Zeki Sarıhan
CHP Kurultayına giderken Genel Başkan Kemal Kılıçtaroğlu, partisinin yeni hedefinin “Kerim Devlet”, Kemal Tahir’in ifadesiyle “Devlet Ana” olduğunu açıkladı ve CHP’nin altı Ok’undan biri olan Devletçiliğin yeniden tanımlanması gerektiğini söyledi.
Bu sözler, 1960 sonlarında aydınlar arasında çokça tartışılan fakat artık nerdeyse unutulmuş olan Kemal Tahir’in Devlet Ana romanındaki tezini hatırlamamıza neden oldu. Tartışmanın ucu Karl Marks’ın 1850’lerde değindiği, fakat daha sonra üzerinde durmadığı “Asya Tipi Üretim Tarzı”na kadar uzanıyor.
Marks’tan sonra iyice biçimlenen klasik anlayışa göre toplumlar ilkel, köleci, feodal, kapitalist toplum aşamalarından geçmiştir ve kaçınılmaz olarak Sosyalist topluma ulaşılacaktır. Asya Tipi Üretim Tarzı, Çin, Mezopotamya ve Osmanlı İmparatorluğunda uygulanan ve onu Japonya ve Avrupa feodalizminden ayıran bir üretim biçimidir.
İleri sürüldüğüne göre, Japonya ve Avrupa feodalizminde özel mülkiyet esas olduğu halde, Asya Tipi Üretim Tarzı’nda mülkiyet devlete aittir. Devlet, köylerde yaratılan artı ürüne el koyarak bunun bir kısmını kamu işlerine ve hizmetine harcamıştır. (Vikipedi)
Osmanlı ile Avrupa arasındaki bu mülkiyet farkının nedeni şudur: Mezopotamya, Çin gibi coğrafyalarda bireysel üretim yapmak zordur. Büyük akarsuların havzalarında sulu tarım yapabilmek için bireysel çaba yetmez. Bunun yerine nüfusun seferber edilmesi gerekir. Bunu da ancak devlet sağlayabilir.
ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI VE DEVLET ANA
Bu tezi geliştirenlerin başında Prof. Sencer Divitçioğlu (1927-2014) geliyor. Kitapları arasında yer alan “Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu” bu konuyu ele alıyor. Marksist romancımız Kemal Tahir de onun önerisi üzerine 1967’de yayımlanan ve ertesi yıl TDK roman ödülüne değer görülen Devlet Ana romanında, konuya Osmanlı Devleti özelinde yer veriyor. Romana göre kuruluş döneminde Osmanlı Devleti her milliyete eşit davranıyor, halkı koruyor ve onlara iyilik yapıyor. Yani evlatları için didinip duran bir ana gibi davranıyor.
Kemal Tahir çok okunan ve sevilen bir romancı olduğu halde, devleti kutsallaştırdığı için bu teze dönemin solcularından çok, devlete her zaman kutsallık atfeden Osmanlıcılar ve milliyetçiler itibar ettiler. Solcular için ise o dönemi Yunus Emre şu dizeleriyle daha gerçekçi anlatıyordu: “Geçti beyler mürveti/ binmişler birer atı/ Yediği yoksul eti/ İçtiği kan olmuştur.”
Şüphesiz ki, Osmanlı Devleti, henüz sınıflaşmanın keskinleşmediği bir aşiretten doğmuştur. Dönemin bütün devletleri gibi zalimdir, kan emicidir. Onun Avrupa feodalizminden farkı, Avrupa’da yerel senyörler güçlüyken Osmanlı, merkezî bir feodalitedir. Anadolu’da beylikler dönemi sona erdikten sonra Osmanlı bu merkeziyetçilik giderek koyulaşmıştır. Eski devrin kalıntıları olarak Avrupa’da feodal beylerin şatoları her yerde görünürken, Osmanlılarda Beylikler dönemi sonrasında böyle eserler görülmez. Avrupa’da yaygın yerel yönetimler, bu yerel iktidarlar temeli üzerine kurulmuştur. Türkiye’de ise Rıdvan Akın’ın TBMM Devleti (1920-1923) adlı kitabında (İletişim Yayınları, 2001) yetkinlikle irdelediği gibi yerel yönetim anlayışı
Sovyet Devrimi’nin de etkisiyle Kurtuluş Savaşı meclisinde planlanmış ve 1921 Anayasası’na da yazılmışken, Tek Parti döneminde bundan vazgeçilmiş, bölünme korkusuyla merkezin gücünü artırma yoluna gidilmiştir.
DEVLETÇİLİK İLKESİNİ GÖZDEN GEÇİRMEK
Kılıçtaroğlu’nun, CHP’nin altı okundan biri olan Devletçiliği yeniden yorumlama ve ona “sosyal devlet” biçimi kazandırma niyeti yerindedir. Çünkü Türkiye’de devletçilik, halkı korumanın ve onu kucaklamanın değil, devlet eliyle bir sınıfın zengin edilmesinin adıdır. CHP, şu kadar zamandan beri, bu izlenimi silememiştir. CHP Genel başkanı ve kadrolarının bir kısmı bunun farkındadır.
Konu artık “Asya Üretim Tarzı”nın temellendiği, büyük sulama alanlarının küçük mülkiyetle sulanamadığı ve devletin bundan doğduğu tartışması üzerinden yürütülemez. “Ceberrut devlet”ten “sosyal devlet”e dönülmesi, bugünün de temel ihtiyaçlarındandır. Devleti kutsallaştırarak, devletçilikten burjuvazi için güç toplayanlar, devletten geçinenler ve devletçilik yoluyla yüklerini tutanların devri sona ermelidir.
Marksist tanıma göre devlet, “hâkim sınıfların halk üzerindeki baskı aracı”dır. Bu tanım, bugün de geçerlidir. “Ceberrut Devlet”le “Kerim Devlet” arasındaki fark, bu baskının derecesi kadardır. “Ağalık vermekle olur” atasözünün de özlü biçimde anlattığı gibi “veren” ağaların ağalığı ortadan kalkmaz. Hatta ağanın iktidar süresini uzatır. “Sosyal devlet”, bu ağalara benzer. (23 Temmuz 2020)