1 Mart’ta TÜİK, yılın son çeyreğinde Türkiye ekonomisinin yüzde 5,9 oranında büyüdüğünü açıkladı. Böylece 2020 yılı büyümesi yüzde 1,8 ile tamamlamış oldu.
2020 yılı için IMF tarafından bu yılın Ocak ayında yapılan tahminde globâl ekonomik büyüme -3,5 olarak öngörülmüştü. Böylece Türkiye ekonomisi, Çin’den sonra dünyada tek pozitif büyüme sağlayan konuma yerleşti.
Yine geçen hafta 3 Mart’ta açıklanan Şubat ayı enflasyonu (TÜFE), yüzde 0,8 olan aylık beklentinin biraz üzerinde 0,91; 2020 yılının Aralık ayına göre %2,60; bir önceki yılın aynı ayına göre %15,61 ve on iki aylık ortalamalara göre %12,81 artış gerçekleşti
Kasım sonu itibariyle açıklanan işsizlik verilerine baktığımızda da, dar kapsamlı işsizlik oranının, son bir yıldır yüzde 12-13 bandında; geniş tanımlı işsizlik oranını yüzde 25’e gelmiş durumda olduğunu ve giderek yükseldiğini görmekteyiz.*
Ülkenin ekonomik büyümesi bağlamında bir diğer gözlenen konu da, 2013 yılında 12.480 $ olan kişi başına düşen ulusal gelirin 2006 yılı seviyelerine, yani 8.600 $’a düşmesi gerçeğidir.
Aşağıdaki satırlarımız, yoksulluğun arttığı, istihdamın daralıp işsizliğin yükseldiği ülkemizde, geçen hafta açıklanan her iki önemli oranın (büyüme ve enflâsyon) irdelenmesi olacaktır.
OLAĞANÜSTÜ EKONOMİK BÜYÜME
Tüm dünyada salgın yılı olan 2020 yılında Türkiye yüzde 1,8 oranında büyüme gerçekleştirdi. Böylece çok ender büyüyen ülkelerden biri oldu. Ancak aşağıdaki satırlardan da anlaşılacağı gibi, yaşanan büyüme, kamu bankalarının görev zararına yol açan “hormonlu kredilerin” dopingiyle, sonuçları tartışmalı ve kalitesiz olduğu bir gerçektir. Bir diğer anlatımla söz konusu büyüme, halkın refahını, memnuniyetini artırmayarak “sözde” kalmıştır.
Salgının başlamasıyla birlikte yapılan uluslararası tahminlerde Türkiye’nin, dünyaya paralel yüzde 5 civarında daralacağı bekleniyordu. Daha sonra bu tahminler kısmen düzeltildi ama yüzde 1.8’lik yıllık büyümeye dönmemişti.
IMF tarafından geçen ay 2020 yılı için yapılan tahminde, globâl ekonomik büyüme -3,5 olarak öngörülmüştü. Aynı raporda tahmin edilen büyüme oranları ABD, Euro Bölgesi, Gelişmekte Olan Ülkeler, Çin, Hindistan ve Japonya için sırasıyla -3,4; -7,2; -2,4; 2,3, -8,0 ve -5,1 idi. Bir diğer ifadeyle Türkiye ekonomisi, Çin’den sonra dünyada tek pozitif büyüme sağlayan konumdadır.
Bu bağlamda, yurttaşın refahını arttırmayan, aşağıda görüldüğü gibi ülke ekonomisindeki mevcut dengeleri bozan büyümeyi, bir kısım yandaş yazarların yazdığı gibi “mevcut verilere göre OECD ülkeleri arasında ilk, G-20 ülkeleri arasında ikinci sıradayız” şeklindeki “övgülere” katılmamaktayız.
Bilindiği gibi 2020’de de “yıllık ortalama dolar kuru” TL karşısında yüzde 24 oranında arttı veya Türk Lirası $ karşısında ortalama bu oranda değer yitirdi. Son açıklanan GSYH verilere göre 2019’da 760 milyar $ olan ulusal gelir, 2020’de 717 milyar $’ına inmiştir. Söz konusu sayı neredeyse, 2008 krizinin ertesinde 764 milyar $’a düşmüş olan ulusal gelire oldukça yakındır.
Diğer yandan açıklanan “kişi başı ulusal gelirin” Dolar karşılığı olan 8 bin 600 $ rakamı, 2008 krizindeki 8 bin 9880 sayısının da altında kalmaktadır. Böylece, 25 bin $ vadedildiği ve 2013’de 12 bin 480 $ olduğu (Cumhuriyet tarihindeki rekor) halde 8 bin 600 $’a düşen bu gelirle Türkiye, 192 ülke arasında 74 ncü sıraya düşmüş bulunmaktadır.**
Sağlanan büyümenin, ülkenin makro dengeleri iyice bozan bir niteliği olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü seçilen yöntem, düşük faiz ve kredilerin büyümesi yoluydu. Negatif faizlerle kredi genişlemesi 1 trilyon TL’na vardı. Kredi stokundaki artış yüzde 44’e yükseldi. Türkiye, tarihindeki en büyük kredi genişlemesini bu dönemde yaşadı. Buna kamu bankaları öncülük ederken “aktif rasyosu” ile özel bankalar da zorunlu bir şekilde iştirak etti. Öyle olunca da TCMB rezervleri eksiye döndü, enflâsyon ise kalıcı bir şekilde yüzde 16’lara ulaştı.
Keza bozulan bir diğer gösterge de, cari açık/GSYH oranındaki artışta gerçekleşmiştir. Bir önceki OVP’de 2020 için cari açık/GSYH oranının yüzde 1,2 olacağı beklenmekteydi. 2020 Eylül’ünde beklenti eksi 3,5’e revize edildi. 2020 yılsonu verisine göre gerçekleşme yüzde 5,1 oldu.
Harcamalar tarafında, net ihracat katkısının 2020 genelinde düşük kalmıştır. Mal ve hizmet ihracatı reel olarak yüzde 15,4 küçüldü. Buna karşılık ithalât ise, beklentinin tersine, yüzde 7,4 oranında büyüdü. Bu olgunun bize aktardığı gerçek de, ülke sanayi ve tüketiminin dışa bağımlılığı nedeniyle, ithalâta getirilen ek vergilerin ve yüksek seyreden kurların istenen/beklenen sonucu vermediği; çözümün “yapısal değişimde” bulunduğudur.
Kısaca Türkiye’yi büyüme kulvarında diğer ülkelerden ayrıştıran iki faktör ortaya çıkmaktadır: Bunları,
–Covid-19 şokunun sanayide göreceli olarak çabuk atlatılması ve bu nedenle sanayi üretiminin yılın ikinci yarısında hızlanması,
–Reel faizlerin negatife dönmesi ile bollaşan kredilerin tüketimi artırması,
olarak sıralayabiliriz.
Büyümenin kalitesine gelince, doğal olarak “büyüme rakamlarının sonuçta istihdam sayılarını çoğaltması” yani işsizliği azaltması beklenir. Hâlbuki “dar işsizlik” rakamları bile büyürken, salgın nedeniyle getirilen geçici uygulamalar sona erdiğinde, ülkenin çok daha yüksek işsizlik rakamlarıyla karşılaşması beklenmektedir.
Türkiye’nin dar kapsamlı işsizlik rakamı yüzde 12-13 bandındadır. Geniş tanımlı işsizlik rakamları da yüzde 25’e gelmiş ve yükselmektedir. Yüzde 13’e çıkan dar işsizlik rakamının hesaplanmasında, işsiz olan 4 milyon kişi dikkate alınmaktadır. Geniş tanımlı işsizlikte ise, yaklaşık 4,8 milyon kişi daha işsiz fakat iş aramayı bırakmış durumda. Dolayısıyla, iş aramayı bırakmış ama işsiz olan kesimi de dâhil ettiğimizde 9 milyon kişiye yakın işsiz karşımıza çıkmaktadır. Bu da bize yüzde 25 olan gerçek işsizlik oranını vermektedir.
Elbette salgın döneminin de bu işsizlik oranlarına etkisi açıktır. Ancak, yıl içindeki büyüme ve işsizlik sayılarını karşılaştırdığımızda, yüzde 6-7 büyüme oranı veren çeyreklerin de, istihdam yaratmada ne kadar geri kaldığını görebilmekteyiz.
YENİDEN YÜKSEK ve TIRMANAN ENFLÂSYON
Geçen hafta açıklanan Şubat ayı enflâsyonu yüzde 0,8 olan aylık beklentinin biraz üzerinde 0,9 olarak gerçekleşti. Şubat ayı yıllık bazda enflâsyon yüzde 15,61 ile son 19 ayın zirvesine çıktı. Bu seviyeler en son Temmuz 2019’da görülmüştü.
Yine Şubat ayında yıllık olarak hesaplanan yüzde 27,09 oranındaki “üretici fiyatları artışı”, Mart ve Nisan aylarında tüketici fiyatlarına yeni zamlar olarak yansıması ve yeni zirvelere yol açması beklenmektedir.
Bu bağlamda önemli olan, enflâsyonun bundan sonra nasıl seyredeceği ve TCMB’nın ek bir faiz artışına gitmek zorunda kalıp kalmayacağı konusudur. Dünyadaki yükselen emtia fiyatlarının yurtiçi fiyatlar üzerindeki etkisi daha henüz tam görülmedi. JP Morgan, TCMB’nin Mart ayı toplantısında politika faizini yüzde 17’den yüzde 18’e yükseltmesini beklerken, Eylül’den yıl sonuna kadar ise 400 baz puan faiz indirimi öngördü.***
ABD’nin tahvil faizlerindeki yükselişin gelişen ülke piyasalarına uyguladığı baskı, hem TL’nın değer kaybetmesine yol açmakta, hem de 18 Mart’ta yapılacak Para Politikası Kurulu’ndan “faiz artışı” kararının çıkması olasılığını güçlendirmektedir.
SONUÇ YERİNE
Reel faizlerin negatife inmesi ile bollaşan kredilerin tüketimi artırması, 2020 yılı için açıklanan büyümenin temel nedeni olarak durmaktadır. Ülkenin, hem işsizliği azaltmayan, hem de sonucunda makro dengeleri iyice bozan büyüme yaşadığı bir gerçektir. Çünkü “düşük faiz ve kredileri patlatarak büyüme” seçilen yol olmuştu. Öyle olunca da döviz rezervleri eksiye döndü, enflâsyon yüzde 16’lara ulaştı. Kısacası, sürdürülebilir bir büyümeden söz etmek çok zordur.
Geçtiğimiz yıl yaratılan “yapay ve güdümlü kredi patlaması” ile cari açık artarken, TCMB uluslararası döviz rezervleri de hızla gerileyerek negatife döndü. Gerek TL’nin azalan düşen değeri, gerekse de iç talepte yaratılan canlılık, ister istemez enflâsyon oranlarını bugünkü seviyelere getirdi.
Bu bağlamda yapabileceğimiz bir çıkarım da, eğer büyüme istihdam yaratmıyorsa, enflâsyonla mücadelede büyümeden feragat etmekten ve böyle bir tercihten bahsetmenin de anlamsız olduğudur.
(*): Dar kapsamlı işsizlik rakamında işsiz olan 4 milyon kişi dikkate alınmaktadır. Geniş tanımlı işsizlikte ise, işsiz fakat iş aramayı bırakmış durumda yaklaşık 4.8 milyon kişi daha dâhil edilerek, 9 milyon kişiye yakın işsiz karşımıza çıkmaktadır. Bu olgu da bize yüzde 25 olan gerçek işsizlik oranını vermektedir.
(**): IMF Dünya Ekonomik Görünümü Ekim 2020 tahmini rakamları. Türkiye 2020 kesinleşmiş verisi.
(***): “JP Morgan faiz beklentisini revize etti”, Bloomberg, 4.03.2021