MİNE KIRIKKANAT
"Tarık Akan için yazdı"
Cüdamların birbirini “adamın dibisin” diye güzellediği yerde, Tarık Akan “adamın zirvesi”, insanlık bilincinin iyilikle bütünleşen yücelik örneği, gibisi olmayan bir vicdandı.
Boyuna posuna yakışır bir mangaldı yüreği.
Hep doğrulara köz verdi, dürüstlere söz verdi; inandığına baş, inanmadığına taş koydu.
Çoğunluğun öyle ya da böyle satılmış olup, satılmayanın da yok edildiği topraklarda kimseye eyvallah demeden vardı!
Adı konulmamış son efe, beyaz atı olmayan prens, bir eski zaman şövalyesiydi.
Daima hakkı yenenleri, ezilenleri savunmada hiç gümüş zırh kuşanmadı. Ama saçı sakalı gümüşlendi.
Elbette ki hayranıydım. Daha çok Çiçek Arif’in yerinden tanışır, hiç değişmeyen akşam güzergâhında karşılaşırdık. Ama o, masada hep en ciddi olandı. Yakın çevresinden olmayan, yani benim gibi biri girdiğinde halkaya; içine kapanır, susardı. Hal hatır sormak dışında bir ahbaplığımız yoktu.
Sonra bir gün, elimden tutup hayatımı kurtardı. Tarih 13 Aralık 2012, çok sayıda kumpas dava arasında 275 sanıklı Ergenekon davasının 270’inci duruşmasıydı.
***
Satılmış hokkalar “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diye böbürlenir, kiralanmış kalemler karakola bavulla sahte kanıt taşır ve çekinmişler ihtiyatla susarken; bir avuç, sadece bir avuç gazetecinin düzmece olduğunu, masum insanların çakma suçlarla hapsedildiğini ve bazılarının “sehven” öldürüldüğünü haykırdığı bu davaların alı dökülüp pulu görülmeye başlamıştı.
O gün Silivri’ye, Türkiye’nin dört bir yanından binlerce vicdanlı insan ses vermeye geldi.
Biz Cumhuriyet çalışanları, gazeteden Silivri’ye kalkan otobüse bindik.
Ali Sirmen ustamız, aziz annesinin hastaneye kaldırıldığını yolda öğrendi ama dönmedi. Silivri’de mahşeri bir kalabalık vardı. Sanatçılar, siyasetçiler, hukukçular, ilkeli insanlar, inançlı yaşlılar, yiğit gençler... Tüm cesurlar oradaydı. Aralarında, pek çok arkadaşım.
Doğan Medya grubunun zirveye en yakın çalışanıyken “çok şey biliyor, korkutulursa konuşur” endişesiyle yurtdışına gönderilip gıyabında işten atılan Elif Yıldız da oradaydı...
Avukatlarım Suzan, Başar ve Metin Yaltı da. Bir süre birlikte ilerledik. Sonra mahkemeyi kuşatan binlerce insanın arasında kaybolduk. Kalabalığın ilerlemesini durduramayan polis gaz sıkmaya başladı.
Önümde Orhan Bursalı, Tarık Akan, Ali Sirmen vardı. Gazlanan insanlar barikatlara abanınca izdiham oldu, arada kaldık.
***
Tarık Akan en öndeydi, barikatlardan birine yüklenip araladı. Jandarma onu tanımıştı, Ali Sirmen ve Orhan Bursalı geçene kadar müdahale etmedi. Tam ben geçecekken tekrar kapatıp yüklendiler. Arkamdakilerin baskısıyla önümdeki barikat arasında eziliyordum.
Ve 1.60’lık boyumla soluğumun kesildiği de pek fark edilmiyordu kalabalıkta.
“Tarık!” diye haykırdım can havliyle. Döndü, durumu gördü. Barikata yüklenen jandarmalara, “Eziliyor, görmüyor musunuz” diye çıkıştı, iki eliyle şakağımın dayandığı barikatı araladı ve beni tutup içeri çekti.
Sonra hep birlikte çay içtik, Silivri’nin kantininde. İlk kez kısacık, sımsıcak bir sohbetimiz ve onu son görüşüm oldu.
O gün, Tarık Akan’ın doğum günüydü. Mahkeme bittiğinde, Aydınlık gazetesine konuştu: “Gaz filan kokladık ama ben çok mutluyum, tüylerim diken diken oldu!”
Sadece hayatımı kurtardığı için değil, yaptığı her şey vicdanı kadar temiz ve aydınlık varlığı, karanlıkta boğulanlara bir ışık olduğu için aziz anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Tarık Akan, bugün sevenlerinin yüreğine defnediliyor.