Endeksin 145,5’e yükseldiğini görmekteyiz. Söz konusu bu sayı, şimdiye kadarki en yüksek değeri temsil etmektedir. Bu gerçekleşmenin basitçe ifadesi, “hiç bu kadar pahalı ithalât yapmamıştık”
ERSİN DEDEKOCA
7 Şubat tarihli yazımızda özetle, “dış dengede” kısmi olarak bir iyileşme olmasına karşın, özellikle “ihracatın ithalâtı karşılama oranındaki” bozulma nedeniyle “yapısal düzelme” olmadığını; ihracatın kompozisyonunda da olumlu bir değişim gözlenmediğini; üretmek ve ihraç edebilmek için çok ciddi bir “ithal girdi bağımlılığı” yaşandığı, hatta arttığı vurgulanmıştı.[1]
Konu hakkındaki sonraki bir yazımızda da, yüksek enflâsyon, yapısal ve kurumsal noksanlar ve yanlışlarla birlikte dış ticarette rekabetçi olunamayacağını; küresel riskler ve dış ticaret açıkları artarken, ek olarak ülkenin kendi kırılganlıkları sürerken, “örtük sabit kur sisteminin” çalışmadığını belirtmiştik.[2]
23 Mart’ta TÜİK tarafından açıklanan “dış ticaret endeksleri” ve “dış ticaret haddi verileri”[3], ihracattaki artışın taşıdığı zayıflıkları ve ihracattaki bu artışa rağmen genel olarak dış ticaretin görünümünde bazı “sağlıksız işaretler” olduğunu yeniden gözler önüne sermektedir.
İHRACAT / İTHALÂT BİRİM DEĞER ve MİKTAR ENDEKSLERİ
TÜİK, 2015’teki ortalama birim değerleri 100 kabul ederek her ayın “ihracat ve ithalât birim değer endekslerini” sitesinde duyurmaktadır.
“İhracat birim değer endeksi” ve “İhracat miktar endeksi” Ocak ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre sırasıyla yüzde 6,5 ve yüzde 10 oranlarında artmıştır. Bunun grafiksel görünümü aşağıya alınmıştır.
Kaynak: TÜİK
- İhracat “Miktar endeksinin” gerisinde artan “fiyat endeksi”
Türkiye’nin ihracat fiyatları uzun süreçte “zayıf” seyrediyor olsa da, son aylarda dikkat çeken bir yükseliş bulunmaktadır. Bu gelişmeyi dış ticaret birim değer endeksleri ile ihracat kilogram fiyatlarından izleyebilmekteyiz.
Hatırlanacağı gibi, “ihracat birim değer endeksi” 2018 yılında 100’ün altına inmişti. Başka bir anlatımla, yurt dışına satılan malların fiyatları, 2015 fiyatlarından daha düşük düzeylere gerilemişti. Bu durum iki yıldan uzun bir süre devam ettikten sonra, 2021’de yeniden 100’ün üzerine çıkmıştı. Bu hafta açıklanan “Ocak 2022 ihracat birim değer endeksi” sayısı 105,9 oldu. Bunun anlamı, geçen yılın aynı ayna göre yüzde 6,5 artıştır. Söz konusu yükselişin temelinde “küresel fiyat artışlarının” olduğu yadsınamayacak bir gerçektir.
Tabii ki ihracat mal fiyatlarında yaşanan bu yükseliş olumlu bir gelişme. Ancak bu “artışın yeterliliğini” irdeleyebilmek için ayrıca, “ithalât birim değerlerine” ve diğer ülkelerin ihracat mal fiyatlarındaki duruma da bakmak, ona göre göre değerlendirmek gerekir.
Buna göre ithalât birim değerleri, ihracatınkinden daha hızlı yükseliyorsa; ihracat fiyatlarının yükselmesinin çok büyük bir değeri olamaz. Çünkü bu durum, ülkenin “dış ticaret dengesini bozan” bir olgudur. Benzer şekilde, diğer ülkelerin ihracat birim fiyatları daha hızlı yükseliyorsa; bu durum “sürdürülebilir rekabet avantajının zayıfladığını” gösterir.
Henüz diğer ülkelerin Ocak verilerini tam olarak bilemiyoruz. Ancak yakın geçmişteki veriler, ihracat birim değerlerini bizden daha çok ve daha istikrarlı artıran ülkeler olduğunu gösteriyor. Bu durumda Türkiye’nin ihracatta avantaj sağlayabilmesi, ülkenin “ihracat birim değeri” ya da benzer bir gösterge olan” kilogram başı fiyatını” artırmaktan geçmektedir.
- Hızla yükselen ithal malları fiyatları
İthalât fiyatlarında durum ihracattan çok farklı bir gerçekleşme göstermiştir. 2015’te ithal ettiğimiz ürünlerin fiyatlarını 100 kabul edersek, Ocak ayında endeksin 145,5’e yükseldiğini görmekteyiz. Söz konusu bu sayı, şimdiye kadarki en yüksek değeri temsil etmektedir. Bu gerçekleşmenin basitçe ifadesi, “hiç bu kadar pahalı ithalât yapmamıştık” cümlesinde karşılığını bulmaktadır.
İthalat birim değer ve miktar endekslerini içerek aşağıdaki grafikte bu durum açıkça izlenebilmektedir.
Kaynak: TÜİK
İthalât birim değer endeksindeki bu hızlı yükselişin temelinde, dünya emtia fiyatlarındaki sıçrama yatmaktadır. Bilindiği gibi, ülke ithalâtının çok büyük bir kısmını enerji, hammadde ve ara mallar oluşturmaktadır. Küresel fiyat artışları bu nedenle doğrudan ve hızlı şekilde ithalât fiyatlarını yukarı çekmektedir. Önceki yazılarımızda da belirtildiği gibi, dışa bağımlı üretim tarzı, plânsız ve yapılabilirliği yeterince incelenmemiş yatırımların bu sonuçtaki payı oldukça yüksektir.
- Artan ihracat miktarı
2018’den bu yana zayıf seyreden ihracat fiyatları gerçeğinin yanında, “ihraç edilen mal miktarının” sürekli ve hızlı bir şekilde arttığını gözlemekteyiz. Bu bağlamda 2001’de 41 milyon ton olan ihracat miktarı, 2010’da 100 milyon tonun üzerine çıkmış ve 2020’de salgına rağmen artış göstermiştir. 2021 yılında ise ulaşılan miktar 174 milyon ton olmuştur.
Bir başka deyişle, 20 yılda 4 katın üzerine bir artış söz konusudur. Aynı dönemde ülkenin “ihracat fiyatlarındaki artış, Amerikan Doları cinsinden yüzde 70 olmuştur. Bu artışın çok yetersiz bir orana karşılık geldiği, başarılı bir ihraç fiyatı performansını yansıtmadığını söyleyebiliriz. Bunun yanında, dışarıya satılan malın miktarındaki artış ise çok güçlüdür. Bu gerçekleşmenin bizi sevk ettiği düşünce: “Daha düşük fiyatla, daha çok mal satmak” şeklindedir. Ancak böyle bir “ihracat stratejisi”, anda “emek yoğun” olan ve öyle kalacak ülkelerin stratejisi olabileceği unutulmamalıdır.
HIZLA DÜŞEN DIŞ TİCARET HADDİ
Çeşitli “dış ticaret hadleri” tanımları olmakla birlikte, en basit tanımıyla dış ticaret hadleri, ihracat birim değer endeksinin, ithalât birim değer endeksine oranlanmasını ifade etmektedir. Dış ticaret haddi, ticaret koşullarında zamanla meydana gelen değişikliği gösteren bir “endeks sayısı karşılaştırması” olup, ithalatın ihracat koşullarında ölçülen fırsat maliyetini yansıtır.[4]
Oranın yüzde 100’ün altında olması, ihracat fiyatlarının, ithalât fiyatlarından düşük olduğunu, üzerinde olması ise ihracat fiyatlarının, ithalat fiyatlarından yüksek olduğunu göstermektedir. Elbette arzulanan değer dış ticaret haddinin 100’ün üzerinde olması halidir.
Yazımızın önceki bölümlerinde açıklandığı gibi Ocak ayında ülkemizde, ihracat miktar endeksi Ocak 2021’e göre yüzde 10, ithalât miktar endeksinin ise aynı dönemde yüzde 8,1 yükselmiştir. Aynı dönemde ihracat birim değer endeksi yüzde 6,5, ithalât birim değer endeksi ise yüzde 42,7 oranlarında artmıştır. Kısacası, 2021 yılı Ocak ayında 97,5 olarak elde edilmiş olan dış ticaret haddi, 24,7 puan azalarak, 2022 yılı Ocak ayında 72,8’e düşmüştür. Tüm bu oransal gerçekleşmeler, aşağıdaki grafikte net olarak görüleceği gibi, “dış ticaret haddinde sert bir gerileme” olduğunu ortaya koymaktadır.
Kaynak: TÜİK
Ocak ayında dış ticaret haddi, yakın zamanda gördüğümüz en düşük değer olan yüzde 72,8’e gerilemiştir. Burada konu sadece Ocak ayındaki değerin “düşük olması” değil, bu oranın “giderek aşağı düşmesi” olgusudur ve iyi bir işaret değildir. Çünkü ülkenin İthal ettiği malların fiyatları, ihraç ettiği malların fiyatlarına göre çok daha hızlı yükselmektedir.
Söz konusu fotoğrafın bir diğer göstergesi de, son nottaki 7 Şubat tarihli yazıda belirttiğimiz “ihracatın ithalâtı karşılama oranındaki” düşüşte de ifadesini bulmaktadır. Bunun uzun süre devam etmesi, “cari açığın” ve zaten “çok zayıf olan döviz rezervlerinin” geleceği için çok önemli bir risk unsuru olduğu açıktır.
SONUÇ YERİNE
Türkiye’nin “dış ticaret hadleri” konusunda yaptığımız bu çalışma, ihracatta yaşanan artışın zayıflıklarının bulunduğunu ve ihracattaki artışa rağmen genel olarak dış ticaretin görünümünde oldukça önemli yapısal ve konjonktürel “sağlıksız işaretler” olduğunu göstermektedir. Bu “uyarı işaretlerini” 5 temel başlıkta toplayabiliriz:
– İhracatta, daha ucuza, daha çok mal satılması,
– İhracat malları fiyatlarının oldukça düşük olması,
– İhracata konu mallardaki üretimin, yüksek oranda ithalâta bağımlılığı,
– İthalâta konu ürün ve malların giderek daha pahalı hâle gelmesi,
– Dış ticaret haddinin “rekor seviyede düşük” düzeylere gerilemesi.
Küresel ekonomik konjonktür ülkemiz aleyhimize dönerken, düşük faiz ve yüksek kur ile daha fazla ihracat, daha düşük ithalât ve böylece “cari açığı azaltma” hedefiyle girdiğimiz yol şimdiye kadar umulan sonuçları vermediği gibi, dış ticaret sorunlarını daha da ağırlaştırmıştır. Saniyen, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın kısa vadeli etkileri, Türkiye’nin “ülke riskini” daha da çok artırmıştır. Bir yandan ülke çevresi sorunlarla çevrilmişken, diğer yandan dünya ekonomisi “parasal sıkılaşma” döngüsüne girmişken, yapılacak öncelikli ve rasyonel politika seçimi, “ülke riskini azaltıcı” ve çoğu da “yapısal nitelikli” olan önlemler almak olacaktır.