dakika dakika tekirdağ çorlu haberleri

gazete tekirdağ
ANA SAYFA   |  HAKKIMIZDA   |  GÜNDEM   |   POLİTİKA    |   EKONOMİ    |   SPOR   |     İLETİŞİM  

 

GLOBALLEŞEN EŞİTSİZLİK

Ersin DEDEKOCA

 

 

İçinde bulunduğumuz yüzyılın en başat sosyo-ekonomik sorununu, refah (tersten bakıldığında da yoksulluk) dağılımında yaşanan “eşitsizlik” olarak görülm ektedir. Özünde kıt/sınırlı olan kaynakların paylaşımında yaşanan söz konusu sıkıntı, yaşlı dünyayı, üzerindeki insanlar için daha sıkıcı ve çekilmez hale getirmektedir. Bunun geniş halk yığınları için anlamı da, geleceğe ve sisteme “güvensizlik” ve “umutsuzluk” olmaktadır. Bu olgunun doğal bir sonucu da, günümüzün ulusal veya uluslararası kurum ve kurallarının kitleler nezdinde “itibar/meşruiyet yitirmesi” şeklinde belirmektedir.

Ekonomi biliminin temel amacı, bireylerin refah düzeyini artırmak, yaşam kalitesini yükseltmek ve geleceğe olan güven duygusunu beslemektir. Kuramın ana ekseninde insanın refahı, huzuru, yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve eğitimde, sağlıkta, çevrede belli bir standardı yakalamak hedefleri; odağında ise “insan” vardır.
Diğer yandan zenginliğin paylaşılması sorunu, entelektüel ve politik tartışmaların çok uzun yıllardır konusu olmuş ve çeşitli önyargılarla da beslenmiştir. Aslında paylaşım olgusu, sistematik ve yöntemsel yaklaşımı hak eden önemli; birey refah ve mutluluğunu doğrudan etkileyen bir konudur.
Gözlenen Eşitsizlikler
Credit Suisse tarafından yayınlanan 2017 yılı Global Zenginlik Raporu (Global Wealth Report)’na göre 280 trilyon Amerikan Doları ($)’na ulaşmış olan dünya geliri/zenginliğinin, yetişkinlikler arasında (gelir gruplarına göre) dağılımı aşağıdaki grafikte gösterilmiştir

 

Mavi: Yetişkinlerin payı Kırmızı: Global gelirden aldıkları pay
Kaynak: Credit Suisse Global Wealth Report, 2017
Grafiğe göre, toplam yetişkin nüfustaki payı yüzde 70,1 olan “yıllık geliri 10 bin $’ın altında” olanların global gelirden aldıkları pay yüzde 2,7 olmasına karşın; yetişkinler arasındaki nüfus payı yüzde 0,7 olan “yıllık geliri 1 milyon$’ın üzerinde” olanların aldıkları pay ise yüzde 45,9’dur.
Tablodan yapılacak bir diğer can alıcı çıkarım da, gelirleri 100 bin$’ın üstünde olan zenginlerin toplam yetişkinler içindeki nüfus payları yüzde 8,6 olmakla birlikte, global gelirin yüzde 85,6’sını ellerinde tuttukları gerçeğidir.
Gelirin bölüşümünde yaşanan “eşitsiz” durumun yıllar itibariyle seyrine baktığımızda da, eşitsizliğin yıllar itibariyle arttığını görmekteyiz. Bu gerçek, gelir gruplarının “toplam yetişkin içindeki paylarını” gösteren aşağıdaki grafikte açık bir şekilde izlenebilmektedir.

 

Grafik, yıllar itibariyle yoksulluğun payı azalmakla birlikte, diğer gelir gruplarındaki gelir dağılımındaki bozulmanın arttığını ifade etmektedir.
Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü (IFPRI) tarafından hazırlanan Dünya Açlık Endeksinin (Global Hunger Index-GHI) sonuncusu 12 Ekim’de yayınlandı. Alman açlıkla mücadele örgütü Welthungerhilfe ile, IFPRI tarafından açıklanan endeks, dünyada açlığın azaltılması yönünde uzun vadeli ilerlemeler olmakla birlikte, söz konusu gelişmelerle ilgili “dağılımının” eşit olmadığını göstermektedir. Bir diğer anlatımla, endekste yüzde 27 oranında bir düşüş kaydedilse de, elde edilen başarının bölgelere göre dağılımında “eşitsizlik” gözlemlenmektedir.
119 ülkenin yer aldığı endeks, yetersiz beslenme, çocuk ölümleri, çocuklarda güçsüzlük ve gelişim geriliğine ilişkin veriler değerlendirilerek hazırlanmaktadır. Aslında yoksulluk ve açlık arasındaki bağlantı yeni bir bulgu değil. Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyada yaklaşık 815 milyon kişi açlık çekiyor. Ancak açlığın yeryüzündeki eşitsiz dağılımının, yoksulluktan ziyade “siyaset” ile bağlantısının bulunduğu ve konunun daha çok “dağıtım” sorunu olduğu, giderek daha çok ortaya çıkmaktadır. Anılan olgunun giderilebilmesinin, “iklim değişikliğine uyum, tarımın iklim değişiklikleriyle daha kötüleşmemesini sağlama ve herkesin sağlıklı beslenmeye erişiminin güvence altına alınması”ndan geçtiği vurgulanmaktadır.
Söz konusu endekse göre, açlığın en yoğun olarak görüldüğü ülke Orta Afrika Cumhuriyeti’dir. GHI, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde açlığı "alarm verici” olarak nitelendirmektedir. 2000 yılında ise sekiz ülkedeki durum “alarm verici düzeyde” olarak değerlendirilmişti. 2017 GHI’nde Çad, Liberya, Madagaskar, Sierra Leone, Sudan, Yemen ve Zambiya'dan oluşan yedi ülkede ise durumun "çok ciddi” olduğu vurgulanmaktadır.
IMF’in Sağ Popülizmi ve Neo-Liberal Sistemi Sorgulanması
“Neo-liberal kapitalizmin uluslar üstü kuruluşu” olarak nitelenen IMF tarafından yayınlanan “Ekim 2017 Mali İzleme Raporu’nda, “gelir eşitsizliği” nin azaltılması için, yüksek “gelir grubunun vergisinin arttırılabileceği” ve böylesi bir önlemin de büyümeye engel olmayacağı belirtilmektedir. Kurumun bu yılki Mali İzleme Raporu, IMF standartlarına göre önemli bir “sorgulama” niteliği taşımaktadır.
IMF’ye göre, GINI katsayısı yoluyla “küresel gelir eşitsizliğinde” izlenen “iyileşme”nin nedeni, Çin ve Hindistan’da yaratılan gelirin son yıllarda artmasıdır. Küresel iyileşme olsa da, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, ülkelerin kendi içlerindeki gelir dağılımı bozulmaktadır. Gelişmiş ülkelerde özellikle 2008 krizi sonrasındaki aşırı gevşek para politikaları, mali varlıkları olanları, yani servet sahiplerini daha da zengin yapmış ve üst gelir grubundaki kişilerin arayı hızla açmasına yol açmıştı. Bunu sonucunda da gelir eşitsizliği daha da derinleşti. IMF, bunun etrafındaki bozulmaların maliye politikası ile düzeltilebileceğini belirtmektedir.
IMF’nin, ana akım neo-liberal çizgiyi sorgulamaya başlaması yeni değil. IMF’deki bu dönüşümün başlangıcı, 2015’te Yunanistan’da yaşanan borç krizidir. Kriz sırasında farklı vesilelerle Almanya’nın zorladığı şekilde, yani “borçların tümünün geri ödenmesi” plânı yerine IMF, borçların bir kısmının silinmesine dayanan farklı öneriler getirmişti.
Sonrasında, 2016 Şubat’ında Çin’de gerçekleşen G20 zirvesine IMF’nin Keynesyen bir rapor sunması; geçen yıl Haziran ayında, IMF Araştırma Departmanı’ndan bazı iktisatçıların doğrudan neo-liberal politikaları eleştiren bir yazı kaleme almaları da, söz konusu dönüşümün başka boyutları olarak dikkat çekmiştir.
Tüm bu gelişmeler IMF’in, mevcut “küresel sermaye güdümündeki neo-liberal düzenin korunması amacıyla çeşitli ülkelerde yaşanan “sağ popülist şapkalı faşizmin” önünün kesilmesi gerekliliğinin farkında olduğunu göstermektedir. Açıkça görülmektedir ki, eşitsizliğe bir tepki olarak doğan böylesi bir siyasi gelişme, her şeyden önce “global sermaye/finans kapital”in çıkarları ile çelişmektedir. Keza çözümün de, başta “maliye politikaları” olmak üzere, politik ekonomi önlemlerinden geçtiği bilinmektedir. IMF’in gördüğü ve önerdiği işte bu gerçektir.
Sonuç olarak, ekonomik eşitsizliklerin yarattığı politik kutuplaşma, gerginlik ve bunun sistem için yarattığı risk, mevcut politikalarda değişim gerektirdiğini; bu konudaki farkındalığın giderek genişlediğini söyleyebiliriz.
Özün özü: Rüzgâra karşı yelken açılarak bir yere gidilemez; yolcu ve gemi tehlikeye girer.
Yapılan Yorumlar
BACAKLARINIZI GÜÇLÜ TUTUN