Konuk Yazar : Akgün İlhan
Tarihi boyunca kesintisiz bir biçimde göç alan İstanbul, içinde bulunduğumuz son on yıl içindeyse rayından çıkmış bir lokomotif hızıyla büyüyor. Koca ülkede başka şehir yokmuşçasına, büyük yatırımların ezici çoğunluğu İstanbul’da gerçekleşiyor. Nüfusu artık 171 ülkeyi aşmış olan şehirde göçü durduracak ortamlar yaratmak yerine, onu daha da şiddetlendirecek mega projeler (Kuzey Marmara Otoyolu ile birlikte 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul vb.) birbiri ardına gerçekleştiğinde ise sadece İstanbul’un değil Karadeniz’in de çehresi değişecek. Bu da sadece İstanbul halkını değil, tüm ülkeyi ve hatta Karadeniz’e kıyısı olan pek çok ülkeyi olumsuz etkileyecek.
Önce bu projelerin iklim değişikliğine katkısına bakmalı. Büyük ölçekli arazi kullanımı da beraberinde getirecek mega projeler, yeryüzünün ısı akıları, ısı ve nem dengesinde farklılaşma yaratacağı için kısa vadede kent ölçeğinde, uzunda ise bölgesel iklimde değişiklik yaratacak. Buna Türkiye’nin küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkelerden biri olduğunu gerçeğini de ekleyelim. İşte o zaman çok bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıyayız. Ancak rotamızın büyük bir felakete doğru olduğu biliniyor. Betonlaşma, yeşil alan kaybı, yoğun trafik ve artan insan faaliyetleri ile İstanbul’un bir ısı adasına dönüşmesi kaçınılmaz olacak.
Bu projeler Karadeniz’in önemli ormanlık alanlarından olan İstanbul’un 240 bin hektarlık ormanına da büyük zararlar veriyor. Zira söz konusu projeler tam da bu ormanların içinde yer alıyor. Örneğin 3. Köprü tamamlandığında Kuzey Marmara Otoyolu ile birlikte Adapazarı, Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ ve Kırklareli illeri sınırları içinde 6 bin hektara yakın ormanlık alanı olumsuz yönde etkileyecek. TEMA Vakfı’nın uzman raporuna göre 3. Köprü ve 3. Havalimanı için toplamda 8.715 hektarlık ormanlık alan yok edilecek. Bu alan yaklaşık 8 bin futbol sahasına denk. Böylece bu ormanlarının karbon tutma, temiz hava üretme ve havadaki tozları filtreleyerek kuzeyden esen hâkim rüzgârlarla şehre temiz hava gönderme gibi hayati önemde fonksiyonları sona erecek. İstanbul’un havası solunmaz hale gelecek.
Bu projelerin inşası aşamasında bile ormanlık ve sulak alanlara, sayısız canlıya ve kırsal kesime zarar verildi. Örneğin 3. Havalimanı için 2014 Haziran ayında Arnavutköy Tayakayın ve Akpınar köylerinde bulunan göller havalimanı arazi çalışmaları için kurutuldu. Zira havalimanının ilk etapta yayınlanan Çevre Etkileşim Değerlendirme (ÇED) raporunda projenin gerçekleştirileceği alanda 70 göl, gölet ve gölcük olduğu belirtilmişken, nihai rapora tüm bu alanlar ‘büyüklü küçüklü su birikintisi’ olarak yansıtıldı. Hatta nihai ÇED raporunda bu 70 adet su varlığının inşaat aşamasında hafriyatın doldurulması için kullanılacağı belirtilmişti.
İstanbul’un ormanlarında kentin içme ve kullanma suyu gereksinimini karşılayan su varlıkları var. Bu ormanlar, Avrupa yakasındaki Terkos, Büyük Çekmece, Alibeyköy ve Sazlıdere, Anadolu yakasındaki Ömerli ve Darlık barajları ile Istranca ve İsaköy ve Sungurlu derelerinin havzalarını bünyesinde barındırıyor. Ormana verilen her türlü zarar, bu yaşam kaynaklarını da kirletip tüketiyor. Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 2014 Aralık ayında bir teknik tespit gezisi yaparak, bulguları bir raporda yayınlamıştı. Bu rapora göre 3. Havalimanı işletmesinden kaynaklanacak kirleticiler (Kurşun 4.667 kg/gün, Çinko 4.667 kg/gün, Bakır 7.889 kg/gün) civardaki Terkos Gölü’nü ağır metallerle kirlenmiş bir göl haline getirecek. Projenin inşaat faaliyetleri ve hafriyat dökümü sırasında oluşacak toz ve egzoz emisyonları gölü olumsuz etkileyecek; alanda bulunan akarsuların yataklarının tahrip edilmesi sonucu Terkos Gölü’nün su toplama miktarlarında azalma ve yüzeysel akışlarla kirlilik yüklerinde artma gerçekleşecek; göl havzasını besleyen 2 derenin, yapılması planlanan inşaat çalışmaları sonucu bağlantısı kesilecek ve bu derelerin bir kısmı tahrip edilecek. Bu sulak alanlar sadece İstanbul’un değil, Karadeniz bölgesi ve Türkiye’nin de önemli kuş alanlarını oluşturduğu için biyoçeşitliliğe de önemli bir darbe vurulmuş olacak.
Tabi tüm bunların İstanbul’a eklenecek yeni yerleşim projeleri ile birlikte düşünülmesi gerek. Mega projelerin de yardımıyla yol bağlanan ve imara açılan alanlarda yapılacak 4 ayrı yeni kent projesiyle İstanbul’a 1,5 milyonluk nüfusun daha ekleneceği bekleniyor. Nitekim 2. Köprü’nün yapılmasının ardından İstanbul’un Elmalı ve Ömerli havzalarında kaçak yapılaşmaya bağlı yaşanan yıkım ortada. Sınırları içindeki yapıların dörtte üçünün ruhsatsız olduğu Sultanbeyli’de 600 bin kişi Ömerli Havzası içinde yaşıyor. 3. Köprü’nün de benzer etkisi olacağı aşikâr. Bu kadar nüfusun su gereksinimi karşılamak için kullanılan yüzeydeki pek çok su varlığı kurudukça, İstanbul’daki kuyu sayısı da artıyor ve yeraltı suyu seviyesi inerek bunlara tuzlu su karışıyor. Silivri’den Bekirli’ye kadar olan tüm yeraltı su varlıkları büyüyen bir tehlikeyle karşı karşıya. Kirlenen yeraltı sularının temizlenmesi ise neredeyse imkânsız.
Gelelim Kanal İstanbul ya da nam-ı diğer Çılgın Proje’ye. Karadeniz ve Marmara gibi sıcaklığından, içinde yaşayan canlı haritasına kadar tamamıyla farklı olan iki iç denizin dev bir kanal ile birbirine açılmasının yaratabileceği olumsuzlukları anlatmaya bir yazı yetmez. Kanal İstanbul projesi etrafında yaratacağı kentleşmeyle İstanbul’un nüfusunun daha da artacak. Ancak Çevre Mühendisleri Odası’ndan Eylem Tuncaelli’nin de belirttiği gibi eğer bu proje gerçekleşirse Marmara en fazla otuz sene içinde tamamıyla ölü bir denize dönüşecek. Karadeniz’e ne olacağı konusunda ise şimdiden bir öngörüde bulunmak oldukça zor. Ancak bu ölçekteki bir projenin büyük felaketleri tetikleyebileceğini bilmek yeterli.
Tüm bu olumsuz gelişmelerin sadece İstanbul’un değil tüm Karadeniz kıyısını ilgilendirdiğini hatırlatmak gerek. Nitekim sürekli büyüyen mega kentin sadece su yükü bile tek başına batıda Ergene Havzası’ndan, doğuda iki şehir ötedeki Düzce’de Melen Çayı’na kadar olan koca bölgeyi cenderesine aldı. Koruma değil, kullanma odaklı bu sürdürülemez büyüme artık tüm Karadeniz’in sorunu haline geldi.
Dolayısıyla bu büyük meseleyle baş etmek için hem Türkiye’de, hem de Karadeniz’e komşu diğer ülkelerde hükümetlere koruma görevini hatırlatmak için çeşitli sivil toplum ve gönüllü kuruluşlar birçok faaliyet yürütüyor. Türkiye’den Samsun Doğa ve Yaban Hayatı Koruma Derneği’nin yürüttüğü, Avrupa Birliği tarafından desteklenen Temiz Nehirler – Temiz Deniz Projesi Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Moldova ve Gürcistan’dan sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiren oluşum da bunlardan biri. Suyun bir bütün olduğunu, kirlilikle mücadelede aynı şekilde bütüncül bir yaklaşım gerektiğini bu projeler bize hatırlatıyor. İstanbul’un ve Karadeniz’in geleceği yetkililerin inisiyatifine değil, sivil toplumun mücadelesine bağlı.