Ümmetten millete geçmek büyük bir devrimdir. Cumhuriyet meselesi asıl olarak budur zaten.
Aydınlanma olarak tanımlanan ve Cumhuriyetin temel felsefesi olarak kabul edilen iş ve amaç, topluluktan topluma ve toplumdan halka ve oradan da ulus olmaya evrilen tarihsel dönüm noktası olarak ortaya çıkan “devrim” kişilerin kul / tebaa olmaktan çıkarılıp vatandaş / birey olması meselesidir.
Sonraki süreç ise Cumhuriyetin içinin doldurulması sürecidir ve vatandaş olanlar tarafından başarılacak olan işleri ile ilgilidir. Cumhuriyetin içini “vatandaş” olmasın sağlananlar doldurur.
Rejimin içi sistem, düzen, mülkiyet, mülkiyet ilişkileri, hukuk, adalet v.b ne varsa vatandaş olanların işidir. Cumhuriyetin niteliğini ve uygarlığın düzeyini belirleyecek olan da bunlardır.
Türkiye’ye özel Cumhuriyete geçiş örneği yanında, tüm dünyadaki Cumhuriyet süreçlerinde içi yeterince doldurulamayan ya da doldurulamamış Cumhuriyetlerin sorumlusu vatandaş olanlardadır. Özellikle teb’a olmakta ve kullukta ısrar edenler ile gaflet, delalet ve ihanet edenler Cumhuriyetin niteliği konusundaki problemliler vatandaşlardır.
Cumhuriyetin “Cumhuriyet karşıtlığını” yok edememiş / etmemiş olması, en az “eşitlik temelinde katılımcı ve demokratik” bir düzen inşa edememiş olması kadar önemlidir. Bu kurucuların değil, kurulmuş olanı sürdürecek olanların en temel hatası olarak tarihe not düşülmüş olsa gerektir.
Cumhuriyet işini başta halletmiş, yapması gerekeni yapmış, herkesi kulluktan vatandaşlığa kavuşturmuştur. Eşitliği, adaleti, hukuku, uygarlığı, sanatı, sporu eğitimi, sağlığı, ekonomisi ve daha birçok gereği oluşturmak vatandaşa kalmıştır.
Başarı da başarısızlık da vatandaş ile ilgilidir.
Özetle Cumhuriyet vatandaş olma rejiminin tahsis edilmesidir. Bu kesinlikle başarılmıştır.
Başarılamayan şey Cumhuriyetin hakkının verilmemiş olmasıdır. Yani Cumhuriyetin bize sunduğunu, bizim Cumhuriyetin gerekleri olarak ona sunamamış olmamızdadır.
Bugün gelinen noktada “Cumhuriyet” karşıtlığında Liberaller, Ayrılıkçılar, çoğu Sosyalistler ve Dinciler koalisyonunda gerçekleşen “Cumhuriyet” yıkımının kazananı yoktur. İnançlılar dâhil herkes kaybetmiştir. Ülke ve Halk kaybetmiştir.
Oysa ‘Cumhuriyet’ haksız mülkiyet meselesi ve eşitlikçi toplum niteliğinin geliştirilmesi konusunda çalışılması gereken bir düzen sağlamıştı ve asıl önemlisi çok önemli ve özel bir “devrimin” ürünüydü…
Devrimler tarihin akışının değiştirilmesidir. Tarihin akışı öyle her istendiğinde değiştirilecek bir şey değildir. İsteseniz dahi tarihsel birikim buna izin vermez.
Beğenmedik deyip yenisini yapamazsınız. Yapmaya kalkarsanız ortaya çıkan şey kaos olur. Onun içindir ki; Kaostayız. Düzenin kaosunda ya da kaos düzeninde debeleniyoruz.
‘Cumhuriyet’ yere yığılmış vaziyettedir. Ama elbette ölmemiştir. Küllerinden doğabilir. Ama küllerinden doğma kendiliğinden olmayacaktır. Vatandaş olunabilirse ve durumun değerlendirmesini yapabilme erdeminde buluşulabilirse Cumhuriyet, hem de içi daha iyi doldurularak ayağa kaldırılabilir.