Zeki Sarıhan
Her sabah ülkemizde yayımlanan gazetelere baktıkça kendi kendime “Benim bir gazetem olsaydı eğer…” diyorum. İçimden parça parça geçen bu düşünce bütünleşip “Bir gazete nasıl olmalıdır?”a gelip dayanıyor.
Bir gazetem olsaydı, işe onu benim gazetem olmaktan çıkarmakla başlardım. O, çalışanlarının yani yazar ve çizerlerinin ortak malı haline getirilir, onların seçtiği bir yönetim kurulu tarafından yönetilirdi. O artık benim değil, “bizim” gazetemiz olurdu. Bu nedenle artık hayalimdeki bu gazeteyi “Bizim gazetemiz” olarak anacağım.
Bizim gazetemizde gazetenin ilkelerine aykırı tutum alan yazarların işine ancak yönetim kurulunun kararıyla son verilirdi. Gazeteye alınacak yazarlar için de yönetim kurulu kararı gerekirdi.
Bizim gazetemiz, haberlerinde, yorumlarında herhangi bir sermaye grubunun, bir partinin, bir dinin, mezhebin ve etnik topluluğun yayın organı olmazdı. Emeği ile yaşayan halkın ve onların tarafını tutan vicdanlı aydınların sesi olurdu.
Bizim gazetemiz, haberleri ve yorumlarıyla halkı kendi çıkarları doğrultusunda bilinçlendirmeyi görev edinirdi. Bu çerçevede yazarların özgürlüğü sınırsız olurdu. Hatta gazete yazarları birbirlerini eleştirebilirdi.
Bizim gazetemiz yalan haber yazmazdı. Haberleri çarpıtmazdı. Doğrulara, gerçeklere dayanmayı ilke edinirdi. Yanlışlıkla bir kişiye, gruba veya partiye haksızlık yaptığında bunu hemen düzeltme yoluna giderdi.
Bizim gazetemiz iktidar ne söylerse tersini savunmaz veya iktidar ne yaparsa gözü kapalı olarak onu alkışlamazdı. Doğruya doğru, eğriye eğri derdi. Yapılan bir işin, söylenen bir sözün halkın çıkarlarına uygun olup olmadığına bakardı. Öyle bir yayın politikası güderdi ki okuyucuları “Bu gazete yazıyorsa doğrudur” derlerdi.
Bizim gazetemiz, şöyle bir insana benzerdi: Bilgili ama bildiklerini yüksek sesle değil, alçak sesle söyleyen, bildikleriyle yetinmeyip kendini yenilemeye çalışan, sömürücülere ve zalimlere karşı, mazlumlardan yana, kimsenin hakkını yemeyen, güçlüler karşısında boyun eğmeyen ve susmayan, güvenilir bir insan.
Bizim gazetemiz, inanç sömürüsü yapmazdı. Din ve vicdan özgürlüğüne saygılı olurdu. Hiçbir milleti, dini, mezhebi aşağılamazdı. Kendi milleti gibi bütün milletlerin özgür ve bağımsız yaşama hakkını savunurdu.
Bizim gazetemizde “Magazin” adı altında ünlü kişilerin özel hayatları konu olmazdı. Buna karşılık yurdun dört bir yanında halkın yaşayışı, acı ve sevinçleriyle, sorunlarıyla ilgili haberler yer alırdı. Kadın resimleriyle cinselliği sömürmez, buna karşılık emekçi kadınların sorunlarına yer verirdi. Fal yayımlamazdı.
Bizim gazetemiz, herkesin anlayacağı bir dil kullanır, yazıları da herkesin kolay okuyabileceği büyüklük ve biçimde yerleştirilirdi.
Bizim gazetemizde iç politika, dış olaylar, sanat ve edebiyat, kitap, eğitim, gençlik, kadın, çocuk, bilim, tarih, ekonomi, sağlık, işçi hayatı, tarım sayfaları, bulmaca, televizyon gibi köşelerden başka her gün bir sayfa kadar okuyucuların görüşlerine yer ayrılırdı. Diğer gazete ve dergilerde yayımlanmış önemli yazılara ayrılmış bir bölüm de bulunurdu. Spor haberlerine de bir sayfayı geçmeyecek kadar yer verilirdi.
Gazete çalışanlarının sigortalı ve sendikalı olması özendirilir, bunların ücretleri günü gününe ödenirdi. Ancak gazetenin gelirlerinden kimse zengin olmaz, giderler çıktıktan sonra kalan gelir gazetenin geliştirilmesine harcanırdı.
Bizim gazetemizin adı ne olurdu? Halk mı? Gerçek mi? Özgür mü? Emek mi? Alınteri mi? Doğruluk mu? Yarın mı? Veya bunlar gibi gazetenin içeriğine yakışır başka bir ad mı? Onu da gazete çıkmadan önce bir anket yaparak okuyucuların kararlaştırmalarını isterdim.
Böyle bir gazete satış yapar mı? Niçin yapmasın? Ben alırdım. Siz almaz mıydınız?... (15 Ocak 2015)