Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018 yılı üçüncü çeyreğine ilişkin “gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH)” büyüme verilerini açıkladı. Açıklamaya göre Türkiye ekonomisi, üçüncü çeyrekte yüzde 1,6 oranında (beklentilerin altında) büyüdü. Bu dönem için beklenti, büyümenin yüzde 2 seviyesinde gerçekleşeceği yönündeydi.
Türkiye ekonomisi geçen yılın aynı döneminde yüzde 11,1 büyüyerek, son altı yılın en yüksek çeyrek büyümesini (!) gerçekleştirmişti.*
2018 üçüncü çeyreğinde mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYİH büyümesi yüzde 1.1’e düştü.
BÜYÜMENİN İÇERİĞİ
Üretim tarafında:
GSYİH'yı oluşturan faaliyetler incelendiğinde, bu yılın üçüncü çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla, zincirlenmiş hacim endeksi olarak tarım sektörünün katma değeri yüzde 1, sanayi sektörünün yüzde 0,3 artarken, inşaat sektörünün ise yüzde 5,3 oranında azaldığıanlaşılmaktadır. Ticaret, ulaştırma, konaklama ve yiyecek hizmet faaliyetlerinin toplamından oluşan hizmetler sektörünün katma değeri de yüzde 4,5 yükseliş göstermiştir. Keza, ihracat yüzde 13,6 artarken, ithalâtise yıllık bazda yüzde 16.7 oranında daralmıştır.
Kamunun nihai tüketim harcamalarında, önceki dönemlerde de görülen yüksek oranlı artış, bu dönemde de devam etmiştir.
SON SEKİZ YILIN İKİNCİ EN KÜÇÜK BÜYÜMESİ
İçinde bulunduğumuz yılın üçüncü çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine göre gerçekleşen büyüme, son sekiz yılın, 2016 hariç, en düşük “üçüncü çeyrek büyümesi” olmaktadır. Bu olguyu aşağıdaki tablodan açıkça izleyebiliyoruz.
DEVLETİN TÜKETİM HARCAMALARINDAKİ YÜKSEK ARTIŞ
Söz konusu harcama türünde bu çeyrekte gerçekleşen artış yüzde 7,5olmuştur. Yani, büyüme rakamının pozitif çıkmasına en büyük katkı devletten gelmiş görünmektedir. Bilindiği gibi, yılın ilk iki çeyreğinde de bu sayılar, sırasıyla %3,5 ve %7,8 gibi oldukça büyüktü.
Bu artışın kaynaklarını irdelemek istersek, Hazine’nin “nakit dengesi” gerçekleşmelerine bakmamız gerekecektir. Buradaki Ocak – Kasım arasındaki sayılar bize, Hazine’nin nakit gelirlerindeki artışın yüzde 24,4’e ulaştığını göstermektedir. Söz konusu artış oranı, son on yılın en büyük rakamını temsil etmektedir.
Saniyen aynı dönemde harcamalardaki artışın yüzde 22,6 olduğu ve bu artış oranının da önceki artışlardan yüksek olduğu hemen göze çarpmaktadır. İşte kamu harcamalarındaki bu artış, ülkenin üçüncü çeyrekteki 1,6 oranındaki ekonomik büyümesinin başat kaynağınıoluşturmaktadır.
ARTAN KAMU TÜKETİM HARCAMALARININ FİNANSMANI
Büyümenin harcamalar yönünde başat itici gücü olan devlet tüketin harcamalarının önemli bir bölümünün “TCMB ve kamu bankalarından” olduğunu görmekteyiz. Kalan bölümü de, “bedelli askerlik” ve “vergi aflarından” gelmektedir. Bu bağlamda, 2018 yılında bir defalık gelirlerdeki artış da, savımızı güçlendirmektedir.
Evet, vergi ve SGK primlerinin yeniden yapılandırılması bütçeye ek katkı sağlamıştır. Ancak bu uygulamanın sonuçlarına baktığımızda, vergi yapılandırması için toplamda 5.9 milyon mükellef başvurmuş ve yeniden yapılandırma tutarı 70 milyar TL olmuştur. Ancak tahsilât 13,3 milyar TL, bir başka anlatımla tahsilât oranı yüzde 19’da kalmıştır.
Keza, SGK primlerinin yeniden yapılandırılması için 1.3 milyon yükümlü başvurmuş, 43.4 milyar TL yapılandırılmıştır. Bu fasılda yapılan tahsilât 3.2 milyarda kalmış ve tahsilât oranı sadece yüzde 7,3 olmuştur.
Yukarıda özetlenen olgular, kamu gelirlerindeki “düzenli tahsilâtın” artık “önemli bir sorun” olduğunu ve her geçen gün biraz daha derinleştiğini göstermektedir. Bir diğer ifadeyle, devletin büyümeye katkı sağlaması giderek zorlaşmaktadır. Kaldı ki, liberal düzenin geçerli olduğu bir ülkede (sözde), ekonomik büyümenin “devlet eliyle” sağlanmasındaki “çelişkiye” burada hiç girmeyeceğiz.
Yapılandırmadaki “taahhütlerini yerine getiremeyen yükümlü” gerçeği, bundan böyle devletin, “hormonlu büyüme” konusunda vergi ve prim tahsilâtına fazla güvenemeyeceği; ekonominin “harcamada lokomotifi olma” işlevini sürdürebilmesinin ancak “daha fazla borçlanma” ile mümkün olabileceği gerçeği ile yüzleştirmektedir.
BÜYÜMEDEN PAY ALAN TOPLUM KESİMLERİ
İşgücü ödemelerinin cari gayrisafi katma değer içerisindeki payı, geçen yılın aynı döneminde yüzde 32,5 iken, 2018 yılının üçüncü çeyreğinde yüzde 31,6 olmuştur. Bir başka ifadeyle, çok zor koşullarla sağlanan ekonomik büyümeden işçilerin aldığı pay, bir önceki döneme göre yüzde 36’dan 31,6’a düşmüştür. İşgücü cephesindeki bu gelişmeye karşın, işverenin aldığı pay ise yüzde 46,8’den 51,8’e yükselmiştir.
Yukarıda özetlediğimiz olgunun bizlere yansıttığı gerçek, devletin bir defalık gelirleriyle büyümeye katkı sağlamış; ancak bu artışın, işçilerden çok, işverenlerin gelirlerinin artmasına yardımcı olduğudur.
Sonuç Yerine
2018’in üçüncü çeyreğinde de, devlet tüketim harcamaları ile pompalanmış çok sınırlı bir ekonomik büyüme yaşadık. Zaten büyümenin “hormonlu” olduğu konusunda geniş toplum kesimleri görüş birliği içindeler artık. Çünkü enflâsyon, durgunluk, işsizlik, yoksullun, borç içinde yaşayan, zaten sınırlı olan refahını da kaybeden onlar.
Esasen, çok sınırlı da olsa sağlanan büyümenin paylaşımında görülen, emek kesiminde “pay düşmesi”, buna karşılık “ işveren tarafında “artması”, zorlukla yaratılan pastanın paylaşımındaki çarpık yapıyı ve bu “uğraşın ne için olduğu” sorusunu gündeme taşımıştır.
Diğer yandan yaşanan gerçekler, devletin tüketim harcamalarının kaynağını oluşturan “bir defalık gelirlerindeki sınırlı tahsilât” yolunun önümüzdeki dönemde zora gireceğini; popülist yönetimin bu aracını da kaybedeceğini göstermektedir. Tabii ki tüm bu gelişmeye karşın, merkezi yönetimin “yapay büyümeye devam” seçeneğini tercih etmesi durumunda, kamu borçlanmasının, yerel seçimlere kadar daha da artacağını (ne pahasına olursa) öngörebiliriz.
Özün özü: Bu yönetim anlayışı ile “işimiz zor” maalesef..