dakika dakika tekirdağ çorlu haberleri

gazete tekirdağ
ANA SAYFA   |  HAKKIMIZDA   |  GÜNDEM   |   POLİTİKA    |   EKONOMİ    |   SPOR   |     İLETİŞİM  

VADİDEN SAHİLE

VE İSTANBUL

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Demokratların on yıl süren iktidarları, İstanbul ve Ankara’da Üniversite Gençliğinin gösterilerine ve CHP muhalefetine karşı çok sert önlemlerle karşı koymaya başlamış Sıkı Yönetim ilan etmişti. Ordu, 27 Mayıs’ta yönetim el koymuş, iktidar milletvekillerini, bakanları tutuklayarak yargılanmak üzere Yassıada’ya götürmüştü.

1960 yazı ihtilal çalkantıları içinde geçti. Çorum Öğretmen Okulu sınavlarına birlikte girdiğimiz Kargı İlkokulundan sınıf arkadaşlarım, Hasan Felik, kemal Acekse, Erol Örencik, Hasan Turgut Tuncel hatırladıklarımdı. Yine Bizim sınıftan, iyi arkadaş olduğumuz Babamın Amcasının oğlu Hayrettin de, Ankara tapu Kadastro meslek Lisesini kazanmış oraya gidecekti. Osmancık Ortaokulundan sınıf arkadaşlarım, Müfide Kandilli Kız Lisesine kayıt olmuş, Reyhan ve Gülay ise Çorum Öğretmen Okulunu kazanmıştı. Benim gibi yatılı okul kazanamayan başka arkadaşlarım da vardı. Onlar da Çorum Kastamonu Lisesi’ne yatılı olarak gittiler.

Ekim ayında, Hasanoğlan Öğretmen Okulunu kazanmış olan kardeşim Erkut ile birlikte yola çakacaktık. Hazırlıklar yapıldı. Radyolarda, Milli Cepheye kayıt olanlar listelerinin yerini, Yassıada yargılamalarına ilişkin haberler yer alıyordu. Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar ifadesiyle başlayan mahkeme haberleri, Osmancık halkında tepkilere neden oluyor, olumsuz yorumlar yapılıyordu.

Göz açıp kapayıncaya kadar yaz geçti. Bir sonbahar günü tarihini hatırlamıyorum, Babam Erkut ve Beni Çorum otobüsüne bindirdi. Artık Kızılırmak vadisinden ayrılıp, yeni bir döneme doğru yola çıkmıştım. Babam, kendisi de Köy Enstitüsünde yatılı olarak okumuş olmasından belki, bizim bu yeni yaşamımıza yolculuğumuzu olağan karşılıyordu.

O yıllarda, bugün olduğu gibi, kullanışlı taşıma kapları, çantalar bavullar yoktu. İki tahta bavul temin edilmiş, Annem, kardeşime ve bana yeteri kadar iç çamaşırı, gömlek, çorap, kazak, banyo malzemesi ile bavullarımızı hazır hale getirmişti. Yol harçlıklarımız cebimize, yeni aylıklarımız gönderilene kadar yetecek paramız, yolculuk sırasında çalınmasın diye iç fanilamıza Anemin becerisi ile eklenmiş bir cebe dikilmek suretiyle emniyete alınmıştı.

Çorum otogarı bildiğimiz bir yerdi. Ankara otobüsüne binmemiz zor olmadı. Kargı ve Osmancık’tan tanığımız kişiler de vardı. Birkaç yıl öncesine kadar Köy Enstitüsü olan, yaz tatillerinde Babamın da inşaatında çalıştığına ilişkin anılar dinlediğimiz Hasanoğlan Öğretmen Okulu, aynı isimli bir köyün yakınında, Ana yoldan bir kilometreye kadar uzaklıkta idi. Köyün kavşağına geldiğimizde, şoför otobüsü durdurdu, muavin Erkut’u ve bavulunu yol kenarına bıraktı ve hareket ettik. Ben Ankara’dan sonra İstanbul’a devam edecektim. , Otobüs hareket ettiğinde, yol kenarında bıraktığım kardeşimi izlerken doyduğum acıyı hayatım boyunca unutamadım. Birden bire Onu çok çocuk ve korunmaya muhtaç görmüştüm. Ben Onu oracıkta bıraktım.

O kadar küçüktü ki. Yanına koyduğu bavulu ile neredeyse aynı boyda idi. Onun oradan bir kilometrelik uzaktaki, yeni Okuluna kadar yürüyüp, nöbetçi öğretmeni bulmak üzere, tek başına elinde bavulu nasıl bıraktığımızı bir türlü içme sindiremedim. İlkokula da erken başladığı ve ikinci sınıftan başladığı için, yaşıtlarından da çok küçüktü. Altı yıl sonra Öğretmen okulunu bitirdiğinde, ilk maaşını kendisine ödemeyip, velisi olarak babama ödemişlerdi.

Onu, yol kavşağında bıraktığımda, minicik yüreğinde kopan fırtınaları, Babamın, henüz anne şefkatine muhtaç çocuğun, Osamancık Ortaokulu’na gitmesi için hiçbir engel yokken, yatılı okula gönderilmesi kararını niçin ve nasıl verebildiğini de asla bilemedim.

Ve işte, Etlik Garajındayım. Daha önce Babamla birlikte gittiğim şekilde, İstanbul otobüsüne biletimi aldım. Artık hava kararmış, gece yolculuğu yapılacaktır. O yıllarda İstanbul –Ankara arası otobüs yolculuğu sekiz saat ve Harem veya Kabataş’tan arabalı vapur ile Avrupa yakasına geçilirdi.

Kabataş İskelesinde, muavin elime bavulumu tutuşturduğunda gün ağarmaya başlıyordu. Yol harçlığı için cebe ayırdığımız paralarım bitmişti. Yazın Babamla bir iki kez gittiğimiz yeni Okulum, Kabataş Lisesi isminden dolayı, hemen otobüsten iner inmez ulaşabileceğimi sanıyordum. İskele meydanında, siyah elbiseli bir denizciye sordum yeni okulumun yerini. Ohuu dedi, Kabataş Lisesi Ortaköy’de. Bana tarif ettiği yola doğru, bavulumla yürümeye başladım.

Dolmabahçe’den itibaren ağırlaşmaya başlayan bavuluma Annemin neler koymuş olabileceğini yol boyunca düşündüm durdum. Yıllar sonra, İsviçre’de, marketten bavul arabası satın alırken, otomobili icat edenlerin, bavul tekerleğinin icadında ne kadar geç kaldığını soruşturdum. Sonunda, yolların bavul tekerleğine uygun hale gelmesinin ancak yirminci yüzyılda mümkün olabildiği gibi bir mazeret bulabildim.
Ortaköy semtinde bulunan Kabataş Lisesi, İstanbul’un gözde okullarından birisi idi. Ortaköy ise, o tarihlerde nüfusunun hemen tamamı Rum asıllı vatandaşlarımızdan oluşan, yaklaşık otuz bin kişinin yaşadığı şirin bir Boğaz Köyü idi. Bu günlerde üzeri kapatılarak geniş bir yol haline getirilen Ortaköy Deresi, köyün tam ortasından geçer, Derenin iki yanında köy yolu uzanırdı. Yolun sonunda, Ortaköy mezarlığı bulunurdu. Kabataş Lisesi’in o yıllarda orta bölümü yoktu. Orta Okul desteği, Ortaköy çıkışında yine deniz kenarında ahşap, tarihi bir binası olan Gaziosmanpaşa Orta Okulu tarafından sağlanırdı. Görkemli kilise, ilerisinde tarihi Ortaköy Camii Boğazı süslerdi. Kabataş Lisesi, İstanbul’un gözde okullarından birisi idi. Kaydım yapılırken, okul taksitim de ödenmişti. Nöbetçi Müdür Yardımcısı, dolabımı ve yatağımı göstermesi için görevli ile birlikte gönderdi. Okul üçer katlı iki bağımsız bloktan oluşuyordu. İki bina arasında iki katlı şirin bir bina vardı. Bu binanın alt katı öğrenci reviri, üst kat ise Müdür Lojmanı idi. İki binadan birisi okul yönetimi, laboratuvar, kütüphaneleri barındırıyor, diğerinde ise öğrenci yatakhaneleri olması gerekiyordu. Fakat, O yaz Yatakhane binasında çatlama ve denize doğru kayma tespit edilmiş olması nedeniyle onarıma alınmış, öğrenci yatakhaneleri, Beşiktaş – Ortaköy yolu üzerinde bulunan, kantin ve mutfak binasının ikinci katına taşınmıştı. Okul tamamen denize cepheli idi. Ana kapı girişinin solunda bulunan alanda Spor Salonu yer almaktaydı.

Yatılı okul yaşamı bilindiği gibi, her yönüyle çok farklı özellikleri olan bir yaşamdır. Okulumuzda aynı zamanda gündüzlü öğrenciler de bulunmaktaydı. Bizler, akşam ders bittikten sonra, Etüt Saatine kadar serbest zaman geçirir, ziller çalınca, ertesi günün derslerine çalışmak üzere, etüt sınıflarımıza giderdik. Etüt saatlerinde disiplini sağlayan, genellikle üniversite öğrencisi olan Etüt Abileri aynı zamanda yatılı öğrencilere rehberlik görevi üstlenmişlerdi.

Yatakhanelerimizde, her katta öğrenci duşları ve tuvaletleri ile her öğrencinin kişisel eşyalarının saklandığı dolaplarımız vardı. Yataklarımız, ikişer katlı ranza şeklindeydi.

Sabah aynı saatte kalkılır, akşam olduğu gibi etüt sınıflarında, günlük dersler için hazırlık yapılırdı. Etüt sonrası kahvaltı hep birlikte giderdik. Her öğrencinin masası belirlenmiş, her masa için yemek paylaşım ve kontrol için görevli masa başı kıdemli öğrenciler bulunurdu.

Sınıflarımız dışında, Biyoloji, Fizik ve kimya derslerini yaptığımız laboratuvarlarımız, resim salonumuz okulumuza ayrıcalık katardı. Aradan geçen bunca yıla rağmen, Biyoloji derslerinde, Makbule Coker’in uygulamalı derslerini, eterle bayılttığımız kurbağanın kalbinin atışlarını hatırlarım. Yıl içinde iz bırakan öğretmenlerimizden Samih Nafiz Tansu’yu daha sonra basındaki yazılarından takip ettim. Fransızca öğretmenimiz Şafinaz Şarman. Ve Muavin Vahit Bey. Baş Muavin Sırrı Bey, Müdür Adnan Dinçer. Bu a kadar benimsediğim bir Okulda, birinci sınıfta nasıl kaldım? Bilemiyorum.

Ama özellikle bir isimden bahsetmek isterim Beden Eğitimi M. U. Bana neden taktığını, yıl sonunda beni Beden Eğitimi dersinden neden bütünlemeye bıraktığını, bütünleme sınavında yaz tatilinde kuyudan su çekerken elimde oluşan yara nedeniyle kasa hareketlerini iyi yapamadığım gerekçesi ile beden Eğitiminden beni sınıfta bırakmaktan neden zevk aldığını, babamın kendisini ziyaretinden sonra öğrendim. Meğer kendisi beni, düşüncesinden farklı bir partinin toplantısında görmüş! Bunu Babama “Parti toplantılarında gezeceğine dersini çalışsaydı” diye anlatmıştı.

Her ay harçlıklarımız geliyor, okul mutemedi bunları etüt sonrası bize dağıtıyordu. Sınıfımızda, babası kaymakam olan arkadaşım, Metin Arıkan vardı. Onun ağabeyi de Galatasaray Lisesinde daha üst sınıfta idi. Onlarla arkadaşlığım, İstanbul’u daha kolay tanımama yardım etti. Birlikte hafta sonları çıkıyor, Metin’in Feriköy’deki akrabalarına ziyaret gidiyor, oradan da Beyoğlu’na gezmeye çıkıyorduk. Başka arkadaşlarımız da vardı. Özellikle Çorumlu diye kendileri ile dost olmaya çalıştığım, Mustafa Öncü, Şebinkarahisarlı Armağan Gözen.

Beyoğlu, o tarihlerde, bir tür medeniyetin beşiği idi. İstiklal’in girişinde bir polis kontrol noktası bulunurdu. Bize anlatıldığına göre, ayakkabısı boyalı olmayan, saçı sakalı bakımsız hırpani kılıklı kişilerin Cadde’ye girmesine izin vermiyordu.

O tarihlerde radyo yaygın olmamakla birlikte ben evimizde radyomuz olduğu için, Bankalar Caddesi’ndeki elektronikçilerden aldığımız adına Cermanyum dediğimiz kulakla bulunduğumuz yere en yakın radyo istasyonun dinleyebiliyordum. Okul idaresi bunları kullanmamıza izin vermiyordu. Zaman zaman, yatakhane ve dolaplarda aramalar yapılır, izinsiz memleketten gelen yiyecekler, bu tür eşyalar toplanır imha edilirdi.

Gündüzlü arkadaşlarımız dersler bitince evlerine gider, biz ancak hafta sonları izinli çıkabilirdik. Bunun dışında bekçiler kapıdan bizi bırakmazdı. Bekçiler, sayıları binin üzerinde öğrenciden hangilerinin yatılı, hangilerinin gündüzlü olduklarını bekçiler ayırt edebilirlerdi.

Beşiktaş Kulübüne ait Şeref Stadında, seçilen öğrenciler okullar arası yarışmalar için antrenman yapmak için, yıl sonu tiyatro oyunu için rol alan arkadaşlar da, oyun Beşiktaş Kız Lisesi ortak sahneleneceğinden prova için hafta içinde izinli olarak kapı çıkışı belgesine sahip oldular.

Unkapanı’nda Bakkallık yapan, Babamın Kargılı bir arkadaşına ziyarete gider, benimle aynı yaşlarda olan çocukları ile hafta sonu vakit geçirirdim, ama etüt saatlerini iyi değerlendiremez, teneffüslerde daha çok yalnız vakit geçirirdim. Yıldız Parkı, Sarıyer sahili en çok ziyaret ettiğim yerlerdi. Bunanla birlikte, yatılı okul yaşamına uyum sağlayabildiğimi söyleyemem. O tarihlerde bu konuda öğrenciyi anlamaya çalışan öğretmen, rehber öğretmen, hekim falan da bulunmuyordu.

Bir akşam, 1961 yılında İskenderun’da Atatürk Heykeline atılan bomba için yapılan gece yürüyüşüne katılmak için, yatakhanenin demirlerini kırarak katılan grubun içinde yer almam, bizim Bedenciyi çılgına çevirmeye yetmişti muhtemelen. Ailelerimize yazı falan yazıldığı söylendi ama konu Atatürk olduğu için, o tarihlerde fazla üzerine gidilmedi.

Yıl sonunda bir tanesi Beden Eğitimi olmak üzere dört dersten bütünlemeye kaldım. Yaz tatili için Osmancık’a gittiğimde, babam bu durum nedeniyle çok üzgündü. Arkadaşlarının, Çorum Öğretmen Okuluna giden çocukları ve yakınlarının başarılarını örnek gösterip beni eleştiriyordu. Onlar da, bana Beden Eğitimi dersinden nasıl bütünlemeye kaldığımı anlattırmaktan büyük keyif alıyorlardı. Bu durum beni çok daha fazla üzüyordu.

Osmancık’taki evimizin, bahçeye bakan ikinci katındaki otoma adeta kendimi hapsetmiştim. Ders çalışmam gerekiyordu.

Fakat, yaz tatil çabucak bitti. Bütünleme sınavlarında iki dersten geçer not almama rağmen, birisi Beden Eğitimi olmak üzere iki dersten sınıfta kaldım.

Benden, büyük başarılar bekleyen akrabalarım ve ailem için büyük bir yıkım oldu benim sınıfta kalmam. Erkut, Canım kardeşim, zeka küpü, sınıfını geçmiş, hem de mandolin çalmasını öğrenmişti. Yıllar yılı Onunla hep gurur duyduk. Meliha, evimizin yakınındaki Babamın Müdür olduğu Okula devam ediyordu, üçüncü sınıfa geçmişti. Mediha da hızla büyüyordu.

O yaz aile olarak büyük acı yaşadık.  Dayım, Yüzbaşı Selahattin Akar’ı kaybettik. 30 Ağustos’ta Binbaşı olacaktı. sonunda, Kokartları elbisesinin cebinden çıktı. Boyabat Jandarma Komutanı idi. Bütün İlçe tarafından takdir edilen, askerler tarafından çok sevilen O Komutan bir trafik kazasına yenik düşmüştü.

Yaz sonunda ,aile meclisi benim için toplandı. Karar, madem yatılı okula uyum sağlayamadım, İstanbul’a taşınılacaktı. Çorum’daki akrabalar, Babamın önemli görevlerdeki arkadaşları nakil için devreye girdiler. Yeni dönem başlamadan, Babam’ın İstanbul, Bakırköy Haznedar İlkokulu’na kendi isteği ile öğretmen olarak tayini çıktı.

İneklerimiz ne olacaktı? İstanbul’a nasıl taşınacaktık?

 

DEVAM EDECEK

 

Dip Not:1 – Ben ve Kardeşimin yatılı okullara seyahatlerinde neden yalnız bırakıldığımız, ailemizin bizimle yeterince ilgilenmediği gibi sorulur günümüz koşullarında okurun aklına gelecektir doğal olarak.

Ancak, bir kuşak geriye gitmemiz halinde babamı daha doğru değerlendirmek mümkün olacaktır.

Babam ve arkadaşları, 1940 yılında, Kargı-Tosya arasında çalışan atlı - yaylı Posta Arabası ile Tosya’ya, oradanda muhtemelen yaya veya yine bir başka yaylı ile Kastamonu’ya ulaşmışlardır. Bur grup köylü çocuklarıdır. Kastamonu, Göl Köy Enstitüsü bahçesinde başka kasaba ve köylerden gelen çocuklar da vardır. Erken gelenler, okul bahçesinde yanlarındaki gocuk, palto ne varsa onlar üzerinde dinlenmektedirler. Sınavı beklerken, görevli adayların yanlarında birer kalem, kağıt  ve silgi bulundurulmasının zorunlu olduğunu bildirdiğinde herkesi bir telaş alır. Çoğunun azıkları vardır, ama kalem kağıt alacak paraları yoktur. Durumu köy bakkalına anlattıklarında, Bakkal, kağıt, kalem sattığını ama parasız veremeyeceğini söyler. Bunun üzerine kara kara düşünürlerken, akıllarına azıklarını satmak gelir. Bakkal yumurtaları karşılığında ihtiyaçları olan kağıt, kalem ve silgiyi verecektir. Bu arada parası olmadığından, kağıt-kalem alamadığından sınava giremeyen oldu mu? Bilemiyorum. Daha sonra da eğitimleri sırasında, okul bahçelerinde ziraat ve hayvancılık faaliyetlerinde çalışarak kendi yiyeceklerinin pek çoğunu üretmişler, hatta kendi okullarından sonra, diğer Enstitülerin inşaatlarında yaz tatillerinde fiilen çalışmışlardır. Bu gerçeklerin ışığında onların bize

davranışlarını değerlendirmekte fayda var. Ayrıca,1960lar Türkiye’si, güvenlikli ve işi insanların yaşadığı bir Ülkeydi. Bu çocukların başına yollarda bir şey gelebilir endişesi yoktu.

KÖY ENST.

 

Yapılan Yorumlar
BACAKLARINIZI GÜÇLÜ TUTUN