, yeni AB’nin yeni üyelerinden Romanya’da 24 Kasımda yapılan cumhurbaşkanı seçiminin iptali yaşandı. Ülkede aşırı sağcı aday Calin Georgescu ile merkezci ve AB yanlısı Elena Lasconi arasındaki “hayati” önemdeki cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerine sadece iki gün kala Anayasa Mahkemesi “ilk turu iptal” kararı aldı. Ülkenin Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanı seçimi ilk tur sonuçlarını, “Rusya’nın dahli” ve “yabancı güçlerin etkisi” nedeniyle “dramatik bir kararla” iptal etti. Seçimler yeniden yapılacak.
Bugünkü yazımız, yukardaki ülkelerin en büyük ikisinde deneyimlenen “siyasi kaos” ve buna ek olarak en büyüğünde yaşanan ekonomik sıkıntı/belirsizlik üzerine olacaktır.
FRANSA’DAKİ SİYASİ KARMAŞA
Yukarda da belirttiğimiz gibi Fransa'da, yaz aylarında yapılan seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Macron'un atadığı Başbakan Barnier'in başı bütçe ile sıkıntıdaydı.
Konuya biraz daha geriden giderek, daha doğrusu geçtiğimiz yaz aylarından baktığımızda; Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Avrupa Parlamentosu (AP)seçimlerinde rakibi Marine Le Pen'in partisi Ulusal Birlik’in kazandığı büyük zaferin ardından erken seçim kararı aldığını; ancak aldığı siyasi riskinin istediği gibi sonuçlanmadığını ve sonuçta aşırı sağın desteği ile “kırılgan” bir “merkez sağ” hükümetinin kurulduğunu görmekteyiz.
Aşırı sağın desteği olmaksızın Parlamento’dan geçemeyecek olan ve bütçe açığının yüzde 6,1’e çıkmasını engellemek için harcama kesintileri ve vergi artışları plânlayan (toplam 60 milyar Euro’luk bir tasarruf) 2025 bütçesi önerisi Barnier Hükümeti’nin sonunu getirdi.[i] Aşırı sol blok ve Marine Le Pen'in başını çektiği aşırı sağ, ayrı ayrı önergelerle bütçeye karşı çıktı. İki uç siyasi kanat, hükümetin “endişelerini dinlemediği” noktasında birleşiyordu. Sonuçta, 4 Aralık günü akşam saatlerinde yapılan güven oylamasında 577 parlamenterin 331'i hükümetin düşürülmesi yönünde oy kullandığı görüldü. Böylece ülke tarihinde, 1962'den bu yana ilk kez bir hükümet güven oylaması sonrası düşürüldü.