ÇİN’İN İKİ ÖNEMLİ HAMLESİ
Ersin DEDEKOCA
Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi CİNPİNG ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir PUTİN’in, 20-22 Mart tarihleri arasında Moskova’da gerçekleştirdikleri 40. buluşması tarihi önemdeydi. İki lider, “Yeni Bir Çağ İçin Rusya-Çin Kapsamlı Ortaklığının ve Stratejik İşbirliğinin Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi”ni imzaladılar.[1] İki liderin Moskova’da yayımladıkları bu ortak bildiri, “dünya egemenlerinin paylaşım savaşlarının daha da çetinleşeceğinin” kanıtı ve “Çin’in ABD’’ne bir çalımı” olarak değerlendirildi.
Şi, Rusya’ya en son 2019’da gelmişti. İki liderin yüz yüze son görüşmesiyse 4 Şubat 2022’de, Ukrayna’daki çatışmaların başlamasından 20 gün önce, Pekin Olimpiyatları’nın açılışında gerçekleşmişti.
Diğer yandan Tahran- Riyad ilişkilerini normalleştirmek için 6 Mart’ta Çin’in başkenti Pekin’de Çinli yetkililerin aracılığıyla müzakerelere başlandı. Taraflar 10 Mart’ta, yıllar süren düşmanlığın ardından, Çin’in aracılık ettiği bir anlaşmayla ilişkileri yeniden kurmayı kabul etti. 6 Nisan’da iki ülkenin dışişleri bakanları 7 yıl sonra ilk kez Pekin’de bir araya gelerek el sıkıştı.
Aşağıdaki çalışmamız Çin’in, küresel çapta önemli ekonomik ve siyasi dönüşümün arifesinde gerçekleşen yukarda anılan” iki önemli girişiminin” irdelenmesi; nedenleri ve olası sonuçları hakkında çıkarımlar üzerinedir.
YENİ DÜNYA DÜZENİNİ BETİMLEYEN BİLDİRİ
Şi’nin Moskova ziyaretinin ilk günündeki Putin ve Şi arasındaki kapalı görüşme yaklaşık 4,5 saat sürdü. İki ülke arasındaki ana müzakereler, heyetlerin katılımıyla 21 Mart’ta yapıldı. İki günlük toplantıların ardından, Putin ve Şi, ekonomik işbirliğinin temel alanlarını geliştirme plânı ve stratejik ortaklığın derinleştirilmesine dair iki ortak bildiri imzaladı.
Çin ve Rusya liderlerince imzalanan 21 Mart 2023 tarihli bu bildiri, 4 Şubat 2022 tarihli bildirinin[2] geliştirilmiş ve derinleştirilmiş devamıdır. Her iki Bildiri birlikte, “yeni dünya düzeni” hakkında iki liderin uzlaştıkları konuların topluca açıklanmasıdır.[3]
Bildiri sonrasında Rusya lideri Putin, “BM’nin tüzüğüne dayalı olması gereken adil ve demokratik çok kutuplu dünya düzeninin oluşturulması için çalışıyoruz” dese de,[4] dünyanın “çok kutupluluk” yerine “iki ana egemen kutba” doğru hızla evrildiği açıkça izlenmektedir. Bu ana eksenlerin biri, iki Asya ülkesinden, Çin ve Rusya’dan; diğer eksen ise NATO çatısı altında buluşmuş Batı ülkelerinden oluşmaktadır.
Bu iki kutbun, ekonomik, siyasal, askeri birliktelikler üzerinden sürdürdükleri “örtülü çatışmalar” aracılığıyla, dünyaya kendilerine göre “biçim verme çabası” içinde oldukları gözlenmektedir. Ukrayna ve Suriye, bu çabanın en sıcak ve kanlı sonucu olarak (şimdilik) öne çıkmaktadır.
Çin’in Suudi Arabistan’la barışmasını sağladığı İran ile ABD’nin Suriye’de kapışmaları, Rusya’nın da ABD’nin bir insansız hava aracını Karadeniz’de düşürmesi, örtülü savaşların güncel örnekleri olarak gösterilebilir.
Çok kapsamlı bu bildiride öne çıkan mesajların üzerinde durduğumuzda, neden “yeni dünya düzeni” bildirisi dediğimiz belki daha iyi anlaşılmaktadır.
Bildiri’de;
–Çok kutuplu ekonomik küreselleşmenin sağlandığı ve uluslararası ilişkilerin demokratikleştiği yeni bir çağa işaret edilmektedir. Keza bu çağın, hiçbir ülkenin diğerinden üstün, hiçbir yönetim modelinin evrensel olmadığı ve hiçbir ülkenin uluslararası düzeni dikte edemeyeceği belirtilmektedir.
-Çin ve Rusya’nın aralarındaki ilişkilerin, Soğuk Savaş dönemi modelini aşan türden bir ilişki olarak nitelendirilmektedir.
-Her ülkenin kendi kalkınma modelini seçme hakkına sahip olduğunu belirterek, ABD’nin ülkeleri “demokrasi-otokrasi” şeklinde cepheleştirmesine itiraz edilmektedir.
-Çin- Avrasya Ekonomik Birliği, Rusya Kuşak ve Yol Projesi desteklenmekte; taraflar ikisinin bütünleşikliğini ve Büyük Avrasya Ortaklığı’nı savunmaktadır.
Bunun dışında aşağıdaki hususlar da, Bildirinin “özgün nitelikleri” olarak görünmektedir:
-“Renkli devrimlere” karşı kolluk kuvvetlerinin işbirliğinin arttırılacağına işaret etmesi; iki ülkenin, Orta Asya’ya “renkli devrimler” sokma girişimlerini ve bölge işlerine dış müdahaleyi kabul etmediklerini açıkça duyurmaları,
-İki ülkenin, Doğu Türkistan İslâmi hareketi de dâhil olmak üzere “üç şer güç” ile mücadelede için bakanlıkların yıllık toplantılara başlamasını kararlaştırmaları,
-Enerji başta olmak üzere, pek çok alanda işbirliğini geliştirmeyi kararlaştırmaları,
-Kuzey Akım Boru Hattına sabotajın tarafsız bir şekilde soruşturulmasını savunmaları.
Küresel sorunlar bağlamındaki aşağıdaki sorunlara çözüm odaklı yaklaşmaları:
-Rusya, Çin’in Ukrayna krizinin çözümü için ön almasını memnuniyetle karşılamakta ve Çin’in önerdiği 12 maddelik barış plânına olumlu baktığını belirtmektedir.
-Taraflar Suudi Arabistan-İran ilişkilerinin normalleşmesini memnuniyetle karşılıyor; Filistin sorununun iki devletli çözümünü, Suriye’de siyasi çözümü, Libya’nın bütünlüğünün korunmasını, Basra Körfezi bölgesi için “kolektif güvenlik mimarisi” oluşturulmasını savunmaktadırlar.
-Çin ve Rusya; Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ile ilgili konularda koordinasyonu güçlendirme kararı almışlardır.
-İki ülkenin duruşları, Kuzey Kutbu’nun barış, istikrar ve yapıcı işbirliği bölgesi olarak korunmasından yanadır.
ABD ve müttefiklerine karşı aşağıdaki uyarılarda aynı taraftadırlar:
–Tayvan, Çin topraklarının devredilemez bir parçasıdır.
-ABD, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin meşru taleplerine yanıt vermeli ve yeniden diyalog başlamalıdır.
–Japonya, nükleer deniz kazası ve etkileri nedeniyle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimini kabul etmelidir.
-Çin ve Rusya, AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD) konusunda ilgililerin uyarılmasını istemektedir.
–ABD’nin ülke içinde ve dışındaki biyolojik askeri programları dünyayı tehdit etmektedir. ABD, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’ni ihlal eden faaliyetlerini derhal sonlandırmalıdır.
–NATO, diğer ülkelerin egemenliğine saygılı olmalı, Pasifik Asya ülkeleriyle askeri güvenlik bağlarını güçlendirmekten vazgeçmelidir.
Taraflardan Rusya, bu ziyaretin yapılmasını en çok isteyen ülkeydi ve Şi’nin Moskova’yı ziyaret edeceğine dair ilk açıklamayı da Rusya yapmıştı. Fakat Çin tarafı uzun zaman bu ziyaretle ilgili sessiz kalmayı yeğledi.
Sadece bu durum bile, Çin’den çok Rusya’nın bu ziyarete ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Çünkü şimdilerde Rusya iki temel sorun ile karşı karşıyadır. Bunlar, “ekonomik sıkıntılar” ve Ukrayna savaşından kaynaklı olarak “askerî zorluklardır”. Bu sorunlara bir de, süren Ukrayna Savaşı’nda “saldırgan” konumunda olan Putin’in bozulan algısını düzeltme ihtiyacını da ekleyebiliriz. Tüm bu konularda Rusya Çin’den destek elde etmeye çalışmaktadır. Sorunları ana başlıklarla aşağıdaki şekilde açabiliriz:
Rusya’nın ekonomik beklentileri
Bilindiği gibi, Batı’nın uyguladığı ekonomik yaptırımlar nedeniyle Rusya ekonomisi oldukça zor durumdadır. Son bir yıl içinde Rusya’nın en önemli gelir kaynağını sağlayan petrol ve doğalgaza getirilen uluslararası sınırlamalar, Rusya nezdinde Çin’in önemini daha da artırdı. Rusya’nın enerji kaynakları satışında Çin ve Hindistan giderek daha önemli pay almaya başladı.
Ancak Rus petrol ve doğalgazına ihtiyacı olan her iki ülke, bu kez petrolü yüzde 30 daha ucuza almaya başladılar. AB ambargosuna kadar (2022’nin yaz ve sonbaharında) Rus doğalgazının fiyatı yaklaşık 2 bin $ civarındaydı. Çin ise Sibirya Gücü Boru Hattı üzerinden doğalgazı 200 $’dan ithal etmekteydi. Bu yönüyle Çin, Moskova’nın beklediği gibi, Rus ekonomisi için “ekonomik dayanak” olamadı. Keza, her ne kadar taraflar arasında bazı ekonomik anlaşmalar yapılmış olsa da Pekin, Rusya’yla ekonomik ilişkilerini sınırlı tutmayı tercih etti ve Putin’in yeni bir doğalgaz anlaşması imzalama önerisini kabul etmedi.
Ukrayna Savaşı
Şi-Putin görüşmesinin ikinci ana konusu Ukrayna’daki çatışmalar idi. Bilindiği gibi Ukrayna Savaşı’nda Rusya istediği üstünlüğü sağlayamadı. Batı’nın Ukrayna’ya verdiği destek, Rusya’nın ilerlemesini sınırlandırdı. Savaşın uzaması Rusya’nın ülke kaynaklarını azalttı. Bu durumda da Moskova’nın, çatışmalarda en azından direnebilmesi için dış destek gereksinimi arttı.
Putin, Ukrayna müdahalesi öncesi, Şubat 2022’de Pekin’i ziyaret ettiğinde Çin’den destek istemişti. Çin, Rusya’nın bu isteğini cevapsız bıraktı. Çin, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğini açıklayarak, Moskova’nın yanında olmadığını gösterdi. Keza 24 Şubat’ta Ukrayna Savaşı’nı sona erdirmek amacıyla Çin’in barış plânı, Rusya’nın Ukrayna’daki hedefleriyle uymadığı için destek görmedi.
Buna rağmen Rusya, Çin’den umudunu hâlâ kesmiş değil. Çünkü Rusya için Ukrayna Savaşı’nın psikolojik, maddi/siyasi boyutları var. Çin Devlet Başkanı’nın son ziyareti iç ve uluslararası kamuoyuna Çin’in Moskova’yı desteklediği izlenimini verdi. Bu bağlamda ziyaret Putin’i destekleyenler için moral olurken, Rusya’nın hasmı olan Ukrayna yöneticileri için ise olumsuz bir gelişme şeklinde yorumlandı. Kısacası Çin’in, Ukrayna konusunda Rusya’ya somut bir destek vereceği konusunda endişeler artmış oldu.
Aslında Putin’in, plânlanan Ukrayna taarruzu için Şi’den güçlü ve somut bir beklentisi söz konusu. Ancak görünen o ki Çin, Ukrayna Savaşı’yla ilgili Rusya’dan çok daha farklı bir beklentiye sahiptir.
Çin’in Rusya stratejisi
Ekonomik anlamda Rusya, Çin için Batı’ya tercih edilebilecek bir ülke değil. Çin’in dış ticaretinde Batı’nın toplam payı yüzde 44 iken, Rusya’nın ise sadece yüzde 3.
Küresel ekonomik güç olmasını Batı’yla ticari ilişkilerine borçlu olan Çin, bu ilişkileri sürmesinin kendi çıkarına olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu bağlamda Pekin, Batı’ya rağmen Rusya’ya uygulanan yaptırımları by-pass edecek adımlardan uzak duracaktır. Bu durumda Çin’in önceleyeceği hareket tarzı, daha çok Rusya pazarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak olacaktır. Böylesi bir stratejinin Rusya’yı, ekonomik ve ticari olarak Çin’e daha bağımlı hâle getireceği güçlü durmaktadır.
İki ülke çıkarlarının farklı olduğu bir diğer alan da Ukrayna Savaşı’dır. Aslında Çin’in, Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek için yapabileceği pek fazla bir şey yok. Ayrıca savaşın devam etmesi birçok yönden Pekin’in çıkarına durmaktadır. Öncelikle, bu durumun sürmesinin ekonomik olarak Rusya’nın kendisine daha çok bağımlı yapacağının farkındadır.
İkincisi, bu süreçte ABD dikkatini Doğu Avrupa’ya yoğunlaştırdı ve NATO için en büyük tehdit olarak Rusya ilan edildi. Bu jeopolitik gelişmeler de Çin’i rahatlatmış oldu. Bu nedenle Çin’in Şubat ayında önermiş olduğu barış plânının, iyi niyet belirtilerinden öteye bir anlamı yoktu ve hem Rusya hem de Ukrayna söz konusu plâna destek vermedi. Çin yönünden, yaptığı bu tür “barışı koruma girişimlerinin”, dünya toplumunun gözünde kendi ağırlığını artırmak için yalnızca bir araç konumunda olduğu açıktır.
Çin’in Ukrayna’daki savaş durumunun sürmesini tercih etmesindeki nedenlerin üçüncüsü de, Ukrayna Savaşı’nın Rusya’nın askerî kaynaklarının erimesine yol açmasıdır. Savaşın uzaması askerî olarak Rusya’yı daha da zor duruma sokabilir. Doğaldır ki, Çin’in kuzey komşusunun zayıflaması, Pekin’in çıkarına olan bir durumdur. Zayıflayan Rusya’nın zaman içerisinde kaçınılmaz olarak Pekin’in etkisi altına gireceği güçlü bir olasılıktır.
Aslında Şi’nin Rusya ziyareti Rusya’ya destek vermek amacıyla değil, Rusya’nın kendisine olan bağımlılığını yakından görmek için yapıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca Çin, Rusya’yla ilişkileri ve verebileceği destek üzerinden ABD’ye baskı kurmak istediği de açık bir gerçektir. Batı Çin’e baskı yaptıkça, Pekin de Moskova’yla yakınlaşabileceği mesajını vermeye çalışmaktadır. Bir diğer anlatımla Çin, Rusya’yı “eşit bir stratejik ortak” olarak değil, “Batı ile ilişkilerinde bir koz” olarak değerlendirmektedir. Zaten iki ülkenin küresel güç olarak asimetrik boyutları, Pekin’in böyle bir stratejik oyunu kurgulamasını kolaylaştırmaktadır.
ABD Yönünden Rahatsızlık
ABD, Çin-Rusya yakınlaşmasına jeopolitik nedenlerden dolayı karşı olup, Çin’in Rusya üzerinde etkili olmasına da aynı derecede olumsuz bakmaktadır. Şi’nin anılan ziyaretinin benzer bir biçimde Rusya’nın lehine olacağından da endişeli olduğu açıktır.
Bu bağlamda, 17 Mart’ta Uluslararası Ceza Mahkemesinin Putin’in tutuklanmasına ilişkin çıkardığı kararın, Şi’nin Rusya ziyaretini engelleme amacını taşıdığına dair yorumlar yapıldı. Rusya muhalefet partisi Yabloko’un lideri Grigoriy YAVLİNSKİY, bu kararın özellikle Şi’nin Moskova ziyaretiyle aynı zamana denk getirilmesine dikkat çekti.
Daha önce de ABD, Pekin’in Ukrayna Savaşı’nın çözümüne ilişkin 24 Şubat’ta sunduğu barış plânından son derece rahatsız olmuştu. Moskova ziyaretinde de herhangi bir biçimde bu konuyu gündeme getirmesini istemiyordu. ABD, Ukrayna Savaşı’yla ilgili olarak Çin’in Rusya’yı kınamasını talep etmekte, Pekin ise bunu yapmamakta ve tarafsız kalmayı yeğlemektedir.
Bununla beraber Çin, Rusya’ya yönelik yaptırımlardan çıkar elde etmiş olsa da, bu yaptırımlardan etkilenen Rus ekonomisinin ayakta kalmasına da kolaylık sağladı; Rusya üzerindeki yaptırımların etkisini bir şekilde azalttı. Durumsal bile olsa bu ilişki Washington’u rahatsız etmektedir. Zira ABD’nin amacı, yaptırımlar üzerinden Putin’in kararlarını etkilemektir.
Toparlayacak olursak ABD, Çin’i eleştirerek Pekin’e baskı kurmaya ve Rusya’dan uzak durmasını sağlamaya çalışmaktadır. Çin ise Rusya’yla ilişkilerini olası krizlerde ABD’ye karşı kullanmanın hesaplarını yapmaktadır.
ÇİN ARACILIĞI İLE YENİDEN KURULAN İRAN-SUUDİ ARABİSTAN İLİŞKİLERİ
Suudi Arabistan’la İran’ın Çin’in arabuluculuğunda bir araya gelmeleri ve 2016 yılından bu yana kopmuş olan diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmeye karar vermeleri konusu, Çin’in uluslararası siyaseti bakımından bir diğer önemli gelişmedir. 10 Mart’ta İran ve Suudi Arabistan arasında Çin’in arabuluculuğu ile imzalanan antlaşma büyük bir diplomatik başarı ve bölgede ABD’ye alternatif bir güç olarak Çin’in etkinliğini arttırması olarak yorumlandı.[5]
İran ve Suudi Arabistan, Körfez’de istikrar ve güvenliği tehdit eden, Yemen’den Suriye’ye Ortadoğu’da çatışmaların alevlenmesine yardımcı olan ve yıllarca süren husumetin ardından 10 Mart günü ilişkileri yeniden kurma konusunda anlaştılar.
Çin’in aracılık ettiği anlaşma, iki rakip Orta Doğu gücünün üst düzey güvenlik yetkilileri arasında Pekin’de, daha önce açıklanmayan dört gün süren görüşmelerin ardından açıklandı.
İran, Suudi Arabistan ve Çin tarafından yapılan açıklamaya göre Tahran ve Riyad, diplomatik ilişkileri yeniden başlatma ve büyükelçilikleri iki ay içinde yeniden açma konusunda anlaştılar. “Anlaşma, devletlerin egemenliğine saygı gösterilmesini ve içişlerine müdahale edilmemesini teyit ediyor” denildi.[6]
Anlaşma, iki ülkenin karşılıklı olarak büyükelçiliklerini açmasından, 1998 ve 2001’de imzalanan ikili ekonomik, kültürel ve güvenlik işbirliği anlaşmalarına geri dönülmesinden ibaret ve bu açıdan sadece bir “yol haritası” niteliği taşımaktadır.
1979 İran İslâm Devrimi ile Riyad-Tahran hattında soğuk rüzgârlarla başlayan inişli-çıkışlı ilişki sonrası, 2010 yılı sonunda Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasını kasıp kavuran “Arap Baharı” sürecine girildi. Suriye, Bahreyn, Irak ve Lübnan gibi Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölge ülkelerinde İran-Suud gerilimi had safhaya çıksa da, iki ülke 2015’ten itibaren Yemen’de şiddetli bir vekâlet savaşının içinde kendini bulmuştu ve bugüne kadar da ilişkiler kopmuştu.
Bazı bölgesel ve küresel parametreler, Tahran-Riyad hattındaki mevcut gerilimin en azından bir süreliğine ötelenmesini ve normalleşme adımları atılmasını gerektirmişti. Bunları aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:
–İran’ın ülke içindeki toplumsal huzursuzluklar, ekonomik yaptırımların ağır baskısı ve dış operasyonları sürdürmede yaşadığı siyasi/finansal sorunlar,
–Suudi Arabistan’ın, ülkeyi fiilen yöneten Veliaht Prens Muhammed bin SELMAN öncülüğünde giriştiği; içeride, toplumsal baskıyı gevşetme ve göreceli özgürlük, dışarıda ise Arap Baharı dönemindeki bölgesel çatışma ve ihtilafları azaltma ve normalleşmeyi önceleyen tutumu,
-Rusya’nın bütün enerjisini Ukrayna ile savaşa odakladığı ve ABD’nin eskisi kadar aktif askeri güç kullanımına başvuramadığı mevcut Ortadoğu denkleminde, Çin’in bölgede daha fazla ekonomik ve askeri varlık gösterme eğilimi,
–Çin’in Ortadoğu’ya yönelik planları ve “Kuşak ve Yol Projesi”nin, ekonomik kaynak ve hidrokarbon kullanımını çeşitlendirme arayışındaki Riyad ve Tahran’ın ilgisini çekmesi,
–Çin’in, hidrokarbon kaynakları ve petrol ithalâtında büyük oranda bağımlı olduğu (yüzde 55-60) Ortadoğu’nun genel istikrarını, kendi ekonomik güvenliği açısından öncelemesi,
–İran’ın nükleer dosyasına ilişkin görüşmeler ve yaptırımlar nedeniyle; Suudi Arabistan’ın ise Trump sonrası Biden döneminde eskisi kadar yakın ilgiye mazhar olmadığı Waşington’a “uyarı amaçlı” olarak, Çin’le siyasi ve ekonomik angajman arayışı,
–Suudi Arabistan’ın bilhassa Irak, Suriye ve Lübnan’da İran etkisini geriletememesi, buna karşılık İran destekli Husiler’in Suudi destekli Sana yönetimine karşı nihai bir zafer elde edemeyip gerilemesi, Bahreyn’de Tahran destekli Şiilerin başkaldırısına Riyad’ın sert tepkisi ve yönetim tarafından ezilmesi gibi bölgesel gelişmelerin, İran ile Suudi Arabistan’ın birbirlerinin güçlerini karşılıklı test ettiği ve geçici bir uzlaşmaya razı olduğu konjonktürün ortaya çıkması.
Anlaşma, açık çatışma endişelerine yol açan bir dizi gelişmenin ardından geldi. 2019’da Suudi Arabistan’ın petrol altyapısına ve Körfez’de çeşitli bayraklar altında seyreden gemilere çok sayıda saldırı düzenlenmişti. Bu durum, ABD’nin İran ile 2015 nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesini, nükleer programı üzerinde çok daha sıkı kısıtlamalar içeren bir anlaşmayı kabul etmesini ve bu ülkeye yönelik ekonomik yaptırımların artırılmasını getirmişti.
Körfez monarşileri ve Batılı hükümetler saldırılardan İran’ı sorumlu tutarken Riyad ile Abu Dabi, güvenliklerinin sağlanması için ABD’ye yöneldiler. Ama Trump yönetimi herhangi bir adım atmayınca paniğe kapıldılar. Önce Birleşik Arap Emirlikleri daha sonra Suudi Arabistan, gerilimi azaltmak için İran’a el uzatmaya başladılar.
Irak ile Umman’ın arabuluculuğunda Nisan 2021’de başlayan ikili görüşmelerle Suudi Arabistan ile İran masaya oturtuldu. Ancak 2 yıl süren düzensiz görüşmelerde İran ile Suudi Arabistan arasındaki diyalogda çok az ilerleme kaydedildi ve sonuçta vazgeçildi.
Daha sonra köprüleri yeniden kurmak için Çin devreye girdi. Aralık 2022’in başlarında Çin Devlet Başkanı Şi, ilk Çin-Arap Zirvesi için Riyad’a gitti. Bu toplantıda Pekin, Suudi Arabistan-İran görüşmelerine ev sahipliği yapma teklifinde bulundu. Çeşitli temaslar ve geri plândaki diplomatik girişimlerin ardından, Mart 2023’te Çin’in ev sahipliğinde beş gün süren müzakerelerde, birçok hazırlık çalışmasının anlaşma noktasına varıldı.
Medyada çıkan haberlere baktığımızda, anlaşmanın ayrıntılarına yer verilmediğini görmekteyiz. Keza Çin’in, tarafları nasıl anlaşmaya vardırdığı konusu da belirsizliğini korumaktadır.
Bildiğimiz kadarı ile Riyad, Yemen konusunda ilerleme kaydedilmesini İran ile diplomatik ilişki kurulmasında bir ön koşul haline getirmişti. Bu bağlamda Tahran’ın, Husiler’i Suudi Arabistan’a yönelik sınır ötesi saldırılar düzenlemeye kışkırtmayacağına dair taahhütte bulunduğu söyleniyor. İran’ın Husiler’e silah sevkiyatını durdurmayı da kabul ettiği bildiriliyor.
Buna karşılık İran’ın, Suudi yetkililer bunu açıkça reddetmesine rağmen, Riyad’ın finanse ettiği bir televizyon kanalı olan İran International’daki rejim karşıtı protesto haberlerini yumuşatmasını, İran muhalefetine ve ayrılıkçı gruplara verdiği desteği azaltmasını istediği ve Suudi Arabistan’ın da kabul ettiği söylenmektedir. Rejim karşıtı protestolar sırasında İran International’ın verdiği destek, ona daha önce sahip olmadığı bir koz vererek, İran’ın Yemen konusunda taviz vermesi için baskı yapmasına olanak tanımış oldu. Çin’in beklenmedik müdahalesiyle birlikte bu etmen, müzakerelerin neden ilerlediğini açıklamaya yardımcı olabilir.[7]
Anlaşmanın zamanlaması, resmi ateşkesin Ekim 2022’de sona ermesinden bu yana fiili bir ateşkesin sürdüğü Yemen’deki olaylarla da ilgili olabilir. Suudiler, ateşkesi uzatmak ve genişletmek için Husilerle müzakere yürütmektedir. Yemen’de gerilimi azaltma olasılığı, Suudi Arabistan ile İran arasında daha yapıcı iletişimin önünü açmış olabilir. Kısacası, Yemen’deki ateşkesi yenilemek ve hatta uzatmak karşılığında, Suudi-İran anlaşmasının “kalıcı olma” niteliği kazanması mümkün olabilir gibi durmaktadır.[8]
Suudi Arabistan ile İran’ın her birinin Çin’i merkeze koymak konusunda ikna edici nedenleri bulunmaktadır. Her şeyden önce Pekin’in bir anlaşmaya aracılık etmesi, Tahran’ın, yalıtılmış veya Moskova’ya bağımlı olmadığını göstermesini sağlamaktadır. İran için, Çin ile olan ekonomik bağları ve Çin’in siyasi desteği çok değerlidir. İran, üzerindeki uluslararası baskı artarken, 2015 nükleer anlaşmasını yeniden canlandırma müzakereleri durmuşken, rejim karşıtı protestolar devam ederken ve ekonomik kriz kötüleşirken, kalan ortaklıklarıyla iyi geçinmenin kaçınılmaz olduğunun farkındadır. Ayrıca Pekin’in, Washington’un başlıca “süper güç rakibi” olması da çok önemlidir.
Suudi Arabistan’a gelince, anlaşma Riyad’ın sadece Washington’a bağımlı olmadığını göstermesini sağlamaktadır. Riyad’ın ABD ile son zamanlarda yaşadığı gerilimler, bu ülkenin “ilişkilerini çeşitlendirmesini” kritik hale getirmektedir. Riyad, ABD’nin Ortadoğu’dan yavaş yavaş çekildiğini ve bu nedenle eskisinden daha az güvenilir bir “güvenlik garantörü” olduğunu düşünmektedir. Biden yönetimi 2022’nin sonlarında Suudi Arabistan’ı petrol fiyatını düşürmek için daha fazla ham petrol pompalamaya ikna etmeye çalışmış, Riyad ise, ABD’nin bu dikte etme girişimlerinden rahatsız olmuştu.
İran’ın böyle bir mutabakata neden olur verdiği nispeten çok daha kolay anlaşılır. Amerika ve İsrail’in kendisine karşı uyguladığı kuşatma ve yaptırım politikasını bölge ülkeleriyle, ki en başta stratejik rakibi olan Suudi Arabistan geliyor, ilişkilerini düzeltmek yoluyla halletmeye çalışması ve bunu yaparken de stratejik anlamda birçok ortak çıkar paylaştığı Çin’i arkasında görmesi İran için önemliydi.
Suudi tarafının Amerika’ya eskisi kadar güvenmediği önemli bir unsurdur. Ortadoğu’nun genelinde Amerika’nın askerî mevcudiyeti devam ediyor olsa da, ABD’nin bölgeye ilişkin bağlılığının ciddi oranda aşındığını herkes görebilmektedir. Amerika’nın ipi ile kuyuya inilemeyeceğini düşünen Suudi yönetimi, Çin’in arabuluculuğunda İran’la diplomatik ilişkiler tesis etmeyi doğru buluyor. Diğer yandan böyle yaparak, ABD’yle olan ilişkisinde elini güçlendirmeye çalıştığı da çok açıktır.
Suudi-İran anlaşması, Çin’i Körfez İşbirliği Konseyi’nin altı üyesi ve Arap Birliği ile Suudi Arabistan’ı bir araya getiren, tamamı Riyad’da yapılan üç Çin-Arap zirvesinin ardından gerçekleştirilmişti. Bu toplantılar, Suudi Arabistan ile Çin arasında kapsamlı bir stratejik ortaklığın yanı sıra, onlarca ekonomik anlaşmayı da beraberinde getirmiştir.
Suudi Arabistan’la İran’ın Çin’in arabuluculuğunda bir araya gelmeleri ve 2016 yılından bu yana kopmuş olan diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmeye karar vermeleri Çin’in uluslararası siyaseti bakımından önemli gelişmedir.
Zamanlama bir yana, Suudi-İran ilişkilerini düzeltmeye yönelik anlaşmayla ilgili birçok kişiyi şaşırtan şey, Çin’in anlaşmanın arabulucusu ve garantörü olarak oynadığı roldü. Pekin’in, kendisini bölgesel siyasette giderek daha etkili bir konuma getirmenin ve ekonomik bağlarını güçlendirmenin ötesinde, bu görevi üstlenmek için somut bir çıkarı olup olmadığı henüz belirsizliğini korumaktadır.
Çin, İran petrolünün önemli bir alıcısı ve Mart 2021’de Tahran ile 25 yıllık bir ekonomik işbirliği anlaşması imzalamıştı. Çin ayrıca Suudi Arabistan’ın bir numaralı ticaret ortağı konumundadır. Anlaşma imzalandıktan sonra üst düzey bir Suudi yetkili ICG’na, Çin’in, hem İran’a baskı yapabilecek hem de Suudi Arabistan’a güvence verebilecek tek ülke olduğunu söyledi. Müzakerelere yakın bir Suudi uzman da aynı şekilde ICG’na şu açıklamayı yaptı:
“Çin bölgede kalıcı olmak istiyor. 25 yıllık anlaşmanın imzalanmasının ardından İran ile baskı gücüne sahip. … Bunu kullanmalı.”[9]
Pekin’in ABD ile gergin ilişkileri ve Tayvan konusunda bir kriz olasılığı Çin’i, “emtia akışlarında daha fazla istikrar sağlama” arayışına itmiş olabilir. Çünkü Ortadoğu’da daha fazla siyasi katılım, bu cephede daha fazla güvence sağlayabilir.
Konuya Çin-ABD ilişkileri yönünden baktığımızda da söz konusu mutabakatın içeriği ve sürdürülebilir olup olmadığından ziyade asıl önemli olan, Çin’in uluslararası arenada daha görünür olmaya ve ABD karşısında alternatif bir vizyon sunmaya karar vermiş olması önem kazanmaktadır.
Bilindiği gibi son aylarda ABD’nin Çin’i çevreleme ve kuşatma yönünde artan çabaları karşısında Pekin, karşı hamlelerle bu kuşatmayı yarmaya ve kendisiyle uyumlu hareket edebilecek ülke sayısını artırmaya çalışmaktadır.
Anlaşma aynı zamanda Çin’in Ortadoğu’da, ekonomik alan dışında “güç algısının” da peşinde koştuğuna dair bugüne kadarki en net mesajı vermektedir. Pekin’e göre, Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşma, Washington’un “savaş taktikleri” olarak tasvir ettiği şeyin aksine, onun bir “barış gücü”, istişare ve diyalog yoluyla çatışmayı çözmeye yardımcı olan bir aktör olduğu iddiasını güçlendirmektedir.
Ancak İran-Suudi anlaşması başarılı olursa ve Çin’in Ortadoğu’daki gücünü artırırsa, bunlar ona daha fazla sorumluluk da yükleyecektir. Anlaşmanın garantörü olarak Pekin, anlaşmanın sürdürülmesinden sorumlu tutulacaktır.
Pekin’de gerçekleştirilen tören esnasında İran ve Suudi Arabistanlı temsilcilerin ortasında görünen Çin Halk Cumhuriyeti’nin en üst düzey dış politika temsilcisi Vang Yİ’nin kameralara verdiği zafer kazanmış komutan pozu çok şey anlatıyor. Çin açıkça diyor ki, küresel sorunların çözülmesinde ve tıkanmış krizlerin aşılmasında tek alternatif ABD değil.[10]
Anlaşmanın bölgeyi nasıl etkileyeceği henüz belli değil. Ancak, diplomatik bağların yeniden kurulması, her şeyden önce Tahran ve Riyad için, aralarındaki önemli farklılıkları ele alma konusunda sadece bir ilk adım olduğu söylenebilir.
Anlaşmanın ilerleme sağlayabileceği alanlardan biri, Riyad’ın sonucunu Suudi Arabistan’ın güvenliği için kritik önemde gördüğü Yemen’deki savaştır. Resmi bir ateşkesin genişletilmesi konusunda Suudi-Husi görüşmeleri hâlâ devam ediyor. İran, isyancı grubu, sözde insani ön koşullarını sulandırmaya ikna ederek yardımcı olabilir. Yemen’deki ICG kaynakları, bu yolda hareket edildiğini ve Tahran’ın artık Riyad için mutlak bir öncelik olan Husilerin Suudi Arabistan’a saldırı düzenlememeye ikna etmeye hazır olduğunu belirtmektedir. Olası Suudi-Husi anlaşması kendi başına yeterli olmayacak ama yine de ilgili tüm taraflar, savaşı sona erdirmek için Yemenliler arası bir siyasi diyalog başlatmak zorunda kalacaklardır.[11]
Foreign Affairs dergisi, Çin’in 10 Mart’ta Suudi Arabistan-İran barışını sağlamasını, “Ortadoğu’da yeni bir düzen mi?” başlığıyla inceledi. Analiz özetle, “İran ve Suudi Arabistan’ın yakınlaşmasının bölgeyi dönüştürebileceği” potansiyeli üzerinde durmaktadır.[12] Makalenin yaptığı çıkarım çok doğru. Çünkü İran ve Suudi Arabistan’ın yakınlaşması, daha şimdiden bölgeyi dönüştürmeye başladı. Daha şimdilerde, “Çin barışı” diyebileceğimiz yaklaşım yoluyla, İran Suudi Arabistan’ın, Suudi Arabistan da İran’ın müttefikleriyle normalleşmeye başladı:
– İran ve Kuveyt, deniz sınırının belirlenmesi için müzakereye başladı. Kuveyt resmi haber ajansı Kuna’nın haberine göre, müzakereleri, Kuveyt Dışişleri Bakan Yardımcısı Mansur el-UTEYBİ ile İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Rıza NECEFİ’nin başkanlık ettikleri hukuk komisyonları yürütmektedir.[13]
– Bahreyn ve İran, ilişkileri normalleştirme konusunda doğrudan ikili görüşmelere başladı.[14]
– Suudi Arabistan ile Suriye, diplomatik ilişkileri başlatıyor. Suudi Arabistan merkezli el İhbariye kanalı, iki ülke yetkililerinin konsolosluk hizmetlerinin yeniden başlaması için görüşmelere başladığını duyurdu.[15]
Kısacası, “Çin barışı”, sadece 15 gün içinde, Ortadoğu’da üç yeni normalleşmeye olumlu etki yaptı. Çin barışının dolaylı etkilerini de aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:
– ABD’nin Wall Street Journall gazetesi, Çin’in bu yıl içinde İran ile Körfez ülkelerini Pekin’de bir araya getireceğini yazdı.[16]Böylesi bir gelişme sürpriz olmaz. Zira Çin lideri Şi CİNPİNG ile Rusya lideri Vladimir PUTİN’in 21 Mart’ta imzaladığı tarihi ortak bildiride buna işaret eden bir hedef vardır: İki ülke, Basra Körfezi bölgesi için “kolektif güvenlik mimarisi” oluşturulmasını savunuyor.
– Arap ülkeleri ile İsrail’i normalleştiren “İbrahim anlaşmaları”, pratikte ABD’nin İran’a karşı İsrail-Arap ittifakı kurma projesiydi. İsrail, bazı Arap ülkeleriyle anlaşmayı imzalamış, Suudi Arabistan’la da normalleşmeye çalışıyordu. Suudi Arabistan’ın İran’la normalleşmesi, “İran’a karşı İsrail-Suudi ittifakı” hedefini boşa düşürmüş oldu.
Bu gelişmenin daha somut olası sonucunu şöyle toparlayabiliriz: Netanyahu hükümetinin Filistin’e operasyonları, artık Körfez ülkelerinin daha çok radarına girecektir. Nitekim Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü de bunu görerek şu uyarıda bulunmaktadır: “İsrail-Filistin sahasında gerilim devam ederse, İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin seyrinde bir duraklama ve hatta İsrail ile BAE arasındaki ‘resmi balayından’ geri çekilme, diğer bir deyişle normalleşme sürecinin durması olası”.[17]
SONUÇ YERİNE
Şi’nin Moskova ziyareti Orta Doğu’da uzun süredir nüfuz mücadelesi veren Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin Çin’in arabuluculuğunda yeniden başlatılmasının ardından geldi. Çin, bir ay önce de, Şubat’ın sonunda, Ukrayna-Rusya barış planını sunmuştu. Bu bağlamda Şi’nin Rusya ziyareti aynı zamanda onun bir “barış kurucu” lider olarak da öne çıkmasını sağladı.
Sonuç olarak Xi’nin Moskova ziyareti Çin’in orta vadede Rusya üzerinde etkisini artırmak ve bu etkiyi ABD’yle pazarlığında kullanmak içindi. Rusya da bu ziyareti kendi çıkarı için kullanmak istedi.
Görünen o ki, uluslararası alanda yalnızlaşan Rusya Çin’e daha çok bağımlı hale geliyor. Çin ise bu fırsatı çok temkinli ve hesaplı kullanmaya çalışıyor. Rusya Çin’in desteğini almakta zorlanıyor. Çin’in Rusya’ya destek vermesi ABD-Çin ilişkisine bağlı hale geliyor.
Suudi Arabistan’la İran’ın Çin’in arabuluculuğunda bir araya gelmeleri ve 2016 yılından bu yana kopmuş olan diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmeye karar vermeleri, Çin’in uluslararası siyaseti bakımından bir diğer önemli gelişme.
Enerji ihtiyacının yarıya yakınını Ortadoğu bölgesinden ithal eden Çin, her iki ülkeyle de çok yakın ticari ilişkilere sahip. Çinli yetkililerle İran ve Suudi Arabistanlı yetkililer arasında son aylarda üst düzey birçok toplantı düzenlendi. Çin’in iki ülke arasındaki sorunlarda taraf tutmak ve onlara kendi bakış açısı çerçevesinde ideal olabilecek bir çözümü dayatmak yerine, tarafları bir araya getirip onların kendilerinin bir çözüm bulmalarına katkı vermeye çalışması “değerli bir yaklaşım” olarak not edilmelidir.
İran ve Suudi Arabistan’ın yakınlaşması, daha şimdiden “bölgeyi dönüştürmeye” başladı. Şimdilerde “Çin barışı” diyebileceğimiz, İran Suudi Arabistan’ın, Suudi Arabistan da İran’ın müttefikleriyle normalleşmeye doğru bir hareket başladı bile. Keza İsrail de, çevre ülkelerine yönelik mevcut politikasını gözden geçirmek zorunda kalacak.
Ersin DEDEKOCA 17 Nisan 2023