dakika dakika tekirdağ çorlu haberleri

gazete tekirdağ
ANA SAYFA   |  HAKKIMIZDA   |  GÜNDEM   |   POLİTİKA    |   EKONOMİ    |   SPOR   |     İLETİŞİM  

İSTANBUL'DAYIZ

"Anilarım 3"

Osmancık’tan, komşularımızdan, özellikle de ineklerimiz ve minik buzağımızdan ayrılmak çok zordu. Küçük yaştan beri iç içe yaşamıştım onlarla.  Onların doyurulması, sulanması, sütlerinin sağılması-pişirilmesi, peynir, yoğurt-yayık-tereyağı aşamaları günlük yaşantımızın bir parçası olmuştu.  Bu taşınma kararının ilk belirtisi ineklerimizden ayrılmamız oldu. Babam, satılana kadar onları yaylaya gönderdi. Sanki ailemizin bir parçasından ayrılıyorduk. Memur ailesi olmakla birlikte, gaz-tuz-şeker ve giysiler dışında pek çok şeye para harcamamayı öğrenmiştik. Acaba ben sınıfta kalmasam, yine taşınma kararı verilir miydi? Bu konuda hala karar veremiyorum.  Zira, benim okul taksidim, tatillerde gidiş-geliş masraflarım, önemli bir gider kaynağıydı.   Ayrıca, kendimizin üretmesi hoşumuza de gidiyordu. Bahçeden meyve – sebze toplamak ben ve kardeşlerim için ayrı bir zevkti.

İşte eşyalarımız toplanmış, bizi İstanbul’a götürecek kamyonu bekliyorduk. Ve o an geldi. Osmancık’a geldiğimizde olduğu gibi, kamyon kasasında eşyalar arasında çocuklar için bir bölme bırakıldı. Komşularla vedalaşmalar tamamlandı.  Arkamızdan sular döküldü. Kamyonumuz hareket etti.

Yol boyunca yiyecek  ihtiyacımız  için hazırlıkları yapmıştı  Annem. Hareket saatimiz, öğleni bulmuştu. Kamyon şoförü İstanbul’a sabah ulaşacağımızı söylüyordu. Yolda molalar veriliyordu. Hava karardığında Bolu Dağını tırmanıyorduk.

Bir ara kamyonumuz durdu. Dışarıdan gelen seslerden bir sorun olduğu anlaşılıyordu. Kamyon şoförü Babam’a, hocam madem sigara içiyorsun Bafra bari içseydin diyordu. Soğuktan korunmamız için konulan kilimleri aralayıp baktım. Ortalık kapkaranlıktı. Üstelik sis te vardı. Gelen geçen kamyonlardan yardım istendi. Kamyonumuzun far arızası giderildi. Sonradan öğrendiğimi göre, Bafra Sigarası ambalajındaki folyo, farlardaki temassızlığı gidermek için kullanılmıştı.

Sabah ışıkları ile birlikte Harem iskelesindeydik. Arabalı vapurla karşıya geçtikten sonra, sora sora Bakırköy, Bahçelievler bulundu.

Haznedar İlkokulu yakınında bir boş arsada durduk. Bahçelievler haznedar o tarihlerde yeni yapılaşmaya başlamış, parsellere  bölünmüş,  bazılarında iki veya tek katlı evler yapılmıştı.

Anladığım kadarı ile Babam çevrede kiralık bir ev bulana kadar biz kamyonda  bekleyecektik. Kamyoncu ile de öyle anlaşmış. Yıllar sonra bu bana büyük bir cesaret örrneği gibi gelmiştir. Yeni bir kente gidiyorsunuz.  Eviniz belli değil. Tek güvenceniz atandığınız İlkokul.

Nitekim öyle oldu. Okulun tek görevlisi, Babamla birlikte çevreyi dolaşmaya çıktılar. Bir süre sonra döndüklerinde, yüzleri gülüyordu. Ev bulmuşlardı. Karaköy’de ikamet eden yaşlı bir amca, bir arsa üzerine yaptırdığı tek katlı evini kiraya vermeye razı olmuştu.

Henüz çatısı olmayan, ikinci kat için sütun başlarında kolon demirleri bırakılmış, üç odalı bir evdi. Eşyalar indirildi. Aylık yüz elli liraya kiraladığımız bu eve yerleşmeye başladık. Bu evin tek özelliği, ev sahibinin sürekli tekrarladığı gibi, o yılların ünlü aktörlerinden Efgan Efekan’ın komşumuz olması idi. İki bina ileride Bakırköy – Bağcılar yolu geçiyordu. Suyumuz yoktu. Kuyudan temin edecektik. Görünen oydu ki kasabadakinden daha güç koşullar bizi bekliyordu. Erkut Okullar açılınca Ankara-Hasanoğlan’a artık ikinci sınıf öğrencisi olduğu okuluna gidecek, Ben, Bakırköy Lisesine kayıt olacaktım. Meliha için sorun yoktu. Okul evimize yakındı.

Haznedar, Bakırköy İlçe sınırları içinde, Bağcılar ve Güngören köyleri ile Eski Londra Asfaltı olarak bilinen yol boyunca uzanan bir arazi üzerinde yeni kurulmakta olan bin semt idi. Kiraladığımız eve beş yüz metre uzaklıkta bir bakkal dışında, Bağcılar Caddesi üzerinden Bakırköy’e çalışan minibüsler bizi sosyal yaşama bağlıyordu. Babamın yeni  atandığı İlkokul denilince, aklınıza bilinen okul yapıları gelmesi. Bu okul, aslında bir baraka idi. Milli Eğitim kayıtlarında adı da Baraka Okul idi. Bir zamanlar kışlalarda kullanılan, muhtemelen Amerikan Yardımı olarak yurdumuza gelen çinko levhalardan oluşan binalardı. Yağmur yağdığı zaman sesi ile ritim tutulan, soğukta öğrencilerin yanan sobaya rağmen titrediği iki binadan ibaretti. İçeride bölmeler yapılarak sınıflar, yönetim odası, tuvaletler oluşturulmuştu. Çaresiz Kardeşim bu okulda öğrenimine devam edecekti. Biraz ileride yeni okul binası inşaatı hızla yükselmekteydi.

Annem aslında, becerikli bin insandı. Bütün bu taşınmalar, yenilikler onu yıldırmaya yetmiyordu. İnanılmaz çözümler üreterek aile bütçesine katkılarda bulunuyordu. Gelirken, İstanbul koşullarında zorlanmayalım diye, yeterince kuru gıda, patates, soğan getirmeyi ihmal etmemişti. Sokak aralarında bağırarak geçen, yoğurtçular, sütçüler, araba ile satış yapan sebzeciler vardı. Balıkçıdan tanesi yetmiş beş kuruşa satan aldığımız enfes palamutlar da soframıza ayrı bir değer katıyordu. Palamut , o yılların en ucuz balığıydı. Bir tanesi kiloya yakın,  belki de fazla çekerdi. Şöyle anlatayım. Bir palamut tava, yanında salata-pilav dört kardeşin karnını doyurmaya yetiyordu.

Benim, Kabataş Lisesinden kaydımın alınıp, Bakırköy’e kayıt işlerim tamamlandı. Geçen yılki kitaplarımın kullanacaktım. Yazarları farklı olan kitaplarımı da temin etmiş, okulların açılmasını bekliyordum. Bakırköy Lisesi, bir önceki yıl Yavuz Evler İlkokulu bünyesinde faaliyete geçmiş, ama bütün sınıfları olan bir Okuldu. Çünkü, sürekli göç alan İstanbul’un, yeni sanayi kuruluşları da bu bölgede yükseliyordu. Okul yeni yapılmış, pek çok eksiği vardı. Yağmur yağdığında camlardan giren sular, koridorlardan merdivenlere doğru süzülürdü. Kabataş,  erkek lisesi olmasına karşılık, burada kız-erkek birlikte öğrenim görecektik. Ben son kayıtlardan olmalıyım. 4-K şubesine verilmiştim. Yabancı dil seçimi olan Fransızca’yı değiştirmem mümkün olamadı. Ama Fransızca Öğretmenim Nesrin Gönülal’ı çok sevmiştim. İyi bir öğretmendi ve okul değiştirmemden kaynaklanan sorunlar konusunda bana büyük destekleri oldu.  Sınıfım, çoğunlukla Bakırköy Orta Okulu mezunu olmakla birlikte, benim gibi nakil öğrencilerin sayısı da hayli fazla idi. Bu durum sınıfımıza ayrı bir hava veriyordu. Yıllar sonra da dostluğumuz sürecek çok renkli yüzler vardı. Saint Benoit’lı Ersan Gürses gibi. ODTÜ okudu. Başarılı bir mühendisti. Çok erken aramızdan ayrıldı. 144 Utku Onan, yıllar sonra Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı olarak diş tedavilerim için büyük yardımı olacaktı. SSK Müfettişi avukatlarımız, Genel Müdürlük yapan Makine Mühendislerimiz, Başarılı Müteahhit iş adamı Engin Karadeniz, Prof. Ömer Saraçoğlu, Eczacılar, Psikologlar, Havacı Pilot Subaylar,  Hesap Uzmanları,  niceleri. Çok başarılı üniversite öğrenimi olan bir sınıf olduk.   Öğretmenlerimiz bir kişi dışında  çok iyi insanlardı. Kabataş Lisesinde, beden eğitiminden sınıfta bırakan m.u. buraya Müdür Yardımcısı olarak tayin olmuştu. Bu durum benim moralimi bozmaya yetmedi. Yeni arkadaşlarımı, sınıfımı çok sevmiştim.

Osmancık Orta Okulu’da iken, Bahçıvan Nuri Dayı bize oku bahçesine ağaç dikme işini sevdirmişti. Boş derslerde nuri Dayıya yardıma giderdik. Tüm okulun etrafını ağaçla donatmıştık. Bakırköy Lisesi bahçesi henüz inşaat artıkları ile doluydu. Müdürümüz   Macit Karakurum  kısa sürede, Okol Bahçesini temizletmiş, ağaç dikim işlerine başlamıştı. Bu gün Bakırköy Lisesi bahçesinde gördüğünüz 50 yaşında ağaçların dikilmesinde katkım olması ile övünürüm her önünden geçişimde.

Haznedar’dan Bakırköy’e 98 numaralı otobüsle gidip-geliyordum. Güzel havalarda yürümek bile mümkündü. Bakırköy – Haznedar arasında henüz yapılaşma yoktu. Yeni Evler-Rahmi Duman Kliniği, sonrasında İncirli’de Ömür dinlenme tesisleri. Arada  Haznedar’a kadar tek tük ev evler vardı. Büyük yazlık sinemalar, futbol sahaları ve yolun solunda, E- 5’e paralel uzanan, Mazhar Osman olarak bilinen,  meşhur Ruh Hastalıkları Hastanesi ile sağda uzanan, fabrikaya ham madde taşıyan Çimento Fabrikası teleferikleri.

Yıllar içinde, Ömür Gazinosu yenilenecek, sonrasında ve öncesinde, Türkiye düzeyinde ünlü iki meşrubat fabrikasının binaları yapılacaktır.

Haznedar, Eski Londra asfaltı üzerinde, Montaj Fabrikaları, Fabrikalar Bölgesi, demir Döküm, Vita, Ateş Tuğla gibi  büyük fabrikalar bulunuyordu. Sürekli dumanı tüten, bir Kireç Ocağımız da ayrıcalığımızdı. Karşısında yer alan, sonradan Efes Pilsen Bira Fabrikasının inşa edileceği büyük alan ise, bildiğimiz çiftlikti. Merter Çiftliği, ineklerin, koyunların otladığı büyük bir çiftlikti. Çoğu zaman taze süt, sebze-meyve  almaya giderdik.

Topkapı’ya doğru uzanan tepede, ünlü Davutpaşa Kışlası yer almaktaydı. Milli Bayramlarda, askerler, zırhlı birlikler buradan hareketle Vatan Caddesine törenlere katılmak üzere giderlerdi. Daha ileride Ülker, Karaca gibi büyük sanayi kuruluşları yer alırdı.

Kış ile birlikte yollarımız çamur oldu. Otobüs durağına ulaşmakta güçlük çekiyor, otobüs içinde ve okulda çamurlu ayakkabılarla dikkat çekiyordum. Annem, bana bir çizme alınması, durağa kadar çizme ile gidip, Durakta ayakkabılarımı giymem şeklinde bir formülle sorunu çözdü.

Babamın maaşı, dört çocuklu bir aile için yetersizdi. Kira ağır geliyordu. Kasabada bıraktığımız ineklerimiz satılmış, onlardan sağlanan para bankada duruyordu. Bununla bir arsa alıp ev yapmak planları vardı ailenin. Bu arada, Babamın amcasının oğlu ile evlenen, Bakırköy Derbi Lastik Fabrikasında çalışmakta olan, çok sevdiğimiz Muhittin ağabeyin, fabrika yakınında bir evde bir kaç arkadaşı ile birlikte, kötü koşullarda kaldığını öğrenince bizim eve konuk olarak taşınmasına izin verildi. Çok geçmeden de küçük Teyzem ile evlilikleri gerçekleşti.

Nasıl gelişti hatırlamıyorum. Ama kız kardeşimin önümüzdeki yıl okuluna Kargı’da devam etmek üzere ayrılması ile sonuçlandı. Yaz tatilinde Meliha Kargı’da kaldı. Zaten, Kargı ile bağlarımız devam ediyordu. Meliha’nın Anneannemle kalması, okula orada gitmesi, Onun kabul edilemez duygular yaşamasına neden olmuş, yıllar sonra bile konu açıldığında üzüntülerini belirtmiştir. Muhittin ağabeyimle, Gül Teyzem de evlilikten bir süre sonra ayrı bir ev taşındılar. Bizim ailenin, ev yapma projesi yaz tatili ile birlikte uygulanmaya başladı. Lise ikinci sınıfa geçmiştim. Çocukluk yılları geride kalıyor, gençlikle tanışıyordum.

Bakırköy, o yıllarda, Sirkeci’ye gitmek için aldığınız banliyö biletinde, Bakırköy – İstanbul yazan, İstasyondan çıktığınızda, hemen soldaki sokak içinde sıra sıra faytonların sizi beklediği bir ilçe olmasına karşılık, bir sanat beldesiydi. Sinemaları, Halk Evi, sanatçılarıyla kültür merkezi idi. Türk Sinemasının, Kenan Pars, Ahmet Tarık Tekçe  gibi önde gelen isimleri burada oturur, sinema ve tiyatrolarında güncel film ve oyunlar oynanırdı.

Tren dışında, dolmuşlar ve  İETT otobüsleri de vardı elbette. Bakırköy -Taksim, Osmaniye – Eminönü, Akıl Hastanesi – Eminönü. Bakırköy – Topkapı.

Kışlık ve yazlık sinemalar, sahilde, Normandi ve Miltiyadi  isimli  iki büyük çay bahçesi vardı. Biz böyle telaffuz ediyorduk ve o tarihlerde böyle büyük çay bahçelerine “Gazino” deniliyordu. Ayrıca, Bakırköy Sporun bahçesi. Hemen bütün Bakırköylüleri burada bulmanız mümkündü.

İstasyon Caddesi ve İstanbul Caddesi, çarşı-pazar buradan ibaretti. Sahile inen yol üzerinde iki kilise nüfus hakkında bilgi vermeye yetiyordu.

Bugün dahi önemli yerleşim merkezlerinden olan Emlak Konut Evleri  yapılmaya başlamıştı.

Yaz tatili başladığında, Haznedar ile Güngören arasındaki, Kireç Ocaklarına yakın bölgede aylık iki yüz elli lira taksitle satın aldığımız arsamız üzerinde, ev yapmak üzere , ileride fosseptik çukuru olacak, kireç kuyusu için, Babamla birlikte ilk kazmayı vurmuştuk.

Yapılan Yorumlar
BACAKLARINIZI GÜÇLÜ TUTUN