DIŞ TİCARET HADLERİ KAVRAMI
Günümüz küreselleşen dünyasında ilk başta akla gelmese de, ithalât ve ihracat fiyat endeksleri oldukça önemlidir. Basit olarak “dış ticaret haddi (DTH)”, ihraç malları fiyat endeksinin, ithal malları fiyat endeksine oranı biçiminde tanımlanabilir.
DTH, bir ülkenin satın aldığı ve sattığı malların fiyatlarındaki değişmeler sonucu, ülkenin dış ticaretten olumlu ya da olumsuz etkilendiğini göstermeye yarayan bir kavramdır. Ülkenin olumlu etkilenmesinden kasıt, yapılan dış ticaretin ülke refahını arttırması, olumsuz etkilenmesinden kasıt ise, dış ticaretin yarattığı refah kazancından mahrum olması kastedilmektedir.
DTH’nin, baz alındığı yıla göre 100'den büyük çıkması, dış ticaretten zaman içinde kazanç sağlandığını (dış ticaret hadlerinin ülke lehine gelişme gösterdiğini); 100'den küçük çıkması ise, dış ticaretten kayba uğranıldığını (dış ticaret hadlerinin ülke aleyhine seyrettiğini) göstermektedir. DTH’nin bir ülke lehine dönmesi, o ülkenin küresel gelir bölüşümündeki payının yükseldiğini, aleyhine dönmesi ise, bu payın azaldığına işaret eder. Diğer bir değişle dış ticaret hadleri yükselen ülkede satın alma gücü, tüketim dolayısıyla refah seviyesi yükselmekte, ülke artık daha yüksek bir toplumsal kayıtsızlık eğrisine ulaşmaktadır. Bu bağlamda dış ticaret hadlerindeki bir artış, söz konusu ülkenin refah seviyesini arttırdığını, bir düşüşün ise refah seviyesini azalttığını ifade etmektedir.
Bir ülkenin dış ticaret açığının artmasındaki önemli nedenlerden biri de, ihracat fiyatlarının ithalât fiyatlarına oranı olarak ifade edilen dış ticaret hadlerinin bozulması, bir diğer ifade ile, 100’ün altında kalmasıdır. Keza DTH, iktisadı çözümlemede, dış ticaret politikalarının belirlenmesinde, uluslararası rekabet gücünün tespitinde önemli bir kavramdır.
İHRAÇ FİYATLARININ ARTMASI
Son dönemde hammadde fiyatlarında yaşanan büyük artışlar, ulusal gelir hesabının önemli bir zafiyetinni de ortaya çıkmasına vesile oldu. Çünkü hepimizin bildiği gibi, “reel ulusal gelir” aslında bir tür miktar endeksidir. Diğer bir söyleyişle, nispi fiyatlarda önemli bir değişim olmadığı varsayımını içerir.
Konuya açıklık getirmek amacıyla basit bir model üzerinden gidelim. İki sektörlü bir ekonomi düşünelim: Petrol ve hizmetler. Adı Arabiya, parası dinar (D) olsun. Kolaylık olsun diye milli geliri 100 D olarak alalım. Söz konusu İki sektörün üretiminin de: Petrol 67 D; hizmetler 33 D olduğunu düşünelim. Arabiya, ürettiği petrolün yarısını ihraç edip, geliri ile sanayi malları ithal etmektedir. Ertesi yıl iki sektörün de üretimi aynı kalsın. Bu durumda sabit D fiyatları ile “büyüme sıfırdır”.
Diğer yandan, aynı dönemde petrolün dünya fiyatının iki katına çıktığını düşünelim. Bu durumda nominal (cari fiyatlarla) milli gelir yüzde 66 daha yüksek çıkacaktır: 167 D (petrol 134 D + hizmet 33 D). Kurun sabit kalması varsayımı altında, Dolar cinsinden milli gelir artışı yüzde 67’olacaktır. Bu durumda sorun açıktır: Üretim ve reel milli gelir sabit kalmasına karşın, aynı miktar petrol ile iki kat mal-hizmet satın alınmaktadır. Kısaca, üretim artmadığı halde, ülkenin refahı yüzde 33 yükselmiştir. Doğan gelir artışı ile dış alım veya dış varlık satın alımı yaparak, refah artışını değerlendirir.
İTHAL FİYATLARININ YÜKSELMESİ
Bu defa konuyu, petrol ithalâtçısı ülke (örneğin Türkiye) yönünden inceleyelim. İlk yıl verilerini: Ulusal gelirin 100 ₺; sanayinin 66.6 ₺; hizmetlerin 33.3 ₺ olduğunu düşünelim. Ülke, sanayi üretiminin yarısını ihraç edip, geliri ile petrol ithal etmektedir. Ertesi yıl petrol fiyatının iki katına çıktığını varsayalım.
Ülkede sabit TL fiyatları ile “büyümenin sıfır” olmuştur. Sabit Dolar kuruyla milli gelir yüzde 33 artmış olmasına karşın, satın alabildiği petrol miktarı yarı yarıya azalmış; yani ülkenin refahı yüzde 17 oranında düşmüştür. Ülke bu durumda dış alımını azaltabilir veya varlık satıp ithalâtını sürdürebilir.
TÜRKİYE YÖNÜNDEN DTH
Dış ticaret hadleri, ülkelerin ticaret kazançlarını ve rekabet güçlerini yansıtması nedeniyle, gelişmekte olan ülkeler ve her dönem dış ticaret açığı veren Türkiye için büyük önem arz etmektedir. Türkiye, dış satım ve alımı arasında oluşan “negatif” farkı, başka dış kaynaklardan temin edilen döviz gelirleriyle karşılamaktadır. Söz konusu kaynakların başta gelenlerini, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, borçlanmalar, bankaların yabancı bankalardan temin ettiği krediler, yabancıların Türkiye’de hisse senedi, tahvil, hazine bonosu almak için getirdiği paralar olarak sayabiliriz. Bunlara ek olarak, ödemeler dengesi tablosundaki “net hata ve noksan” kalemindeki, nereden geldiği bilinmeyen dövizler ile, TCMB’nin döviz rezervlerinden yapılan kullanımlar da sayılabilir.