dakika dakika tekirdağ çorlu haberleri

gazete tekirdağ
ANA SAYFA   |  HAKKIMIZDA   |  GÜNDEM   |   POLİTİKA    |   EKONOMİ    |   SPOR   |     İLETİŞİM  

ULUSAL EĞİTİM MODELİ

MİLLİ EĞİTİMDE ÇÖKÜŞ MÜ YAŞANIYOR?

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) 2012 yılında, “Eğitimdeki kaliteyi artırmak” iddiasıyla hayata geçirdiği “4+4+4” sisteminin eğitimde yarattığı tahribat üniversite sınavının sonuçlarıyla gözler önüne serildi.

Üniversiteye geçişte bu yıl ilk kez uygulanan Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na (YKS) ilişkin istatistikler, sınav sistemleri başta olmak üzere 16 yıllık AKP iktidarlarında birbiri ardına yapılan değişikliklerle yapboz tahtasına dönen eğitimdeki içler acısı tabloyu ortaya koydu. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğiyle “Milli ve manevi değerlere sahip, tarihini bilen bir kuşak” yetiştirmek gerekçesiyle değiştirilen ortaöğretim ve lise eğitim sistemi, yüz binlerce gencin üniversite hayallerine mal oldu.

Sekiz yıllık zorunlu eğitimden vazgeçilmeden bir yıl önce uygulanan üniversite giriş sınavına giren adaylar Matematik testinde yüzde 30 başarıya ulaşırken, bu yıl başarı oranı yüzde 1’e kadar geriledi.

BU SİTEMİN İLK MEZUNLARI BAŞARISIZ 

Adayların Matematik’teki başarısı 2013 yılından sonra sert düşüşe geçti. ÖSYM’nin 2014 ve 2015 yıllarındaki üniversite sınavlarının ikinci bölümünde sorulan Matematik testine verdiği doğru yanıtların ortalaması 9.72’ye geriledi. Lise müfredatında değişikliklerin yoğunlaştığı ve “4+4+4”ün ilk mezunlarını verdiği yıl olan 2016’daki üniversite sınavlarında adayların başarısızlığı, Türkiye’deki eğitim sistemini yeniden tartışmalı hale getirdi. Üniversiteye yerleşme hayaliyle 2016 yılında sınava giren adaylar, sınavın ilk oturumu olan YGS’deki 40 Matematik sorusuna ortalama 7.8, ikinci oturumu olan LYS’deki 40 Matematik sorusuna ise ortalama 9.85 doğru yanı verdi.

NE YAPMALI?

(Köy Enstitüleri örnek alınarak çağdaş bir sistem geliştirilmelidir)

Milli Eğitim Bakanlığına yapılan atama ile birlikte eğitim sorunlarının tartışılmaya başlandığı şu günlerde KÖY ENSTİTÜLERİNİN

hatırlanmasında fayda olacağı düşünülmüştür.

 KÖY ENSTİTÜLERİNİ KİM KAPATTIRDI?

 Dr. Ahmet Saltık

 Bilindiği gibi Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve

3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Tümüyle Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini
28 Aralık 1938 tarihinde Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali YÜCEL ve Genel Md.
İsmail Hakkı TONGUÇ yönetmişlerdi. Kapatıldığı 1954 yılına dek Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek, toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Bütün -7 bölgede 21 okul- 1954’te kapatılarak “İş için, iş içinde eğitim” uygulamasına son verildi.

 1- “KÖY ENSTİTÜLERİNİ BEN KAPATTIRDIM.. KİNYAS KARTAL”

YORUMSUZ..
Köy Enstitüleri neden kapatıldı? CEVAP, kapattıranlardan biri,
(KİNYAS KARTAL)’DAN GELİYOR.
.”Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar.” Kinyas Kartal  Bir gazete yazarının dönemin Van milletvekili Kinyas KARTAL ile yaptığı bir röportaj :***
 Köy enstitüleri KOMÜNİST YETİŞTİRDİĞİ için mi kapatıldı?

– 
HAYIR. Beni babam MOSKOVA ÜNİVERSİTESİ’NDE OKUTTU komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.– Peki, KARMA EĞİTİMDEN dolayı mı kapatıldı?
– HAYIR. Bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız – erkek birlikte okuyor.
– Peki ya neden?
– Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var.

 

Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama Köy Enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU GELDİ ve bu köylerden artık KİMSE BANA GELİP DANIŞMAMAYA BAŞLADI. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu  gelirse BENİM AĞALIĞIM NE OLUR, SIFIRA DÜŞER!

Böyleyse benim harekete geçmem  gerekir dedim ve DOĞUDAKİ BÜTÜN AĞALARA telefon ettim onları topladım. Bir de Batı’dan buldum ESKİŞEHİR’den EMİN SAZAK. Sonra MENDERES’LE PAZARLIĞA GİTTİK. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki;

“Köy Enstitülerini KAPATIRSAN şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak’ın oyları sana. KAPATMAZSAN OY YOK” ve Menderes’te 1950’de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı.
*****
Demokrat Parti iktidara geldikten sonra 27 OCAK 1954’te çıkarılan kanunla KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILARAK günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen batırıldı. 

KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILMASAYDI;

– Fırsat ve olanak eşitliği sağlanırdı.
– Ezberleyen öğrenci değil de okuyan, üreten, düşünen öğrencilerbaşarılı olurdu.
– Öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle “katkı” yaparlardı.
– Demokrasi yalnızxa kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu.
– Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi.
– Öğrenciler verilenle yetinmez, araştırır, bulur ve tartışırlardı.
– Boş zamanlarını MÜZİK DİNLEYEREK DEĞİL ENSTRÜMAN ÇALARAK;
takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi.

Biz şu an yalnızca matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz.
Hepsi bu. Ötesi yok…

Hasan Ali Yücel
Maarif Vekili
========================================
2 – ZEYTİNİN TERİ (Bir Köy Enstitüsü öyküsü)  

Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde.  Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı. Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe’ye kadar gidebilmiştik.

Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık Hüseyin amcayla. Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi. Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi“Motorun soğutma sisteminde sorun görmediğinden”
söz etti. Bir süre daha bakındı. Sonra “buldum galiba” diye haykırdı.

“Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir. 
Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur.
O takdirde döşemelerin ıslak olmalı.”
 dedi.

Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü.
Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor, eksilen soğutma suyu yüzünden araba hararet yapıyordu.  Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca. Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi;
– Doktor musun?
– Evet.
– Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de çayımızı içer soluklanırsınız. Hep birlikte Hüseyin amcanın evinde yaşamı öğrendik ve öğretmen olup yaşamı öğrettik çocuklara.
– Yani elinizden çok iş geliyor.
– Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı, aklını kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya…

Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı.  Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti.

– Zeytinin hikmetini bilir misin?  Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışsınız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz.
– Nasıl yani?
– İnsan da doğanın meyvesi değil mi? Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup; Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp, yağını çıkarıp, posasını da sabun yapıyoruz.
– Yani heba olup gidiyor.
– Bir kısmını sofralık ayırıyor, selede tuza yatırıp, acı suyunu atmasını, buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. 

İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz?  Okullarda okutup okutup, yaşama hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.
 – “Sizin Köy Enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi?” diye soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.
– Hurma Zeytini’ni bilir misin?
– Bilmem. Hiç duymadım.
– Egenin kimi yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl Kasım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar, zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın.
– Eeee.
– Köy Enstitüleri de böyleydi.  Dalında olgunlaşan zeytinler gibi insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de öte insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı insanı. Yaşama hazırlıyorlardı. Bugün olduğu gibi, doğdukları yere, özlerine, birbirlerine yabancılaşacakları, geri dönmeyecekleri bilinmezlere dağıtılıp, koparılıp, kaybedilmiyorlardı.
– Sustuğumu görünce, Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica etti.
– “İşte bu yüzden, Öğrendiklerimin Zekatını Vermek, Zeytinin Terini Hatırlatmak için buradayım doktorcuğum, unutulsun istemiyorum.” dedi.
 
Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.
Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar.

Dr. Mehmet Uhri

 HÜSEYİN CAHİT ATAN

 

 

 

 

 

 

 

 

dedi ki:

 

 

 

 

 

 

 

Yapılan Yorumlar
BACAKLARINIZI GÜÇLÜ TUTUN