Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti; 16 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türk’leri ve Türkiye tarafından, Rum’ların tek taraflı olarak 30 Kasım 1963’de anayasa tadiline gidilip, Türk başkan yardımcısının senatoda alınan kararların veto hakkını dahi kaldıran anayasa değişiklik önerilerini reddetmesi üzerine fiiliyatını kaybetmiştir.
Kıbrıs Türk’lerinin anayasal haklarının büyük kısmını ortadan kaldıran ve fiili olarak ortak cumhuriyeti sonlandıran “Akritas Planı” doğrultusunda hareket eden Rum yönetimi ise 15 Temmuz darbesini ve 20 Temmuz’u hazırlamıştır.
Nasılını da anlatayım;
16 Aralık tarihinde Türk tarafının Anayasa değişikliğini kabul etmemesi üzerine Kıbrıs Rum tarafı 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türk toplumuna karşı kapsamlı ve sistematik saldırılara geçmiştir. Kıbrıslı Türkler devlet kurumlarından uzaklaştırılmıştır. Kıbrıs Türk tarihine “Kanlı Noel” adıyla geçen bu militarist girişim ise önceden hazırlanmış olan “Akritas Planı”na dayandırılmıştır. Türklerin imhası veya Ada'dan atılmasını öngören Akritas Planı, basit bir örgütün eylem planı olmayıp, Rum yetkililerce hazırlanan bir etnik temizlik girişimidir. Akritas planının uygulanması sonucunda, 30.000 Kıbrıslı Türk 103 köyü terk etmek zorunda kalmıştır. Kıbrıs Türk nüfusu yerlerini terk etmek zorunda kalmış, ada yüzölçümünün %3'üne tekabül eden, adada denize çıkışı olmayan ve sürekli kuşatma altında tutulan küçük bölgelere sığınmıştır.
Dolayısıyla, “Kıbrıs Cumhuriyeti,” Kıbrıslı Rumların 1963 yılında tek taraflı olarak güç kullanımıyla anayasayı feshetmelerinden sonra ortadan kalkmıştır.
1963 "Kanlı Noel" olaylarından sonra, 27 Aralık 1963'e üç garantör ülkenin askerlerinden oluşan bir "Barışı Koruma Kuvveti" oluşturulmuştur. Bu çerçevede İngiliz generalin yeşil bir kalemle harita üzerinde çizdiği bir çizgi ile Lefkoşa 30 Aralık 1963'te ikiye ayrılmıştır. Bu tarihten itibaren bu sınır “Yeşil Hat” olarak adlandırılmıştır.
Bilahare, BM Güvenlik Konseyi’nin, 4 Mart 1964’de aldığı 186 sayılı kararla adaya uluslararası barış gücü (UNFICYP) konuşlandırılmıştır. Bu arada, Yunanistan adaya gizlice askeri kuvvet yollamaya başlamış, bu kuvvetin sayısı zaman içinde 20.000’e ulaşmıştır. Böylece, bir ortaklık devleti olmaktan çıkarak bir Rum yönetimine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen Rum/Yunan kontrolü altına girmiş ve iki halk birbirinden tamamen kopmuştur.
1967'de Yunanistan'da yönetimi askeri darbeyle ele geçiren Cunta, Enosis'e ulaşmak için Keşan ve Dedeağaç görüşmelerinde Türkiye ile pazarlığa kalkışmış, bundan sonuç alamayınca Kıbrıs’ta Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı saldırılar düzenlenmiş, bu saldırılara Yunan birlikleri de katılmıştır. Türkiye'nin andlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanacağı yönündeki ihtarı üzerine bu buhran son bulmuş ve Yunanistan, BM gözetimi altında Ada'dan kuvvetlerini çekmek zorunda bırakılmıştır.
Sonrasında ise; 1973 yılı Kasım ortasında başını Dimitros İoannides’in çektiği albaylar Yunanistan’da bir darbe gerçekleştirip Yunanistan’ın kontrolünü ellerine geçirmişlerdir. “Megalo Idea” – “Büyük Helen Yurdu” hedefindeki bu cuntacılar, Kıbrıs’taki EOKA-B militanlarına silah ve maddi yardım sağlayıp adanın Yunanistan’a bağlanması için Kıbrıs Rum Yönetimine baskı yapmışlardır.
Kıbrıs Cumhuriyeti istihbaratı Mart 1974 tarihinde Yunanistan'daki cunta tarafından finansal ve idari yönden desteklenen EOKA-B’nin, darbe yapacağına dair Makarios'a haber vermiştir. Bunun üzerine 25 Nisan 1974 tarihinde bir bildiri yayınlanarak EOKA-B ada üzerinde yasa dışı ilan edilip 2.000'e yakın EOKA-B üyesi tutuklanmıştır.
3-5 Temmuz tarihlerinde Yunan askeri ile Rum polisleri ada üzerinde birbirleri ile çatışmaya başlamışken, hayatı tehlikede olan Makarios, Temmuz 1974'ün başlarında Yunanistan Cumhurbaşkanı'na Yunan askerlerin adadan çekilmesini ve kendisine düzenlenen suikast planlarının son bulmasını isteyen bir mektup göndermiştir.
Yunan Cuntası ise Makarios'un bu açıklamaları nedeniyle 15 Temmuz 1974 tarihinde adanın kontrolünü Yunan subayların bulunduğu Ulusal Muhafız Birliğinin almasını istemiştir. Birlik aynı gün (15 Temmuz 1974) sabah saatlerinde Lefkoşa'daki Başkanlık Sarayı'nı basmıştır. Fakat önceden istihbarat alması yüzünden, Makarios sarayın arka bahçesinden 2 yaveri ile birlikte bir askeri zırhlıya binerek Baf bölgesine gitmiş ve Ağrotur Birleşik Krallık Üssü’nden İngiltere’ye kaçmıştır.
Makarios’un kaçması üzerine, EOKA'nın tanınmış katillerinden Nikos Sampson yeni hükümetin geçici devlet başkanı olarak dünyaya ilan edilmiş ve ertesi gün ise, o da başkanlık yetkilerini kullanarak Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.
Makarios, 16-17 Temmuz tarihlerinde New York’a varmış ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kendisinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hukukî lideri olarak kabul edildiği toplantılarda "Kıbrıs’ın bağımsızlığının ortadan kalktığını ve halkının tehlike altına olduğunu" belirterek, göz yaşları ile BM’ye hitap etmiş: "Ülkemiz istila, işgal edildi, cuntacıları durduracak yok mu? Garantör devletler nerede?" diye çağrıda bulunmuştur.
Bu sırada; Bütün bunlar yaşanırken, Kıbrıs Türk halkı, heyecan ve endişe içinde ne olacağız paniğine kapılmış, sürekli olarak Yunan’lar tarafından, "sıra size de gelecek" tehditleri ile kapana kısılmıştı. Mukavemetçilerimiz ve halkımız savunma hazırlıkları yaparken, eller tetikte, gözler kuzeyde, Beşparmak dağları üzerinden gelecek yardımlar bekleniyordu. Sabırsızlanılıyor ve "acaba yine mi gelmeyecekler" kaygısı ağır bastırıyordu. Kulaklar Ankara’da, radyolarda, yabancı ajanslarda. Ankara’da toplantılar yapılıyor, Ecevit Londra’ya uçuyor. Garantör İngiltere ile birlikte müdahale etme imkanlarını arıyor. İngiliz reddediyor. Günler geçiyor ve 20 Temmuz’da Türkiye, garantör devlet olarak, dönemin Libya başkanı Kaddafi’nin desteği ile tek başına müdahale etmek kararı alıyor. Dönemin başbakanı Karaoğlan Ecevit Türkiye’yi gelmeyi bile beklemiyor, bilgiyi geçiyor, hükümet ortağı büyük mücahit Erbakan Mutlu Barış Harekatı kararını alıyor, “Ayşe’yi tatile çıkarıyordu”.
Karaoğlan Ecevit ilk açıklamasında şunu söyler : “Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs'a indirme ve çıkarma harekâtına başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki, kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada'ya gidiyoruz.
Bu karara ancak tüm politik ve diplomatik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Bütün dost memleketlere, bu arada son zamanlarda yakın istişarede bulunduğumuz dost ve müttefikimiz Birleşik Amerika'ya ve İngiltere'ye meselelerin müdahalesiz halledilmesi, diplomatik yollardan halledilebilmesi için gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç bilirim. Eğer bu çabalar sonuç vermediyse, elbette sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren devletler değildir.
Tekrar bu harekâtın insanlığa, milletimize ve bütün Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim.
Allah'ın milletimizi ve insanlığı felaketlerden korumasını dilerim.”
15 Temmuz 1974 günü yaşananları da değerli abimiz Özcan Özcanhan’ın anılarından ve benim kalemimden aktarayım;
“İlk patlama ve silah sesi işitildi saat tam 07.38’de. Rum tarafından, Strovolos-eski Vali konağının-yani Makarios’un Sarayının olduğu yönden... Daha ne olduğunu anlamadan Taht El Kala (Tahtakale) mahallesi yakınlarından, Başpiskoposluk tarafından da bomba, silah ve patlama sesleri yükseldi. Sesler, gürültüler arttı. Nihayet küçük bir el radyosu bulduk… Açtım ki, Kıbrıs Radyo yayın Korporasyonu (Radiyofonikon İdrima Kipru) Yunan marşları çalıyor... Tok bir ses "O makarios ine negros... o Makarios ine negros..." diyor tekrarlayarak. Hemen haykırdım: "Komutanım Makariosu öldürdüler!" Dinlemeye devam ettim. Marşlar yükseliyor, aynı tok ses, "MAKARİOS ÖLDÜ... MAKARİOS ÖLDÜ...BURASI ELEN KIBRIS CUMHURİYETİ- EDO İ ELLİNİKİ KİPRİYAKİ DEMOKRATİYA..." diye ilan ediyordu. Tüm radyolar, Kıbrıs’ta bir darbe girişimi olduğunu, Makarios’un akibetinin belli olmadığını, sarayının bombalandığını, Makarios’cularla cuntacılar arasında şiddetli çarpışmalar olduğu haberlerini veriyorlardı. Saatler ilerliyor, dört yandan silah sesleri geliyor. Arada bizim mevzilere de Kornaro otel, merkezi cezaevi ve Fransız elçiliği tarafından mermiler düşüyordu. Rum hapishanesinden çığlıklar, marşlar yükseliyor, oradaki feryatlar silah sesleri arasına karışıyordu. Golf sahası, Nicosia Club ile Kornaro tam karşımızda ve çok yakınlarda sayılırdı. Bizim Mücahitlere kesinlikle "Ateş etmeyiniz. Ateş etmek yasak" emri verildi. Verilen emre göre Türk hatlarını, mevzilerini geçmeye çalışırlarsa işte o zaman karşılık verilecek, ateş açılacaktı... Rahmetli DENKTAŞ da bizim radyomuzdan halka sesleniyor: "KENDİ ARALARINDADIR. KARIŞMAYINIZ, SAKİN OLUNUZ" diyordu.
Öğleden sonra ikindi vakitleri idi. Bu kez Makarios’un sesi Baf’taki bir radyo frekansından yükseldi: "Ime o Makarios, proedros, arhipiskopos. Dhen ime negros. İme zondanos !" Türkçe’si: “BEN MAKARİOS, CUMHURBAŞKANI, BAŞPİSKOPOS, ÖLMEDİM, HAYATTAYIM. DİRENİNİZ, TESLİM OLMAYINIZ, HAİNLERE KARŞI DİRENİŞE GEÇİNİZ !"
Daha sonraları öğrendik ki, Atina ve cuntacılarla Makarios’un arasının açılmasından sonra yaşanan gerginlik neticesi Makarios zaten bu darbeyi bekliyordu. Saray top ateşine tutulunca arka kapıdan kaçırılmış ve oradan da İngiliz’in yardımı ile Ağrotur üssünden Londra’ya uçurulmuştu... “Ölmedim, hayattayım… Direnin, teslim olmayın, hainlere karşı mücadele verin” derken de İngiltere’de idi.”