2016 uzun bir yıldı. Ülkenin birçok şehrinde yüzlerce insan öldürüldü; bombalar patladı, bir darbe girişimi yaşandı. 8 saat, belki daha uzun süre boyunca Ankara’da jetler uçtu, bombalar patladı, helikopterler birçok yeri taradı. “İç savaş çıktı herhalde” diye düşündüm, bomba sesleri Ankara’yı inletirken. Kızılay’da patlama sesini duyduğum zaman “sese hassas oldum, bomba değildir herhalde” diye düşündüğümü hatırlıyorum. 7 Haziran 2015’ten bu yana, neredeyse bir buçuk yıl boyunca insanlar bazen sadece yoldan geçtikleri ve çoğu zaman sadece tesadüfen orada oldukları için öldürüldüler… Yüzlerce insanın hayatı ellerinden alındı, insanların meslekleri ellerinden alındı, neredeyse bir ekmeğe muhtaç hale geldiler. Bazen gün biterken, “oh bugün bir patlama olmadı” derken buluyorum kendimi; “kimse taranmadı”… Bunu söylediğim zaman, sosyal medyadan bir başka tutuklanma haberi geliyor. Her yıl Adalet ve Demokrasi Haftası’na ev sahipliği yapan Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde bir polis Rus Büyükelçisi’ni öldürüyor, katilin arkasında durduğu fotoğrafa bakakalıyoruz. Küçücük bir çocuk karne alırken idam istediğini söylüyor, kindar nesil sözü aklıma geliyor. Uzatılmış OHAL, KHK’ların neredeyse anayasal düzenin yerine geçmesi, iktidarın kadın milletvekillerinin muhalif kadın milletvekillerine saldırması ve tartaklaması. Olaylar bitmiyor, durulmuyor.
UNUTKAN BİR ULUSUZ
Başkanlık sistemi için referandum sürecine gidilirken, ülkenin sistemi bütünüyle değişirken, sıraladığım tüm olaylar hızlı bir biçimde yaşanırken ve bunca acı ortadayken, ne yapılabilir ki? Böyle zamanlarda, babamın köşesinden, kitaplarından yıllar boyunca yazdıklarına sığınıyorum çoğu zaman. Bir yazısında “Biz unutkan bir ulusuz. Unutuyoruz olup bitenleri. Unutuyoruz ve oğulları kızları ölen ana-babaları, kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz” diye ekliyor. Bugün bir kayıp için yas tutamadan bir başka kayıp haberi geliyor. İnsanlar gözlerindeki gözyaşı damlasıyla ekrana bakıyor…
Bu yazıyı yazdığım gazete, benim için bir baba yadigârı. Bugün ağabeyimin de sözlerini dile getirdiği, ülkede kalan ana akımdaki son bağımsız medya organlarından. Bugün, gazetenin yöneticileri, yazarları ve karikatüristi Silivri’de tutuklu. Bir başka muhabiri Ahmet Şık kokteyl terör suçlamasıyla tutuklandı. KHK’lara göre birçok sakıncalı konuda haber yapmak yasak… Yayın yasakları, muhabirin elini kolunu bağlıyor. Her muhabir, sakıncalı bir konuda haber yaptığı zaman tutuklanabileceği bilgisiyle yaşıyor. Hepimiz acaba bugün hangi arkadaşımız terörist ilan edilecek diye bakıyoruz. Bugünlerin geçeceği umudunu babamın şu sözlerinden alıyorum:
TÜRKÜLERİ YAKANLAR...
“Toplumlar zaman zaman öfke seline kapılırlar. Soruşturmanın yerini işkence, mahkemelerin yerini güdümlü kurullar, yargıcın yerini de silah alır. Siyasal iktidardan kaynaklanan öfke seli, sağduyuyu yok ederek, vicdanları ipotek altına almaya çalışır. Adalet duygusu kaybolur, yerini güdümlü hukuk, peşin yargı ve siyasal kine bırakır. Böyle dönemlerden geçiyoruz…”
Dünlerden belli, daha çok savrulacağız. Aklımdaki babamın bir cümlesi “türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür.”
Bu yıl, babamın öldürüldüğü yerde, her yıl düzenlediğimiz etkinlik için OHAL nedeniyle zorlukla izin alabildik. Yine de bu yıl karanfiller anıtın arkasındaki çınar ağacına sarıldı. Çalınmasına inat, anıtın harfleri yerine kondu. Mumlarımız, yaka kartlarımız hepsi hazır… 24 yıldır olduğu gibi, orada olacağız. Unutulmadığı için buruk bir sevinç, düşüncelerinin bu ülkede derin bir karşılığı olduğu için sorumluluğumuzun bilincinde olarak.
YAZILARINA SIĞINIYORUM
Aslında bu yazıyı babamı anmak için yazmam gerekiyordu ama 2016 çok uzun bir yıldı.
2015’in sonlarına doğru oğlum dünyaya geldi. Uğur Deniz, bugün ilk adımlarını atmak üzere… Onunla kahkahalarla gülerken, dedesini keşke tanısaydı diye düşünüyorum. Nasıl severdi miniğimi… Olamadı.
Zor günlerde, ben babamın yazılarına sığınıyorum, dünlerden bugünü anlatıyor. Onu anmak için, bugün bir yazısını okuyun, bir sözünü hatırlayın yeter…